Yazan: Prof. Dr. Seçil Karal Akgün
İsmet İnönü Osmanlı İmparatorluğu’nun son çeyrek yüzyılı hakkında yazılanların hemen hepsinde bulunan, Türk Kurtuluş Savaşı’nın her aşamasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için gerçekleştirilen devrim hareketlerinin her birinde Atatürk’ün hep yanında yer almış tek kimsedir. Lozan’ı onun onurlu kararlılığından söz etmeden, cumhuriyetin duyurulmasını izleyen radikal değişimleri Atatürk’e verdiği desteğin altını çizmeden, Türk demokrasi tarihini, onun 1950 seçimlerinden sonra sessiz sedasız Çankaya’dan Pembe Köşk’e geçişine değinmeden anlatmak, olanaksızdır. İkinci Dünya Savaşı kuşağı, Türkiye’yi bu savaşa sokmayarak milyonlarca Türk çocuğunun babasız kalmasını önleyen İnönü hakkında duygu dolu anılar taşır. Kuşkusuz o da, bu çocukların hepsi için bir baba kaygısı duymuş, onları kendi çocuğu bilmiş, her birini benimsemiştir. Babanın en önde gelen işlevleri arasında, çocuğunu yetiştirmek olduğu bilinciyle İsmet Paşa’nın kendi çocuklarından farklı tutmadığı tüm Türk çocuklarının, gençlerinin yetişmesi için eğitime verdiği önem, onun çok özel bir yönüdür. İsmet İnönü’nün bu yönü Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli eğitim aşamalarına yansımıştır.
3 Mart 1924 tarihli Öğretim Birliği yasası, birkaç yıl sonra yeni harflere geçiş onun başbakanlığında gerçekleşmiş, yetişkinlere okuma-yazma öğretmeyi hedefleyen millet mektepleri, o başbakanken açılmıştır. İsmet Paşa, cumhuriyet duyurulduğunda sadece 34,000 kadarını kız çocukların oluşturduğu toplam 341,941 ilkokul öğrencisinin sayılarının arttırılmasının, bir başka deyimle, ilk öğretimin yaygınlaştırılmasının en önde gelen savunucusu olmuştur. Böyle bir seferberlikle öğretmenlerin yakın bağlantısının bilinciyle, eğiticilerden desteğini hiç esirgememiştir. Nitekim, 1928’de yeni harflerin kabulünden sonra Malatya’ya giderken Ankara Garında kendisini geçirmeye gelenlere, onca sıfatı varken “Bir öğretmen olarak yola çıkıyorum”(1) sözleriyle veda etmiştir. 13 Eylül günü bu kentte yaptığı konuşmada “Kuvvetli bir cemiyet her şeyden evvel efradının kamilen okuyup yazma bilmiş olmasıyla ilk canlı alameti gösterebilir” diyerek, ardından, 8 Kasım’da Meclis’teki konuşmasında yetişkinlere yeni harfleri öğretmek üzere açılan millet mekteplerine düşen göreve dikkat çekerek (2) hep okur-yazarlığın öneminin altını çizmiştir. 1929 yılının ilk günü Mustafa Necati Bey’in ani ölümüyle boşalan Milli Eğitim Bakanlığını, “Maarif işleri millet meselelerinin en önündedir” sözleriyle okur yazarlık sorununun üstesinden gelmede öğretmenlere düşen büyük sorumluluğu vurgulayarak üstlenmiştir. (3)
Kısacık ömründe ulusal kıvancımız olan birçok aydını yetiştiren Köy Enstitüleri de Cumhurbaşkanı İnönü’nün 28 Aralık 1938’de Milli Eğitim Bakanlığı’na getirdiği Hasan Ali Yücel’le birlikte ilk öğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’a verdikleri destek ve güvence ile kurulmuştur. 1940’lı yıllarda hızla yaygınlaşarak ülkenin eğitimine olduğu kadar kalkınmasına da büyük hizmetler veren bu enstitülerin Türkiye’de ulusal eğitimin gelişmesine paralel, hatta kurtuluş savaşı günlerine uzanan ve her aşamasında İsmet Paşa tarafından desteklenen bir hazırlık dönemi olmuştu. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde eğitim yoksunluğunun yadsınamayan rolünü görerek savaş sırasında bile eğitimin önemi ve gereği üzerinde duran Atatürk’le aynı duyarlılığı gönülden paylaşan İsmet Paşa da ülke kalkınmasının eğitimle yakın bağlantısının bilincindeydi. O da hedeflenen çağdaş, kalkınmış Türkiye’ye ancak tüm kırsal kesimin eğitilmesini içerecek bir toplumsal proje ile varılabileceğini düşünmüştü. Bu amacın gerçekleşebilmesi için İnönü, Başbakan olduktan sonra daha yapıcı adımlar attı. Hükümet programı ve bütçesi içinde eğitime en ön planda yer verdi. Yaptığı konuşmalarda ülkenin ancak ilk öğretimin yaygınlaştırılmasıyla aydınlık bir geleceği olabileceğini sık sık dile getirdi. Eğitimde hedeflenen yaygınlığa ulaşabilmek için öncelikle öğretmen sayısındaki yetersizliğin giderilmesi gerektiğini düşünen İnönü, bu mesleğin saygın ve özendirici hale getirilmesine başlatılmış eğitim seferberliği kadar önem verdi. “Milletçe ve elbirliğiyle gayret ve hamlelerle” (4) öğretmen açığının giderilebileceğine güvendi. öğretmenleri yüreklendirebilmek için maarif kongrelerine katıldı, hep söz aldı, özenle konuştu. 3 Mart 1924’te onanan öğretim Birliği yasasından sonra, “Kafaları mazinin demir çemberi içinde kitlenen milletin vay haline” diyerek öğretmenlere “Bilirsiniz ki bütün dünya milletleri içinde her an ve her vesile ile bağıra bağıra söylediğimiz bir iddiamız vardır: Biz de her medeni millet gibi en yüksek medeniyet seviyesine müstehak ve müstait (hak etmiş ve yetenekli) bir milletiz diyoruz. Bu iddianın doğruluğu, hepiniz biliyorsunuz ki, asıl fikri sahada, asıl ilim ve fenle tahakkuk edebilir. Sizler bu milleti harsiyle, içtimai hayatiyle, bütün ilim ve fenniyle en yüksek medeniyet seviyesine çıkaracak işçilersiniz. Vazifeniz hakikaten çok şerefli, fakat çok ağırdır…. Sizler için asla fütur yok, azim ve ümit var… Vazifeniz hem uzun hem de mahrumiyetli sürecek… Bugün memleket baştan başa bir dershane halindedir….. Türk milleti bu dershaneden muvaffak çıkıncaya kadar çalışacak ve muvaffakiyetle çıkacaktır.” Diye seslenerek ilk öğretimin kaçınılmazlığına ilişkin düşüncelerini yansıttı.
Hükümet, Cumhuriyetin duyurulmasını izleyen köklü değişiklikleri kurumlaştırmanın maddi ve manevi güçlüklerini aşmaya çabalarken, bir yandan da hiç vakit geçirmeksizin bütün yetişenlere eğitim olanağı sağlayabilme yöntemi arayışına Başbakan olarak öncülük etti. Bu emeli “Maarifte gayelerimizin temini için az masrafla çok okutabilmek usullerinin tatbikinde bilhassa mesai sarfetmek kararındayız” (5) sözleriyle Meclis kürsüsünden duyurdu.
Bütün Türk vatandaşlarının eğitim seferberliğine katılımını sağlamak amacıyla kentlerden köylere yaygın kültür- eğitim kurumu olmak üzere 1932 yılında başlatılan Halk Evleri’nin getirdiği canlılıkla, aydınlar kırsal kesimi daha yakından tanırken, ülke genelinde, özellikle de köylerdeki eğitim yetersizliği ve bunun ülkenin kalkınmasını büyük ölçüde engellediği daha da iyi kavrandı. Bunun üzerine, ülke nüfusunun çoğunluğunun köylerde yaşadığı dikkate alınarak köy çocuklarına ailelerine ve devlete en az maliyet getirerek en hızlı şekilde ve eğitim olanağı sağlayacak yöntemlerin arayışı başladı. Ne var ki, çoğu öğretmenin kırsal kesimde görev yapmaya isteksizliği, yapanlarınsa köy koşullarına uyum sağlayamamaları ciddi bir sorun oluşturuyordu. Atatürk ve Başbakan İsmet Paşa’nın yönergeleriyle Reşit Galip’in Milli Eğitim Bakanlığı sırasında, Hükümet, ulaşılması zor köyler ve köylülere eğitim götürebilmek için olaganüstü çabalar sarf etti. Hatta bakanlıkta köylere ivedilikle öğretmen yetiştirmenin yöntemlerini araştırmak üzere bir Köy İşleri Komisyonu kuruldu. Bu komisyon tarafından hazırlanan raporda “Öyle bir köy öğretmeni tipi yaratmalıyız ki, o yalnız köylünün inançlarını işlemek, toplumsal kurmlarını etkilemekle kalmasın. Köyün yüzünü ve ekonomik hayatını değiştirsin” sözlerine yer verilerek büyük bir özlem dile getirilmişti. Ancak, köy enstitülerinin ön hazırlığı anlamına da gelebilecek bu komisyonun çabaları, uygulamaya dökülemedi. Bununla birlikte, köy öğretmeni sorunu, 1934 yılında yeniden ele alındı. Bu sıra Türkiye’de sayısı 38 000 dolayında olan köyler için 50,000 öğretmen gerekirken öğretmen okulları, yılda ancak 150 mezun verebiliyordu. Tüm ilkokul öğretmenlerinin sayısıysa 17 000’i geçmemekteydi. üstelik, bu öğretmenlerin hepsi, kentlerde çalışmak istiyorlardı.(6) Dahası, 1935 nüfus sayımında belirlenen acıklı tablo da erkek nüfusun ancak yüzde 23.3’ünün, kadınlarınsa yüzde 8.2’sinin okuma-yazma bildiğini göstermekteydi. l0.000 nüfuslu bir çok yerde okuma yazma bilmeyenlerin oranı 89,3 idi. (7)
Bu gerçekler değerlendirilerek, köylerdeki eğitim yetersizliğinin en hızlı şekilde, kırsal kesim çocuklarının köy koşullarını bilen öğretmenler tarafından eğitilmesiyle giderilebileceği düşünüldü ve köylerde köy öğretmenleri yetiştirmek üzere kurslar açılması kararlaştırıldı. 1936 yılında Eskişehir-Mahmudiye’de açılan ilk eğitmen kursuna, ertesi yıl Köy Eğitmenleri Kanunu çıkarıldığında 3 kurs daha eklendi. Hatta bu ara Atatürk, bakanlığın parası olmasına karşın köylerde hizmet verecek öğretmen bulmakta çok zorlandığından yakınan Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’a ordudan terhis edilmiş açıkgöz onbaşı ve çavuşlardan yararlanmasını önererek, kırsal kesimde eğitim sorununu yerel eğitim ordusu oluşturarak çözme düşüncesine bir anlamda destek de vermişti. (8) İnönü ise CHP grup toplantısında yaptığı önemli bir konuşmada köy ve kent koşullarının ayrılığının dikkate alınarak köylerin kültür kaynağı olacak okulların hızla kurulması gerektiğine ve bu okullar için öğretmen yetiştirilmesinin zorunlu olduğuna dikkat çekerek ülke kalkınmasının büyük ölçüde köylerin kalkınmasıyla sağlanabileceğinin bir kez daha altını çizdi. (9) Öte yandan, eğitmen kursları, sadece okuma yazma öğretmekten daha nitelikli kimseler yetiştirilebilmek için bir süre sonra Köy Öğretmen Okulları’na dönüştürülürken, köy enstitülerinin de temeli atılmış oldu.
İsmail Hakkı Tonguç’un projelendirdiği Köy Enstitülerinin çıkış noktası, ilk öğretimin yurt çapında yaygınlaştırılması için köyden seçilecek çocukların kısa zamanda yetiştirilip köy koşullarına uyumlu eğitmenler olarak yine köylerde görevlendirilmeleriydi. Enstitülerin asıl şekliyle gündeme getirilmesiyse Atatürk’ün eğitim politikasını sürdürmeye kararlı olan İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde gerçekleşti. Köy çocuklarının ancak yüzde 25’inin yararlanabildiği ilk öğretimi köylere uzanan ilköğretim seferberliğiyle kırsal kesimde yaygınlaştırmak, Cumhurbaşkanı olarak da İnönü’nün en önemsediği uğraşısı oldu. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 5. Büyük Kurultayı’nda parti başkanı olarak yaptığı konuşmasında “önümüzdeki yıllarda nüfusumuzun çoğunluğunu oluşturan köylümüzün, gerek eğitim, gerekse geçim düzeyini yükseltmeyi başlıca hedefimiz olarak görüyoruz. Bu konuda alacağımız sonuçlara çok önem ve değer veriyoruz. Kesin olarak inanıyoruz ki köylümüzün eğitimini ve geçimini daha yüksek düzeye vardırdığımız gün, ulusumuzun her alandaki gücü bugün tasavvur olunamayacak kadar yüksek ve heybetli olacaktır” diyerek köy eğitiminden beklentilerini tekrarladı. . Bu çerçevede, Anadolu’yu canlandırarak ülkenin gücünü birkaç misli arttırabilmek için, toplumun çoğunluğunu oluşturan köylüyü eğitmek amacıyla kurulan köy enstitülerini hem kuruluş hem gelişme aşamalarında alabildiğine destekledi. Programlarının yapılmasından teknik ve mali donanımlarına, uygulamalarına kadar tüm aşamalarıyla bizzat ilgilendi, pek çoğuna da katıldı.
1939 Temmuzunda Ankara’da toplanan ilk Milli Eğitim şurası’nda ülke aydınlarının, eğitim uzmanlarının yurt çapında yaptıkları uzun incelemelere dayandırılarak Köy Enstitüleri için hazırlanan rapor okundu. Bu raporda Enstitülerin köylerde eğitimi yüzde yüz gerçekleştirip köylüyü bilinçli üretken yaparak ülke kalkınmasına sağlayacakları katkının altı çizilmişti. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel de konuşmasında İnönü’nün 5. Kurultay’daki sözlerine yer vererek bu projenin hükümet tarafından da canla başla desteklendiğini hatırlattı. ülke gerçeklerini ve olanaklarını gözeterek hazırlanacak programın hemen uygulamasına geçileceğini söyledi. şurayı yakından izleyen İsmet Paşa ise şuranın bitiminde üyeler ve eşleri onuruna, çankaya’da onlarla bizzat tanıştığı bir akşam yemeği vererek konuya yakın ilgisini bir kez daha eğitimcilerle kamu oyuna gösterdi. (10) Enstitülerin kurulması için çalışmalar, hızla gelişti.
Enstitülerin bilimsel ve uygulamalı eğitime yer veren aydınlatıcı ve üretici bilim kurumları olarak köy çocuklarını genel ve mesleki kültür bakımından bilgilendirerek köylerinde saygın, fikirleri sorulabilecek kimseler olarak yetiştirmeleri hedeflenmişti Enstitülerin açılacakları yerler, bu yerlerin coğrafya özelliklerine göre verilebilecek mesleki bilgiler, hepsi ayrı ayrı tasarlanmış, kurumsal örgütlenmenin imece şeklinde olması öngörülmüştü. Köylerdeki okulların, işliklerin (atölyelerin) öğretmen evlerinin yapımı ve donanımı da köy halkının devletle işbirliğiyle sağlanacaktı. (11)
Köy Enstitülerinde eğitim süresinin 5 yıl olması, derslerin de yarısı kültür dersleri, öbür yarısı ise tarım dersleri ve çalışmalarıyla teknik dersler olarak 3 grupta verilmesi kararlaştırılmıştı. Anayasadaki fırsat eşitliği maddesi dikkate alınarak, enstitülere 5 yıllık köy ilkokulunu bitirmiş, sağlıklı, yetenekli çocukların kız erkek farkı gözetilmeksizin, eşit koşullarda sınanarak alınmaları kararlaştırıldı. Enstitülerden öğretmen olarak mezun olanların 20 yıl zorunlu hizmet vermeleri öngörülmüştü. Köy çocuklarının tamamen ücretsiz olarak yararlanacakları enstitülerle ilk kez olanaksız kesimin çocuklarına çağdaş eğitimden yararlanma olanağı getirilirken yine ilk kez köy çocuklarına devlet eliyle ileri öğrenim ve çağdaş eğitim görme yolu açıldı. (12)
Enstitü öğretmenlerin görevleri ise ikiye bölünmüştü. Bunlardan okul ve kurslarla ilgili görevleri, öğrencilere teorik derslerin yanı sıra, okul, kümes, ahır yapımından hayvan bakımına kadar uzanan uygulamalı öğretim vermeye; onlara okulların yapılaşmasını, işletmeciliğini öğretmeye, okula özgü arazinin iyi işlenmesini sağlamaya, tarım işlerinin bilimsel yöntemlerle yapılması için yörelerinde örnek bağ, bahçe, atölyeler oluşturarak bu konudaki bilgileri köylülere de aktarmaktan, öğrencilerin sağlığını gözetmeye kadar uzanıyordu. Yapım işlerini yönetmek de öğretmenlerin bir başka göreviydi. 20-60 yaş arasında kadın-erkek bütün köylüler, öğretmenin yönetiminde yılda 20 gün imece yöntemiyle çalışarak gereken yapılaşmayı bitireceklerdi.
Öğretmenlerin köy halkını yetiştirmekle ilgili görevleriyse, köylüyü üretimini daha verimli kılabilmek için bilgilendirmek başta gelmek üzere civardaki tarihi kalıntıların ve doğal güzelliklerin değerini öğretip korunması konusunda bilinçlendirmeyi de içeriyordu. Köylerin durgun yaşamını canlandırmak için düğünler, bayramlar gibi çeşitli olanaklarda törenler, eğlentiler düzenlemek, çocuklara müzik aletleri çalmayı öğretmek, yüzücülük, kayak, atıcılık, güreş gibi spor alanında yetenek ve beceriler kazandırmak ve bunları dinletiler, yarışmalar şeklinde köy halkına da göstermek gibi noktalar da öğretmenlerin görevlerindendi. (13) Bu hizmetler karşılığında öğretmenler, 20 lira aylıkla göreve başlatılacak, her birine kendilerinin ve ailelerinin geçimine yetecek kadar toprak, tohum v.s. de verilecekti.
Bu ilkeler çerçevesinde Köy Enstitüleri Yasa tasarısının görüşülmesine 1940 Nisanı’ nda başlandı. Ne var ki, hele yeni başlamış bir dünya savaşıyla o sıralar Türkiye ve dünya gerçekten olaganüstü günler yaşamaktaydı: Toplum henüz Türk devriminin çağdaş getirilerini benimsemeye çalışırken savaş tehlikesi karabasan gibi ülkenin üzerine çökmüştü. Savaştan önce Avrupa’da totaliter yönetimler etkinlik kazanırken Türkiye’de sol ideoloji, her yeniliğe karşı çıkan, dolayısıyla, devrimle bir türlü barışamayan tutucu kanat tarafından halkı yeniliklerden koparma yöntemleri içinde büyük tehlike olarak gösterilerek alabildiğine kullanıldı. Bu ortamda gerçekleşen Meclis görüşmeleri sırasında, ülke için böylesine yararlı bir tasarıya pek çok karşı koyan oldu. Bu kimseler, aslında genellikle çıkarsal nedenlerle, yönetimde, yargıda, eğitimde laiklikten yeni harflere, kadın-erkek eşitliğine kadar getirilen yeniliklere karşı olanlardı. Bunlar, olumsuz niteledikleri bütün bu gelişmelerin sorumlusu gördükleri Halk Partisi ile özdeşleştirdikleri Köy Enstitülerini günah keçisi yaptılar. Meclis’te yasa tasarısına karşı çıkarken sadece köy çocuklarına özgü bir eğitim kurumunun ülkede sınıf ayrımı yaratacağından, çarçabuk yetiştirilen öğretmenlerin yetersiz yarı aydınlar olacaklarına, bununda çocukların eğitimi açısından büyük sakıncalar taşıyacağını işaret etmeye kadar uzanan görüşler öne sürdüler. Kimisi de enstitülerdeki karma eğitime karşı çıkıp, öğretmenlere işlenmek üzere toprak verilmesini, yapım işleri başta, uygulanacak imece yöntemini solculuk niteliyordu. Karşıtlar, öğrencilerin o döneme kadar uygulananlardan farklı, hatta yabancı bir eğitim sistemi içinde kolaylıkla solcu ideolojiye tutsak olacaklarını ısrarla tekrarladılar. Sert tartışmalar oldu. ülkedeki düşünce farklılıklarını göstermek açısından kuşkusuz hepsi kayda değer bu tartışmalar arasından oldukça ilginç biri, gerçekte, kadının toplumsal etkinliklerden dışlanması anlamında yapılan köy kadınlarının imeceye katılmaması önerisi ve Erzurum Milletvekili Nakiye Elgün Hanım’ın bu maksatlı öneriye şiddetle karşı çıkarak kabul edilmesini önlemesiydi. (14)
Köylerin kalkınmasından ürken, köylünün bilinçlenmesi durumunda ona egemen konumlarını yitirme kaygısı içinde olanların köy enstitüleri konusunda olumsuz yorumları ve sert eleştirilerini duymazlıktan gelen İsmet Paşa’nın Enstitüleri desteklediği bilinmekteydi. Yasanın görüşülmesinden kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı’nın Meclis’te “Türk milleti ilk öğretimde göz diktiğimiz amaca vardıktan sonra büsbütün başka kudrette bir varlık olacaktır. Kazancımız artacak, teknik yükselme gerçekleşecektir” .. “Bütün maarif tedbirleri insan yetiştirmek gibi en çok zamana ihtiyaç gösteren tedbirlerdir. Onun için vaktiyle başlamak, maarif işlerinde hükümetin bilhassa dikkat edeceği bir husus olmalıdır” (15) sözleriyle bu konuda hiç vakit geçirmemek gerektiğine işaret etmesi, olumsuz bakanlara bir uyarı olmuştu. Hele sorun tartışılırken ülkenin parasal sıkıntılarına karşın, Cumhurbaşkanı olarak Meclis’ten eğitim işlerinin özenle ve hızla yürütülmesini istemesi, ayrıca, hükümetin bu işlere el koyduğunu hatırlatması, Milli Eğitim Bakanı’na büyük güç verdi. Bu güvence ile Hasan Ali Yücel, Enstitülerin sosyal bir sınıf doğurmak gibi bir amaç taşımadığını kurumların modelinin başka ülkeden alınmayıp özgün bir sistem olduğunu anlatan doyurucu açıklamalar yaptı. (16)
Köy Enstitüleri’nin kurulması için yasa, 17 Nisan günü, 426 milletvekilinin 146sı oylamaya katılmadığından, 278 oyla, 3803 No.lu yasa olarak kabul edildi. (17) Böylece kırsal alanda öğretimin yanı sıra üretime dönük bir eğitim yöntemiyle, üstelik kendi giderini de yaratarak eşitlik ve demokrasi çerçevesinde geliştirilen ilkelerle, ülkenin büyük çoğunluğuna çağdaş uygarlık yolunu açacak, bilinçli yurttaşlar olmalarını sağlayacak bir eğitim sistem kuruldu. Meclisteki oylamaya katılmayanların sayısı, tasarıya daha başlangıçtan karşı çıkanların çokluğu konusunda bir göstergedir. Kaldı ki, Enstitülerin önemini anlayamayanlar, veya kişisel çıkarları ağır bastığından anlamak istemeyenler, bir süre sonra, türlü asılsız iftiralarla suçladıkları bu güzel oluşumların sonunu getirmek üzere seferber oldular
Yasanın kabulü üzerine, 40 000 yerleşim merkezinin sadece 31 000 inde okul olduğu gerçeği de gözetilerek, okullaşma, hızla başlatıldı. öncelikle, köy eğitmeni yetiştirmek üzere Eskişehir çifteler, ızmir-Kızılçullu, Kırklareli-Lüleburgaz-Kepirtepe (Edirne) ve Kastamonu Gölköy’de açılmış olan dört köy öğretmen okulunun enstitüye dönüştürülmesi kararlaştırıldı. 1940 yılında bunlara Adana Düziçi, ızmit Arifiye, Antalya Aksu, Balıkesir Savaştepe, ısparta Gönen, Kars Cılavuz, Malatya Akçadağ, Kayseri Pazarören, Samsun Ladik Akpınar, Trabzon Beşikdüzü; 1941 yılında Ankara Hasanoğlan, Konya ıvriz; ertesi yıl SivasYıldızeli, Erzurum Pulur’a 1944’te Aydın Ortaklar ve Diyarbakır Ergani-Dicle’de kurulanların da eklenmesiyle bu okullarda okuyan öğrencilerin sayısı l6 000’e yükseldi. O yıl Köy Enstitüleri’ni bitiren 1996 öğrenci, 1750 köy okulunda görevlendirildi. (18) 1948 yılında Van Ernis’te kurulanla 21e ulaşan enstitüler, sayılan merkezler ve civarın da eklenmesiyle tüm Türkiye’yi kapsayacak bir yaygınlıkta olmak üzere planlanmıştı. Enstitülerin yüksek kısmı ise 1943’te Ankara yakınında Hasanoğlan’da açıldı. Ankara üniversitesi’nin rektöründen dekanlarına kadar bir çok öğretim üyesi, bu okulda ücretsiz gönüllü dersler verdiler.
Köy Enstitülerinin açılması, ülke genelinde ilk öğretim mezunlarının sayısı da çoğalttı. Yeni harflerin l928 yılında kabulünü izleyen 10 yılda 262 000 kişi ilk öğretim diploması alırken enstitülerin beş yılında bu sayı 478 000 i bulmuştu.
Köy Enstitüleri’ndeki derslere 1943 yılında çıkarılan yasayla sadece erkek öğrencilerin alındığı sağlık bölümleri de eklendi. Bu bölümlerde 3. Sınıfı bitirenler 2 yıllık eğitim sonunda Köy Sağlık Memuru olabiliyordu. Böylece, enstitülerde kırsal kesim için sağlık memuru yetiştirilmeye de başlandı. öte yandan, kızlar için tasarlanan ve Sağlık Bakanlığı tarafından açılması öngörülen ebe okulları tasarısıysa kağıt üzerinde kaldı.
öte yandan, Köy Enstitüleri Yasası’nın onanmasında Cumhurbaşkanı İnönü’nün büyük ağırlığı olmuştu. Daha önce de vurgulandığı gibi, o, ilk öğretimi bir insanlık, bir ulus olma sorunu olarak görmekteydi. Nitekim, daha sonraları, Enstitülerin yıldönümünde bu görüşünü, “ilk öğretimi olmayan memleketlerde Ortaçağ idaresi bütün yönleriyle devam eder. Resmi kanunlar ne derlerse desinler, ne haklar vatandaşlara tanınırsa tanınsın, hiç olmazsa ilk öğretim derecesinde bilgi olmazsa haklar ve vazifeler canlanamaz. Hür vatandaşlardan birleşik bir ulus olmasının çarelerinin başında ilk öğretim çaresi gelir” diyerek açıklamıştı. “Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi sayıyorum. Köy Enstitülerinden yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm oldukça yakından, candan takip edeceğim.” (19) sözleriyle olduğu kadar, kurulmalarının ilk yılı Meclisi açarken yine enstitülerden söz ederek bu kurum sayesinde ilk öğretim sorununun 15 yılda çözüleceğinin altını çizerken de İnönü, bu sisteme bel bağlayanlara bir kez daha önemli bir güven kaynağı oldu. Söylevleriyle olduğu kadar, zaman zaman gazete ve dergilere yazdığı köy enstitülerinin amacı, işleyişi, eğiticileri ve öğrencilerini konu alan makaleleriyle de bu güvenin sürmesini sağladı. (20)
İnönü, özellikle enstitülerdeki karma eğitime gelen yoğun eleştiriler karşısında bir yandan kız çocukları okutmamadaki büyük yanılgıya işaret ederken bir yandan da ilk öğretim sorununun kısa vadede çözümlenemeyeceğini, öncelikle ekonomik güçlenme gerektiğini vurgulayanları eleştirerek bu okullara yerel yöneticilerin de azami ilgisini istedi. İnönü’ye göre ilk öğretim, “insan olarak yaşamak için su ve hava gibi” doğal bir gereksinimdi. (21) Enstitüler Türkiye’nin bu sorununa çözümdü. Ancak, öğrenci ailelerinin yanlış izlenimlerden kurtulup bu masrafsız olanaktan yararlanarak çocuklarının okullara devamını sağlamaları şarttı. O, bu konuyla da yakından ilgilendi. “Arkadaşlarım bu işle uğraşmak için benim bulduğum kadar vakit ve heves ayırabilirlerse, biz devam meselesini yakın zamanda tamamiyle hallederiz Bunu hallettiğimiz zaman, memleketin ve milletin az zamanda o kadar farklı ilerlemesini sağlayacak ana tedbiri nasıl bulmuş olduğumuza kendimiz de şaşakalırız” diyerek kaymakamları, valileri, milli eğitim müdürlerini, öğretmenleri, müfettişleri bölgelerindeki her öğrencinin okula devamı ile ilgilenmeye çağırdı. İkinci Dünya Savaşı’nın ağır ekonomik bunalımlına karşın ailelere devletten çocuklarını parasız yatılı okumak üzere enstitülere göndermeleri için çağrılar gönderterek köylüye devlet babanın kendilerini hatırladığı duygusunu tattırdı. Gıda maddelerinin vesika ile dağıtıldığı savaş yılları boyunca, daha çok kalori harcadıkları gerekçesiyle işçilere, gram olarak daha fazla gıda tahsis edildiğinden, köy enstitüsü öğrencilerinin de daha iyi beslenebilmeleri için karnelere işçi olarak kaydedilmelerini sağladı.
Cumhurbaşkanı’nın ülkenin tüm yönetim mekanizmasını seferber ederek bizzat üzerinde durduğu bu enstitülerin öğrencilerin devamı kadar önde gelen bir sorunu da bina idi. Savaş koşullarının yoklukları ve yapı malzemesinin yüksek fiyatları okulların yapımını güçleştirmekteydi. İnönü zorlamalara karşın bu okulların hedeflenen sayıya ulaşabilmesi için devletin enstitüleri her türlü vergiden muaf tutarak destek olmasını sağlarken, ulusun beklentilerinin ancak güçlü idealizm ve büyük özveriyle gerçekleşebileceğini sık sık dile getirdi. Eğitim görevlileri ve yerel yöneticileri bu büyük seferberlikte hep yüreklendirdi. Enstitülerin etkinliklerini izleyerek, pek çoğunu sık sık ziyaret ederek desteğini sürdürdü. örneğin, 1941 Ağustosunda Samsun’dan şöyle seslendi: “Samsun’a gelinceye kadar Köy Enstitülerinden üçünü gördüm. Kız ve erkek köylü çocuklarımız hem müesseselerini kuruyorlar, hem de ileride ifa edecekleri yüksek vazifeleri için hazırlanıyorlardı. Yapıcı, çare bulucu, çalışkan bir ruh bu enstitülerin hayatına hakim olmuştur. Bu durumu görmekten pek memnun oldum, pek ümitliyim. Türk kızlarının müstesna haysiyeti ve ciddi vazife severliği bütün mekteplerimizde olduğu gibi Köy Enstitülerinde de göze çarpmaktadır. öğretmenler ve enstitü müdürleri Türk köyünün geleceğini sağlam temellere istinad ettirmek için aşk ile çalışıyorlar. İktidarlı, fedakar ve vatansever köy öğretmenleri yetiştirmek enstitülerin mukaddes emelleridir. şüphe yok ki enstitü öğretmenlerine ve müdürlerine düşen vazife hepimiz için imrenilecek, heves edilecek bir vazifedir. şimdiki tutumları iyi netice alacağımız ümidini bende çok kuvvetlendirdi. Köy Enstitüleri hakkındaki bu müsbet görüşlerimi vatandaşlarıma söylemekten zevk alıyorum.” Enstitü öğrencilerine “Ahlaklı, vakarlı, haysiyetli olarak yetişiniz. Köylerimiz sizi bekliyor” (22) diye öğüt verirken, Ankara ‘yı ziyaret eden yabancı devlet adamlarına baş ikramı, Hasanoğlan Köy Enstitüsünü gezdirmekti . (23)
Ne yazık ki, Türk devriminin yenilikleri henüz özümsenmeden, Köy Enstitülerinin kuruluş aşamasıyla da eş zamanlı patlak veren II. Dünya Savaşı’nın getirdiği bunalım, CHP ve yaptırımlarına mal edildi ve bunun ilk faturası Köy Enstitüleri’ne çıkarıldı. ıktidarı ve Halk Partisi ile özdeşleştirilen devrim hareketlerini desteklemeyenler bir araya gelerek Enstitüler aleyhine bilinen eleştirileri tekrarlayan bir akım oluşturdular. Siyasiler kadar kimi çevrelerce aydın sayılanların ve her türlü halk kesimlerinin de katıldığı bu akımla insanlar öylesine bölündü ki, bir yazar, duygularını “Köy Enstitüleri hakkında ne düşündüğünü söyle kim olduğunu söyleyeyim” sözleriyle yansıttı. (24) Daha sonra CHP den ayrılacak olan milletvekillerini de içeren bu akımın sesi, hele Demokrat Parti’nin kurulmasından sonra Büyük Millet Meclisi’nde de duyuldu. Türkiye’de laik, ezbercilikten uzak, bilimsel eğitimi, öğrencilerin de yönetime katıldığı demokratik sistemiyle iyice yaygınlaştıran enstitüler, çok partili rejime geçiş aşamasında muhalefet tarafından ulusal eğitimin bir parçası değil, iktidar partisinin bir organıymışçasına eleştirildiler. Tıpkı kuruluş aşamasında olduğu gibi, bu okullara sadece köy çocuklarının alınmasının eşitlik ilkesine uymadığı, özünde de zaten halkçılıkla çelişen bir kurum olduğu, bu okullarda komünizm propagandası yapıldığı, kız ve erkek çocuklarının bir arada okumalarının Türk ahlak ve geleneklerine aykırı olduğu gibi savlar Meclis kürsüsünden öne sürüldü. Ne acıdır ki bu görüşler, Meclis içinden ve dışından özellikle de CHP’yi yıpratmak isteyenlerden beklenmeyen ölçüde katılım gördü. öğrenci ailelerinin maddi yükümlülükle karşılaşmamaları için devlet tarafından verilen tek tip elbiseler bile kimi çevrelerde eleştiri konusu oldu.
Bir çok batı ülkesinde faşizan yönetimlerin egemen olduğu o günlerde en büyük kaygısı rejimi korumak olan İsmet Paşa’nın, 1945’te çok partili sistemin de getirilmesiyle iyice yerleşmekte olan demokrasinin örselenmesini engellemek için yeğlediği sıkıntılı sessizliği, Meclis’te ve hükümette bunalımları tırmandırdı. Bu ara boy hedefi yapılan Köy Enstitülerini korumak umuduyla sistemden ilk ödünler verildi: Enstitülerde kültür dersleriyle uygulamalı teknik derslerin özenle saptanmış oranları değiştirildi. 1946 seçimlerinden sonra kurulan Recep Peker Hükümeti’nde Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı görevine son verilerek yerine Reşat şemsettin Sirer’in atanmasını Köy Enstitüleri hakkında çok ağır dil kullanan bu bakanın, İsmail Hakkı Tonguç’u ağır suçlamalarla görevinden alması izledi. Sonraki adımlar, bu okullardaki derslerin niteliğinin de değiştirilmesi, 1949 yılında bu okullara sadece köy çocuklarının alınmasından vaz geçilmesi ve karma eğitime son verilmesi, oldu.. Demokrat Parti iktidarının ilk yılında Milli Eğitim Bakanı olan Tevfik ıleri, enstitülerle mücadelenin komünizmle mücadele sorunu olduğunu bile dile getirdi. Ve sonunda, 27 Ocak 1954 tarihinde 6234 No.lu yasa ile enstitüler, öğretmen okullarına dönüştürüldü. (25)
Köy Enstitülerin kurulmasını sağlamış olan İsmet Paşa, çok değer verdiği, ülke için nice umutlar beslediği bu okulların acıklı sonunu önleyememekten ve bunun ülkeye maliyetinden kuşkusuz çok üzüntü duymuştur. Onun 27 Mayıs devriminden sonra başbakanlığını yaptığı 1962 koalisyon hükümetinin programında Türk milli eğitim sisteminin toptan gözden geçirilmesi gerektiğini belirterek ilköğretim çağındaki bütün çocukların 1970 yılına kadar okul içine alınması dileğine yer vermesi (26), kuşkusuz bunun en büyük göstergelerindendir. İsmet İnönü, bir süre sonra, 1966 yılının 17 Nisan’ında Köy Enstitüleri’nin kuruluşu anılırken “Köy Enstitüleri ile kapalı olan köylü hazinesi keşfolunmuştur. Bunun mütehassısları cesaretle bunun içine girdiler. Başarıyı, ilk önce burada değerlendirmek lazımdır. Köy Enstitülerinde çalışanları, Hasan Ali Yücel’i , Hakkı Tonguç’u rahmetle anmak isterim. Ben Devletin başındaydım. Köy Enstitülerindin asıl zahmetini çekenler, bu eserin mimarları ve onun tutunması için çalışanlardır. Eser onlarındır” (27) diyerek Enstitülerin kendine göre bir bilançosunu yapmıştır. Ancak, bu mütevazı sözlerinde enstitülerin uğradığı sondan duyduğu üzüntüyü kavramamak, bir başka vesileyle Türk ulusuna bırakacağı başlıca iki eserin birinin çok partili hayata geçiş, öbürünün de Köy Enstitüleri olduğunu söylerken de duyduğu kıvancı fark etmemek olanaksızdır.
İsmet Paşa’dan söz etmeden anlatılması olanaksız olan, hatta onunla hayat bulduğunu söyleyebileceğimiz eğitim tarihimizin altın sayfası Köy Enstitüleri, zaman içinde, tıpkı İsmet Paşa gibi, çok özlenmiş, çok yerilmiş, çok övülmüş, ancak, hep gündemde kalmışlardır.
KAYNAKÇA
1) Aydemir,Şevket Süreyya, İkinci Adam Cilt II. ıst. 1967 s. 369-70
2) Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle ilgili Söylev ve Demeçleri, Ank. 1946, s.98, l00
3) Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle ilgili Söylev ve Demeçleri, Ank. 1946, s. 3
4) Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle ilgili Söylev ve Demeçleri, Ank. 1946, s. 88-89
5) İbid, 90-96, 105
6) Aydemir, şevket Süreyya, İkinci Adam, Cilt II, ıst. 1967 s. 376
7) Basında Köy Enstitüleri Cilt I, Ank. 2000( Yeni Adam 13.5.1940’dan) s. 287
8) Aydemir, Şevket Süreyya, ıkinci Adam, Cilt II, ıst. 1967, s. 377
9) Türkoğlu, Pakize, Tonguç ve Köy Enstitüleri, ıst. 1997, s. 94
10) Türkoğlu, Pakize, Tonguç ve Enstitüleri,ıst.1997, s. 143-45
11) İbid s.94
12) İbid s.150
13) Tonguç, İsmail Hakkı, Köy Eğitim ve Öğretiminin Amaçları, Köy Enstitüleri II, Ank. 1944, s. 11-26
14) Köy Enstitüleri ile İlgili Yasalar, Cilt II,Ank.2000, s.424
15) Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle ilgili Söylev ve Demeçleri Cilt I İst. 1946 s.47
16) İbid s. 319
17) Turan, şerafettin., İsmet İnönü, Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Ank. 2000 s. 197
18) Hasan Ali Yücel’in 1945 yılı TBMM bütçe görüşmeleri sırasındaki konuşmasından, H.A.Yücel’in Köy Enstitüleri ve ,Kköy Eğitimi ile ilgili Yazıları, Konuşmaları, Ank. 1997, s.230
19) İsmet İnönü’nün Söylev ve Demeçleri Cilt I ıst. 1946 s.73, 397
20) Ulus, 18 Nisan 1945, 17 Nisan 1946,İlköğretim Dergisi, 15 Eylül 1942
21) Cilt I s. 573 Ulus 7 Ağustos 1944
22) Köy Enstitüleri II, ızmir Kızılçullu, s. 201
23) Turan, şerafettin, A.g.e. 199
24) Basında Köy Enstitüleri, Ank. 2001, s.296, Eyüboğlu, Sabahattin, Okur Yazarlar ve Köy Enstitüleri, Varlık Dergisi, Ocak, 1947’den alıntı
25) İbid 199-204
26) Turan, Şerafettin, A..g.e. s.204
27) Aydemir, Şevket .Süreyya, A..g..e. Cilt II s. 332