İSMET İNÖNÜ
ve
TEK DERECELİ
İLK SEÇİMLER
(1946–1950–1954–1957)
ÜZERİNE SEÇMELER
Hazırlayan: İlhan Turan
İnönü
Vakfı
Aralık
2002 – Ankara
İnönü
Vakfı
Şehit Ersan Cad. No: 14 Pembe Köşk Konut Sitesi
B – 1 Blok
Daire: 5
06550 Çankaya
– ANKARA
Tel: 0.312.
428 18 41
Fax: 0.312.
427 15 26
Web Site: www.ismetinonu.org.tr
Elektronik
Posta: inonuvakfi@yahoo.com
Banka Hesap
Numaraları:
Halkbank
Çankaya Şubesi: 16665
Vakıfbank
Kavaklıdere Şb: 2005568
İÇİNDEKİLER
İçindekiler ...
Sunuş – İnönü Vakfı Başkanı Özden
Toker...
Önsöz – Çok Partili Düzen, Tek
Dereceli Seçim ve İsmet İnönü – Şerafettin Turan ...
İki Dereceli ve Tek Dereceli
Seçimler ile 1946–1957 Arası Seçim Yasalarında Yapılan Değişiklikler Hakkında
Açıklayıcı Bilgi – İlhan Turan ...
Cumhuriyetin İlk Dönemi ile
1945–1950 Arasında Kurulan Siyasal Partiler ...
Hazırlayanın Notu ...
Kısaltmalar ...
ÇOK PARTİLİLİĞE GEÇİŞ ÖNGÖRÜLERİ
Halkın
Kendi Kendini Yönetmesi
11.11.1938.. Cumhurbaşkanı
Seçildikten Sonra Annesine Söyledikleri ...
29.05.1939..
CHP V.
Kurultayını Açış Söylevinden ...
19.05.1945.. 19 Mayıs 1945 Gençlik ve Spor Bayramı Törenlerindeki Hitaptan …
Çok Partililiğin Gerekliliği
08.07.1945.. İstanbul Hadımköy’de
Üst Düzey Komutanların Katıldığı Bir Toplantıdaki Söylevden ...
09.07.1945.. Dolmabahçe’de Üst Düzey Katılımlı Bir Toplantıdaki Söylevden
…
İLK TEK
DERECELİ SEÇİMLER VE ÇOK PARTİLİ YAŞAMIN OTURTULMA SANCILARI
Tek Dereceli Seçimlere Geçiş ile
Halkın ve Partinin Hazırlanması
17.04.1946.. “İlköğretimde Çalışmalarımız” Başlıklı Makaleden …
03.05.1946.. Eskişehir
Halkevi’ndeki Söylevden …
06.05.1946.. Akşehir Halkevi’nde Seçimlere
İlişkin Konuşmadan ...
10.05.1946.. CHP II. Olağanüstü Kurultayını Açış Söylevinden ...
19.05.1946.. 19 Mayıs 1946 Gençlik ve Spor Bayramı Törenlerindeki
Hitaptan ...
24.05.1946.. Erzincan Halkevi’ndeki Söylevden …
29.05.1946.. Erzurum Halkevindeki Konuşmadan …
02.06.1946.. Trabzon Halkevi
Tarafından Düzenlenen Müsamerede Yapılan
Konuşmadan …
1946 Seçimleri
……. 1946.. “Seçim Devri” Başlıklı Makaleden ...
12.07.1946.. 1946 Genel Seçimleri
Dolayısıyla Yayınlanan “Millete Beyanname”den ...
24.07.1946.. 1946 Genel Seçimlerinden Sonra Yayınlanan “Millete Beyanname”...
Çok
Partili Yaşamın Oturtulma Sancıları ve Yapıcı Misyon
14.05.1947.. British United Press
Ajansı’nın Avrupa Genel Müdürü Virgil M. Pinkley ile Yapılan Söyleşiden …
11.07.1947.. 12 Temmuz Beyannamesi
...
26.09.1947.. Samsun Halkevi’nde …
17.11.1947.. CHP VII. Büyük
Kurultayını Açış Söylevinden ...
26.10.1948.. Ankara Beypazarı’nda
Cumhuriyetin 25. Yıldönümü Dolayısıyla Yapılan Konuşmadan …
27.10.1948.. Ankara Polatlı’da
Cumhuriyetin 25. Yıldönümü Dolayısıyla Yapılan Konuşmadan …
03.08.1949.. İzmir Hisarönü
Kahvesindeki Konuşmadan ...
07.08.1949.. Manisa Söylevinden
...
07.08.1949.. Manisa Kırkağaç
Söylevinden ...
08.08.1949.. İzmir Bergama
Konuşmasından ...
08.08.1949.. İzmir Dikili
Konuşmasından …
11.08.1949.. İzmir Belediyesinin
Düzenlediği Toplantıdaki Söylevden ...
13.08.1949.. İzmir Bayındır
Konuşmasından ...
15.08.1949.. İzmir Ödemiş
Söylevinden ...
15.08.1949.. İzmir Tire
Konuşmasından ...
16.08.1949.. Aydın Söylevinden ...
18.08.1949.. Denizli Söylevinden
...
18.08.1949.. Aydın Nazilli
Konuşmasından ...
19.08.1949.. Aydın Kuşadası
Konuşmasından ...
21.08.1949.. İzmir’de Sendikalar
ve Spor Kuruluşlarının Düzenlediği Toplantıdaki Söylevden ...
1946 Sonrasına Toplu Bakış
01.10.1949.. Dolmabahçe Basın
Toplantısından …
1950 DÖNÜMÜ
1950
Seçimleri ve Temel Vurgular
24.03.1950.. 1950 Genel Seçimleri
Dolayısıyla Ankara Polatlı’daki İlk Seçim Konuşmasından …
26.03.1950.. Ankara Kırıkkale Söylevinden
…
26.03.1950.. Erdal İnönü’ye
Mektuptan ...
28.03.1950.. Ankara Beypazarı
Konuşmasından …
31.03.1950.. Malatya Konuşmasından
…
03.04.1950.. Adana Halkevi
Söylevinden …
05.04.1950.. Konya Konuşmasından …
18/25.04.1950.. Erdal
İnönü’ye Mektuplardan ...
04.05.1950.. İzmir’de
Gazetecilerle Seçimler ve Seçim Sonucu Olasılıkları Üzerine Sohbetten …
05..05.1950.. İzmir Cumhuriyet
Meydanındaki Söylevden …
06.05.1950.. Manisa Konuşmasından
…
06.05.1950.. Manisa Akhisar Konuşmasından
…
06.05.1950.. Balıkesir Konuşmasından ...
07.05.1950.. Çanakkale Biga
Halkevi’ndeki Konuşmadan ...
08.05.1950.. Bursa Halkevi Söylevinden …
09.05.1950.. Kocaeli Konuşmasından …
10.05.1950.. İstanbul Taksim Meydanındaki Söylevden …
İktidar Sonrası Temel Değerlendirmeler ve Ana Muhalefete Geçiş
22.05.1950.. Erdal İnönü’ye Mektuptan ...
23.05.1950.. Şükran Borçlarım Başlıklı Makaleden ...
24.05.1950.. CHP Genel Başkanlığını Fiilen Yürütmeye Başlaması Dolayısıyla
Yayınladığı Bildiri …
25.05.1950.. Erdal İnönü’ye Mektuptan ...
28.05.1950.. CHP Divanında Yapılan Konuşmadan …
…………….…… “Hayat Hikayemin Özeti”nden ...
29.06.1950.. CHP VIII. Büyük Kurultayını Açış Konuşmasından ...
Yerel Seçimler ve 1950 Dönümünün
Ara Dökümü
09.10.1950.. 1950 Ankara İl Genel Meclisi Seçimi Dolayısıyla
Ankara Radyosunda Yapılan Konuşmadan ...
1951 Ara Seçimleri
22.08.1951.. Halkevlerinin Kapatılması ve 1951 Ara Seçimleri Dolayısıyla
Düzenlenen Basın Toplantısından ...
10.09.1951.. 1951 Ara Seçimleri Dolayısıyla Ankara Radyosunda Yapılan Konuşmadan ...
12.09.1951.. 1951 Ara Seçimleri Dolayısıyla Ankara Radyosunda Yapılan Konuşmadan ...
1954 SEÇİMLERİ
1950
Sonrası Ekonomik – Siyasi Gelişmelere Dair Kapsamlı Eleştiriler
09.04.1954.. 1954 Genel Seçimleri Dolayısıyla Malatya’daki İlk
Seçim Söylevinden ...
13.04.1954.. İstanbul Söylevinden ...
15.04.1954.. Balıkesir Söylevinden ...
16.04.1954.. İzmir Söylevinden ...
18.04.1954.. Mersin’de Olaylı Geçen Konuşma ...
16.04.1954.. Niğde Konuşmasından ...
22.04.1954.. Kayseri Konuşmasından ...
23.04.1954.. Sivas Konuşmasından ...
26.04.1954.. Ankara Radyosundaki Söylevden ...
1957 SEÇİMLERİ
Seçimlerde Muhalefet Partilerinin
İşbirliği Girişimleri Üzerine
09.09.1957.. CHP XIII. Kurultayını Açış Konuşmasından ...
18.09.1957.. CMP Olağanüstü Büyük Kongresinde Yapılan Konuşmadan ...
19.09.1957.. CHP–CMP–HP Arasındaki İşbirliğine Dair Demeçten ...
20.09.1957.. Seçimlerde CHP’nin Tutumuna İlişkin Basın Toplantısından
...
Seçim
Koşullarının 1950 ve 1954’ten Farklılıkları ve Nisbi Temsil
21.09.1957.. 1957 Genel Seçimleri Dolayısıyla Malatya’daki
İlk Seçim Söylevinden ...
22.09.1957.. Elazığ Söylevinden
...
03.10.1957.. Erdal İnönü’nün Düğününde Gazetecilerin Sorularına Yanıtlardan..
11.10.1957.. Trabzon Konuşmasından ...
Tek Parti Yönetimine Dönüş Eğilimine Karşı Çıkış
12.10.1957.. Rize Konuşmasından ...
13.10.1957.. Giresun Konuşmasından ...
Rejim Bunalımı ile Ekonomik Bunalım Arasındaki Bağ
14.10.1957.. Samsun Konuşmasından ...
1946 Seçimleri ile Sonrasını Değerlendirme ve “İktidar
Müptelalığı” Üzerine
16.10.1957.. Konya Söylevinden ...
Enflasyonist Politikalara Karşı Planlama – Kalkınmanın
Gerekliliği, Dinin Siyasete Alet Edilmesine Karşı Çıkış
17.10.1957.. Kırklareli Babaeski Konuşmasından ...
17.10.1957.. Kırklareli Konuşmasından ...
18.10.1957.. Edirne Söylevinden ...
19.10.1957.. Tekirdağ Konuşmasından ...
Seçim Emniyeti, Basın Hürriyeti, Nisbi Temsil
20.10.1957.. İstanbul’da Düzenlenen Basın Toplantısından ...
20.10.1957.. İzmir Söylevinden ...
27 Yılın Hesabı.. “Hakikatte Atatürk’ten Sormak istedikleri Hesabı
Benden Soruyorlar”
22.10.1957.. Balıkesir Söylevinden ...
22.10.1957.. Ankara’da Düzenlenen Basın Toplantısından ...
Seçimler Sırasındaki Gelişmeler ve
Son Döküm
28.10.1957.. Seçim Gecesi 01.30’da CHP Genel Merkezinde Basına Verilen Demeçten ...
04.12.1957.. 5. Menderes Hükümeti Programı Dolayısıyla TBMM’de Yapılan Konuşmadan ...
Kaynakça ..
Sözlük..
SUNUŞ
İnönü Vakfı’nın amaçlarının
başında İsmet İnönü’nün yaşadığı zaman aralığında, özellikle onun katkısı ile ve
Türk toplumunu etkilemiş olayların, gelişmelerin ve değişimlerin araştırılması, duyurulması gelmektedir.
Vakıf bu amacı gerçekleştirmek
için Pembe Köşk’ün halkın ziyaretine açık olduğu dönemlerde, güncel konuları
seçerek sergiler düzenlemektedir.
Bu sene 29 Ekim 2002 Cumhuriyet
Bayramının hemen arkasından gelen 3 Kasım 2002 Milletvekili Seçimlerini göz önüne
alarak, “İsmet İnönü ve Tek Dereceli İlk Seçimler” sergisini gerçekleştirdik.
Bilindiği gibi Türkiye’de 1924 ve
1930’da kurulan iki parti dışında, çok partililiğe 1945 yılında geçilmiştir. Bu
geçiş ile birlikte iktidar ve muhalefet olmanın ön koşulunu oluşturan seçimlere
ilişkin yasal düzenlemeler de tam bir hızla Türkiye’nin siyasal yaşamında ve
tartışmalarında ilk kez önem taşımaya başlamıştır.
Aradan bu kadar uzun zamanın
geçmesine rağmen hala güncelliğini koruyan çok partili düzen ve ilk seçimler
konusundaki sergimiz büyük ilgi çekmiştir.
Bu nedenle meraklılara ve
araştırmacılara bir kolaylık yapmak ve çalışmalarımızın devamlılığını sağlamak
düşüncesiyle sergilenen belgeleri bir kitapçık haline dönüştürmeyi kendimize
ödev bildik.
“Kulaktan dolma” denilen, yani bir
gerçeğe dayanmayıp söylene söylene sanki gerçekmiş sanılan bilgiler çok
yanıltıcı ve tehlikelidir.
Vakfımız Cumhuriyet tarihimizin
yazılmasında yardımcı olmak gayesiyle bütün çalışmalarımızda olduğu gibi bu
kitapta da hep gerçek olaylara ve onları yansıtan belgelere sadık kalmıştır.
İnönü
Vakfı Başkanı
Özden
TOKER
ÇOK PARTİLİ DÜZEN, TEK DERECELİ SEÇİM VE İSMET İNÖNÜ
29
Ekim 1923’te TBMM Hükümetinin dayandığı sistemin Cumhuriyet olduğu açıklanırken
Cumhuriyet kavramının Demokrasi ile eş anlamlı olduğu kanaatından
hareket edilmişti. Nitekim Cumhuriyet’in daha ikinci yılında demokrasi’nin
gereği olan çok partili siyasal yaşama geçme girişiminde bulunulmuştu. Ama ne
bu ilk girişimle kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi, ne de ondan
‘6’ yıl sonra Atatürk’ün öneri ve desteği ile kurulan Serbest Cumhuriyet
Partisi uzun ömürlü olamamışlardı. Öte yandan milletvekilliği ve yerel
seçimler de hep iki dereceli olarak sürdürülmüştü.
Tek
parti sistemi, İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığının ilk yıllarından başlayarak
değişikliğe uğramıştı. TBMM’de Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminden izin
almaksızın serbestçe denetimde bulunulması ve eleştiriler yapılabilmesi
amacıyla 1939’da Mustakıl Grup
adı verilen bir grup oluşturulmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği
1945’te de çok partili düzene geçilmişti. Bu dönüşümde, dış beklentilerin payı
ne olursa olsun, asıl etkenin İsmet İnönü’nün kararlı tutumu olduğu yadsınamaz.
Daha dünya savaşı sona ermeden Türkiye’nin bünyesine uygun demokrasi
ilkeleri’nin uygulanıp rejimin geliştirilmesinden söz eden İnönü, Sanfransisko
barış konferansı sürerken de, kurulacak ikinci partiyi koruyacağını ve büyük
partinin onu ezmesine izin vermiyeceğini de vurgulamıştı. Milli Kalkınma
Partisi (18 Temmuz 1945) ve arkasından Demokrat Parti (7 Ocak 1946),
onun öncülüğünü yaptığı çok partili düzene geçme siyasetinin sonucunda
kurulmuştu.
Partilerin
sayısı çoğalınca 1947’de yapılması gereken milletvekili seçimleri öne
alınmıştı. Ama seçim sistemi de değiştirilerek seçimlerin tek dereceli
olması kabul edilmişti. Böylece uygulama dönemi başlamış, yeni sistemde ilk
seçimlerin 21 Temmuz 1946’da yapılması kararlaştırılmıştı. Bundan böyle İsmet
İnönü’yü artık öngördüğü sistemin uygulayıcısı, seçimlerin düzen içinde ve
hakça yapılmasını sağlamaya çalışan bir devlet başkanı. bir ana muhalefet
lideri olarak görmekteyiz. Sistemin oturması ve gelişmesi her şeyden önce
halkın demokrasi ve seçimler konusunda bilgilendirilmesini gerektirdiğinden,
İnönü’nün seçimler öncesinden başlayarak partisinin propagandasını yaparken,
her fırsattan yararlanarak seçmenleri bilgilendirmeye, yöneticileri ve iktidarı
uyarmaya da büyük önem verdiği görülmektedir.
İşte
İlhan Turan’ın derlemesi İsmet İnönü’nün çok partili demokratik yaşamın benimsenip
gelişmesi için harcadığı bu büyük çabayı gözler önüne sermektedir.
Okuyucu
bu alanda ne kadar yol alındığını saptamaya çalışırken, seçimlerde karşılaşılan
güçlüklerin değişip değişmediğini ve demokrasi anlayışında görüş birliğine
varılıp varılmadığını da kendi kendine sorgulayacaktır sanırız.
Şerafettin TURAN *
İKİ DERECELİ VE TEK DERECELİ SEÇİMLER İLE 1946 – 1957 ARASI SEÇİM
YASALARINDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER HAKKINDA AÇIKLAYICI BİLGİ *
1945 yılı ile birlikte çok partili yaşamın başlamasının ardından
seçimlere ilişkin bir dizi yasa ve yasa değişikliği yapılmıştır. Ancak bu
konunun geçmişi ve sözü edilen geçiş sürecindeki adımlar bugün yeterince bilinmemektedir.
Bu nedenle aşağıdaki bilgiler önem taşımaktadır.
I.Meşrutiyet döneminde çıkarılmış bulunan İntihabı Mebusan
Kanunu 1942 yılına kadar çeşitli değişikliklerle uygulanmış ve İki
Dereceli Seçim sistemini içermiştir.
İki Dereceli ve çoğunluk esasına dayalı olan bu yasa
sonrasında, 14 Aralık 1942 tarihinde
kabul edilen Mebus Seçimi Kanunu ile değişik tarihlerde yapılan ara
değişikliklerin derli toplu hale getirilmesi amaçlanmıştır. 1946 öncesindeki
seçimlerde milletvekili seçimi için önceleri basit çoğunluk aranırken
zamanla mutlak çoğunluk kaydı getirilmiştir.
İki Dereceli seçimlerde seçme hakkına sahip vatandaşlar (Birinci
Seçmenler), yalnızca kendilerini temsil edecek İkinci Seçmenler’i
seçmekte; İkinci Seçmenler ise ikinci etaptaki seçimlerde sandık başında oy
kullanmaktadır. İki Dereceli seçim sisteminin geçerli olduğu dönemlerde, devlet
yönetim sisteminin zayıflığı, dolayısıyla seçim örgütlenmesinin her tarafa
ulaşamaması vb. etkenlerden ötürü kentlerin dışındaki yerleşim birimlerinde
özellikle köylerdeki seçmenler, büyük yerleşim birimlerine giderek oy
kullanmışlardır. Köylerden ilçelere ulaşım güçlükleri vd. faktörler nedeniyle
Birinci Seçmenin oy verme süresi kimi durumda bir kaç haftayı bulmakta, bu nedenle seçimler ikinci seçmenin oy
verdiği nihai seçim gününden bir kaç ay önce başlayabilmektedir. İkinci seçmen
ise bilinen seçim kronolojilerinde yer alan “seçim günü”nde oy kullanmaktadır.
Bu uygulama 1946 seçimleriyle birlikte yerini Tek Dereceli
Seçimler’e bırakmıştır. Tek Dereceli seçim uygulaması, 5 Haziran 1946
tarihli Milletvekilleri Seçim Kanunu ile getirilmiş ve 21 Temmuz 1946 tarihindeki genel seçim ile sonraki
bütün seçimler Tek Dereceli Seçim sistemi uyarınca yapılmıştır. Tek
Dereceli seçimin önceki İki Dereceli seçimlerden en önemli farkı, seçme
hakkına sahip seçmenlerin bütününün seçimlere katılımıyla tek etapta, tek
bir günde yapılmasıdır. 1946, 1948, 1950, 1954 ve 1957 yıllarında çıkarılan
ve/veya değişiklik yapılan seçim yasalarındaki çoğunluğa ilişkin hükümler ise
yerini korumuştur.
Seçim yasalarında,1946’dan 1950 seçimlerine kadarki bütün
değişiklikler, seçme – seçilme ile oy kullanma ve sayım yöntemlerinin bir
önceki yasaya göre geliştirilmesine yönelik olmuştur.
İlk tek dereceli seçim olan 1946 genel seçimlerinde kullanılan
oylar açık oy – gizli tasnif
yöntemi ile kullanılmış ve sayılmıştır. O dönemde bir çok siyasi
tartışmaya yol açan açık oy – gizli tasnif yöntemi, 9 Temmuz 1948
tarihinde kabul edilen Milletvekilleri Seçimi Kanununun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi Hakkındaki Kanun hükümleri sonucunda, gizli oy – açık
tasnif yöntemi ile değiştirilmiştir.
9 Temmuz 1948 tarihli yasa hükümleri uyarınca; gizli oy – açık
tasnif yanısıra Seçim Kurulu’nun bileşimi Belediye Başkanı ve
Belediye Meclis üyeleri olmaktan çıkarılıp, siyasi parti temsilcileri ile
meslek örgütleri temsilcilerini içerir şekilde genişletilmiştir.
16 Şubat 1950 tarihli Milletvekilleri Seçimi Kanunu ile
getirilen değişikliklerin en önemlileri ise merkezi bir Yüksek Seçim Kurulu’nun
oluşturulması ve böylece seçim işlerinin yerel idari organ ve kuruluşlardan
özerk hale getirilmesi ve seçimlerin illerin en yüksek yargıcının başkanlığındaki
bir seçim kurulu ile adli teminata kavuşturulmasıdır.
1950 yılında iktidarın değişimi ile birlikte ise, partizanca
uygulamalar sonucu, yargıçların üzerindeki siyasi baskı, görev yeri değişikliği,
emekli etme vb. uygulamalar nedeniyle yargı sistemi ve seçimlerde yargıç teminatı
ilkesi zedelenmiştir.
İsmet İnönü’nün kitapta yer alan sözleri arasında bulunan 1946,
1950 seçimleri ve bu seçimlerin öncesinde çıkarılan ve daha sonra değişikliklerle
geliştirilen seçim yasaları ile, 1954 ve 1957 yıllarında seçim yasalarında
yapılan değişikliklere yönelik sözlerinin, bu açıklamalar ışığında
değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
İlhan Turan
CUMHURİYETİN İLK DÖNEMİ İLE
1945 – 1950 ARASINDA KURULAN SİYASAL
PARTİLER
09.09.1923
10.10.1924 tarihinde, adını Cumhuriyet Halk
Fırkası olarak değiştirdi.
CUMHURİYET HALK FIRKASI
10.10.1924
– 09.05.1935 tarihinde, adını Cumhuriyet Halk Partisi olarak değiştirdi.
1924, Ankara
SERBEST CUMHURİYET FIRKASI
1930, İstanbul
LAİK CUMHURİYETÇİ İŞÇİ VE ÇİFTÇİ FIRKASI
1931, İstanbul
MİLLİ KALKINMA PARTİSİ
1945, İstanbul
1946, İstanbul
SOSYAL ADALET PARTİSİ
1946, İstanbul
LİBERAL DEMOKRAT PARTİSİ
1946, İstanbul
ÇİFTÇİ VE KÖYLÜ PARTİSİ
1946, Bursa
TÜRK SOSYAL DEMOKRAT PARTİSİ
1946, İstanbul
TÜRKİYE SOSYALİST PARTİSİ
1946, İstanbul
TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ
1946, İstanbul
TÜRKİYE İŞÇİ VE ÇİFTÇİ PARTİSİ
1946, İstanbul
TÜRKİYE SOSYALİST EMEKÇİ VE KÖYLÜ PARTİSİ
1946, İstanbul
YALNIZ VATAN İÇİN PARTİSİ
1946, İstanbul
ERGENEKON KÖYLÜ VE İŞÇİ PARTİSİ
1946, İstanbul
ARITMA KORUMA PARTİSİ
1946, İstanbul
İSLAM KORUMA PARTİSİ
1946, İstanbul
YURT GÖREV PARTİSİ
1946, İstanbul
İDEALİST PARTİSİ
1947, İstanbul
TÜRK MUHAFAZAKAR PARTİSİ
1947, İstanbul
TÜRKİYE YÜKSELME PARTİSİ
1948, İstanbul
MİLLET PARTİSİ
1948, Ankara
ÖZ DEMOKRATLAR PARTİSİ
1948, Afyonkarahisar
SERBEST DEMOKRAT PARTİSİ
1948, İzmir
MÜSTAKİL TÜRK SOSYALİST PARTİSİ
1948, İstanbul
TOPRAK, EMLAK VE SERBEST TEŞEBBÜS PARTİSİ
1949, İstanbul
MÜSTAKİLLER BİRLİĞİ
1950, İstanbul
ÇALIŞMA PARTİSİ
1950, Ankara
LİBERAL KÖYLÜ PARTİSİ
1950, İstanbul
DEMOKRAT İŞÇİ PARTİSİ
1950, İstanbul
BAĞIMSIZLAR SİYASİ DERNEĞİ
1950, İstanbul
HAZIRLAYANIN
NOTU
Bu
kitap esasen “ilk seçimler” konulu olarak hazırlanmış, ancak çok partili yaşama
geçişin konu ile doğrudan bağı olmasından dolayı, ilk bölümde çok partililiğe
geçiş gerekliliğine işaret eden bazı seçmelere de yer verilmiştir.
1946,
1950, 1954, 1957 genel seçimleri ile bu tarihler arasındaki ara seçimlerle
ilgili İsmet İnönü’den seçki olarak hazırlanan bu kitapta,*
yalnızca belirtilen tarihlere ilişkin konuşmaları içeren birinci derecedeki
metinlerden seçki yapılmış; ikincil (CHP il ve ilçe kongrelerine gönderilen
mesajlar** vd.) metinler ise alınmamıştır.
İsmet
İnönü’nün 1957 sonrası konuşmalarında bulunabilecek olan, tek dereceli ilk
seçimler ve genel olarak Türkiye’nin siyasal süreçlerine ilişkin bir çok metin
içindeki özel değiniler de yine bu kitabın kapsamı dışında tutulmuştur.
Bu
“eksikler”e karşın, 1946, 1950, 1954 ve 1957 seçimlerine ilişkin birinci
derecedeki ilgili metinlerin içinden seçki yapılmış olması itibarıyla kitabın
özgün bir değer taşıdığı belirtilmelidir.
Kitapla
ilgili belirtilmesi gereken diğer hususlar ise şunlardır:
İsmet
İnönü’nün konuşmalarının özgün akışlarının izlenebilmesi ve metin içlerindeki
alıntı kesikliklerinin anlaşılabilmesi için
metin başları ve sonları hariç, parantez içi noktalamalara (...)
başvurulmuştur. Böylece, titiz okuyucu veya araştırmacılar için, burada yapılan
seçmeler ile özgün metinler arasında karşılaştırma yapma ve bağlam oluşturma
olanağı yaratılmıştır.
Ayrıca metinlerdeki dilin özgünlükleri korunmuş, herhangi bir
değişiklik yapılmamış; az sayıdaki tekil harf veya sözcük ekleri ise köşeli
parantez [ ] içinde belirtilmiş, gerekli bazı yerlerde ise sayfa altlarına
açıklayıcı bilgiler eklenmiştir.
İnönü Vakfı Arşivi: İVA
Demirbaş No: Dn
Adı geçen eser: age
Ulus Gazetesi : UG
Cumhuriyet Gazetesi: CG
Tasvir Gazetesi: TG
Ayın Tarihi: AT
Basın Yayın Umum Müdürlüğü: BYUM
Basın Yayın Genel Müdürlüğü: BYGM
Ülkü Millî Kültür Dergisi: ÜMKD
Çankaya Özel Kalemini Anımsarken: Ç.Ö.K.A
C. H. P. Yedinci Büyük Kurultayı : CHP Y.B.K.
Milli Şef İnönü’nün Hitabe, Beyanat ve Mesajları: M.Ş.İ.H.B.H.
Kemal Zeki Gençosman: K.Z.G.
Cumhurbaşkanı İnönü’nün Ege Seyahati: C.İ.E.S.
Baba İnönü’den Erdal İnönü’ye Mektuplar: B.İ.E.İ.M.
Muhalefetde İsmet İnönü–Konuşmaları, Demeçleri, Mesajları,
Sohbetleri ve Yazılarıyla (1950–1956): M.İ.İ.K.D.M.S.Y. (1950–1956)
İsmet İnönü, Hatıralar: İ.İ.H.
Muhalefetde İsmet İnönü–Konuşmaları, Demeçleri, Mesajları,
Sohbetleri ve Yazılarıyla (1956–1959): M.İ.İ.K.D.M.S.Y. (1956–1959)
ÇOK PARTİLİLİĞE GEÇİŞ ÖNGÖRÜLERİ
Halkın Kendi Kendini Yönetmesi
Çok Partililiğin Gerekliliği
Halkın Kendi Kendini Yönetmesi
Cumhurbaşkanı Seçildikten Sonra Annesine Söyledikleri
Haldun
Derin; Ç.Ö.K.A. (1933–1951), sf. 141 ...
11Kasım 1938
Meclis’ten Pembe Köşk’e, kendi
evine dönen İsmet İnönü, annesi bayan Cevriye Temelli’nin odasına girmiş, onun
elini öptükten sonra şöyle demişti: “Çok ağır bir vazife aldım üstüme. Ama,
Türk milletini kendi kendini idare etmeye alıştıracağım.” Bunun
öyküsünü kendisiyle ahbaplığı ilerletmekten başlı başına zevk aldığım Başhekim
Dr. Zeki Hakkı Pamir’den dinleyecektim.
CHP V. Kurultayını Açış Söylevinden
Siyaset hayatında tecrübe geçirmiş
adamlar olarak, memleketimizin ihtiyacına ve bünyesine en uygun olan halk
idaresi usulünü kemale erdirmek niyetindeyiz. Bu yolda temiz yürekle
çalışıyoruz. Bizden sonra gelecek vatandaşlara milletimizin siyasî hayatında
ilerlemiş bir seviye bırakmak başlıca emelimizdir.*
İyi bir halk idaresinin siyasî
idarede ana ilkesini, her çeşit seçimlere halkın samimî olarak katılmasıyla,
hükûmetin Büyük Millet Meclisinin faaliyetinde hakikî bir millet murakabesinin
şüphe götürmez bir tarzda bulunması hususu ile hülâsa edebiliriz.
19 Mayıs 1945 Gençlik ve Spor Bayramı Törenlerinde Gençliğe
Hitaptan
AT, BYUM, Sayı: 138, 131 Mayıs
1945, sf. 5153 ... 19 Mayıs 1945
Memleketimizin
siyasî idaresi; Cumhuriyetle kurulan halk idaresinin her istikamette
ilerlemeleri ve şartlariyle, gelişmeğe devam edecektir. Harp zamanlarının
ihtiyatlı tedbirlere lüzum gösteren darlıkları kalktıkça, memleketin siyaset ve
fikir hayatında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir.
(...)
Büyük Millet Meclisinin kudretli elinde olan millet idaresi, demokrasi yolunda
olan gelişmesinde devam edecektir.
Çok Partililiğin Gerekliliği
İstanbul Hadımköy’de Üst Düzey Komutanların Katıldığı Bir
Toplantıdaki Söylevden
Biz,
demokrasi hayatını bütün şartlarile temin edeceğiz.
Bir
de parti meselesi vardır. Bence bir
karşı parti memlekette teessüs etmedikçe demokrasi cihazı tamamlanmış olmaz.
Bu benim başvekilliğimden beri iltizam ettiğim bir cihettir. Yapamadık;
bugün de yapamıyoruz. Benim edindiğim tecrübeler, politikada karşı parti
ister şeklindedir. (...) Bizde karşı partiler fena şekillerde tecrübe
edildi. Biz Türkler söze ve küfüre tahammül edemeyiz. Katil vak’alarının
çoğu bu yüzdendir. Nasıl alıştıracağız. Bunun pratikten başka vasıtası
yoktur. (...) Bu, zamanla efkâr[ı] umumiyenin telkin ettiği kaidelerle
bir ölçüye varacaktır. Cemiyetin bu ölçüyü içinde yuvarlanarak kendi kendine
bulmasından başka çare yoktur.
Dolmabahçe Sarayında Üst Düzey Katılımlı Bir Toplantıdaki
Söylevden
İVA,
Dn: 01973 ... 9 Temmuz 1945
Eh, şimdiye kadar parti tecrübeleri
muvaffak olmadı. Ne kadar senede olur, bilmem. Yolu açık bırakacağım; ben
varken ben, yoksam benden sonraki yapar. Yakın zamanda yahut önümüzdeki seçimde
olur; bir gün teşekkül eder.
İLK
TEK DERECELİ SEÇİMLER VE
Tek
Dereceli Seçimler ile
1946
Seçimleri
Çok
Partili Yaşamın Oturtulma Sancıları ve Yapıcı Misyon
Tek Dereceli Seçimlere Geçiş ile Halkın ve Partinin Hazırlanması
Tek
dereceli seçim yapmak ve milleti idare edecek olanları çoklukla takdir etmek
yetkisi, vatandaşlara pek ağır sorumlar verir. Bu yetkinin vatana faydalı
olarak kullanılması, kadın erkek, bütün vatandaşların, hiç olmazsa ilk
öğretimlerinin tamam olmasına bağlıdır. Onun için, ilk öğretim, ve onun yapı,
öğretmen ve devam gibi türlü meseleleri, millî varlığımızın temel
meseleleridir. Bu meselede, partilerin, biribirimizin gayretini kesecek değil,
destekleyip arttıracak surette hareket edeceklerini ümid ederim.
Eskişehir Halkevi’ndeki Söylevden
(...)
bütün vatandaşları yeni bir imtihana hazırlıklı bulmak istiyorum. Önümüzdeki
tek dereceli olarak yapacağımız seçimde bütün vatandaşlarımı seçim ödevine
çağıracağım.
Bütün
dünya meselelerinin tasviye olunacağı bu günlerde Türk milletinin kendi
idaresine karşı olan vaziyeti nedir, Millî meseleler konuşulacağı bir zamanda
karar ve idraki nedir. Önümüzde yapacağımız tek dereceli seçimle bunu bir defa
daha bütün dünyaya ilân edeceğim.
(...) Yeni seçime hızla gideceğiz
(...) Dış memleketler: (Türkiyenin alacağı karar nedir bir görelim) endişesine
düşerlerse politika yapılamaz kanaatine vararak memleketi vazifeye davet ettim.
Memleket, vatan ayrı ayrı her birimizindir. Orta çağlarda olduğu gibi
memleket bir ferdin malı değildir. Her vatandaş malın sahibi, vazifenin sahibi
ve mes’ulüdür. (...) Bir defa, bin defa tecrübe ettim, aldanmadım, onun
için vazifeye çağıracağım.
(...).
Fakat bu gün kurulan bir parti yarın iktidarı elde etmek hevesine kapılıyor, bu
kadar aceleye lüzum yoktur. İnfial üzerine kurulan partilerin yapıcı rol
oynamalarına imkân yoktur, yeni partilere geçenler içinde memnun olmayanlar
vardır. Bazıları Toprak kanunundan muğber olduğu için bir kısmı filan yerde
seçilmediği için girmiştir. (...)
Demokrasinin
faideleri büyüktür. Yalnız iki hastalığının tehlikesine dayan[ıl]malıdır.
1)
Demokrasi faidesini getirmeden önce mahzurunu getirir, önce nifak ve teşeddüt
gelir, bu devreyi sükûnetle atlatmak gerektir.
2)
Demokrasi bu günden yarına hemen inkişaf etmez, zaman ister, sabır ister,
sabırsızların bu yolu takip etmesine imkân yoktur.
Akşehirliler;
milletin takibettiği ve etmek istediği millî siyaseti meydana koyması için
hükûmet adamlarının resmî beyanatı bazı zamanlar kâfi gelmez. Böyle zamanlarda
milletin kendi iradesini açık surette belli ederek kararlı bir durum temin
etmesi lâzımdır. Büyük seçim bize bu neticeyi verecektir.
CHP II. Olağanüstü Kurultayını
Açış Söylevinden
Türk
halk idaresinin yeni bir hamlesine karar vermeniz için sizi davet ettim: tek
dereceli seçim meselesi.
Esasen,
seçimi, tabiî olarak 1947 için düşünüyordu[k]. Dış ve iç politika gerekleri,
memleket idaresini bir an önce kararlı kılmak mecburiyetini gösterdi. Dünyanın
hali, geçen sene tahmin edebildiğimizden daha bulanık ve karanlık olarak, uzun
bir sürünceme yolunu tutmuştur. Bu yolda, ne ihtimâller karşısında kalacağımızı
kestiremiyoruz. Gelecek sene, bu ihtimâlleri, temsil müddeti bitmiş bir Büyük
Millet Meclisi ile karşılamak gibi bir durumda bulunmaktan sakınmak isteriz.
(...) Zaten, yeni Seçim Kanunu bir defa çıktıktan sonra, artık, Büyük Meclis,
kendi temsil kudretinin zayıflığına kendisi hükmetmiş durumda kalacaktır. İçerde
ve dışarda, hiçbir politika, otoritesinden şüphe edilen bir Büyük Millet Meclisi
ile yürütülemez. (...)
Tek dereceli milletvekili seçimini,
ilk defa tecrübe edeceğiz. Tecrübenin bize neler öğreteceğini şimdiden tahmin
edemeyiz. Herhalde, yeni seçimin maksadı temin etmesi için, mümkün olan
hazırlıkları yapacağız ve tedbirleri alacağız.
(...)
Seçimin tek dereceli olması kadar ehemmiyetli olan nokta, vatandaşın serbest
seçim yaptığına ve verdiği oyların muhterem ve masun tutulduğuna kanmış
[inanmış] bulunmasıdır. İktidarda kalacaksak, veya kalmıyacaksak, bunun,
ancak vatandaş oylarının çokluğu ile kararlaşmış olduğuna, hepimizin inanmamız
lâzımdır.
Bu maksatla, bir sürü tedbir düşündük. Eski kanuna göre, eylül
başında başlayıp ekim ortasında bitecek belediye seçimlerinin, mayısta başlayıp
haziran başında bitirilmesi tedbiri de, bunlardandır. Bugünkü belediye
meclisleri, büyük çoklukla, Cumhuriyet Halk Partisi üyeleridirler. Belediye
meclisleri milletvekili seçiminde vazifeli olduklarından, yazın yapılacak genel
seçimin, kendi partimizin eskiden seçilmiş üyelerinin elinde yapılmış olması
ithamına düşmek istemedik. (...)
Seçim sandıklarını,
köylere kadar götürmeğe çalışacağız. Kadın ve erkek seçmenlerin,
tamamiyle ve kolaylıkla, oy sandıklarının başına gelmelerini, milletin
iradesini belirtmek için, büyük çokluğun seçime katılmasına imkan vermek
tedbiri saydık.
Seçim
teftiş heyetlerine, mümkün olan yerlerde, karşı partilerin iştirâk
ettirilmesini iltizam ediyoruz. (...)
İdare
âmirlerinin, kanun dışında, seçime karışmaları ihtimali yoktur. Kanuna karşı
hareket, idare âmirlerinin iktidarında değildir (bravo sesleri). Bizim
içinse, memleket çokluğunun oylarının meydana çıkması, davânın temelidir. Bu
sözlerim, seçim sırasında resmi vazifeli olan ve olmıyan bütün vatandaşlarıma,
kanun hükümlerine dikkatle riayet için bir tebliğdir. Bununla beraber,
idare âmirlerinin kanunca vazifelerini yaparken, müdahale ettikleri tehdidi ile
yıldırılmalarını ve ürküntüye düşürülmeğe çalışılmasını da, tasvip edemeyiz
(bravo sesleri).
(...) Bütün bu mülâhazalardan sonra, şunu da açık olarak söyliyeyim ki,
vatandaş oylarını kazandığımız yerde, haksız ve kanunsuz hareket ettiğimiz;
ve kaybettiğimiz yerde, lâyık olduğumuza uğradığımız propagandasından da,
ürkmiyeceğiz (alkışlar). Serbest ve samimî bir seçim, hedefimizdir.
Kazanırsak vazifemizi yapmakta devam edeceğiz. Seçimi kaybedersek,
karşıya geçerek, fikirlerimizi ve siyasetimizi savunmağa çalışacağız (bravo
sesleri); ve bu yolda da, iktidara karşı dost kalarak, onun muvaffakıyetlerini
ve hizmetlerini takdir ve teşvik etmekten zevk alacağız (şiddetli alkışlar).
Büyük
Kurultay, tek dereceli seçim için karar verdikten sonra, benim “Değişmez Genel
Başkan” vasfım üzerinde de, bir karar almağa davet olunacaktır.* Teklif, benimdir; ve şudur: her büyük
seçimden önce, Büyük Kurultay, partimizi seçime götürecek olan başkanı tâyin
edecektir. Arkadaşlarımın, bana muhabbetlerini bilirim. Ancak, bir büyük
Partinin çalışmasında, birinci derecede tesirli olan adamın, yine Parti
tarafından değiştirilmek imkânının, esas kaide olarak kabul edilmesinde,
gelecek için iyi bir teminat görürüm. Halk idaresinde, herkesin, serbest
oyların tesirinde bulunması[nı], bir örnek olarak geleceğe devretmekten zevk
alacağım (bravo sesleri ve sürekli
alkışlar). (...)
(...) Devlet başı,
milletvekilleriyle beraber seçilir; ve onlarla beraber düşer. Biz de, bu
usulün, ihtiyaçlarımıza uygun olduğuna inanıyoruz. Seçimi kaybedersek,
kazanan partinin başkanının, devlet başı olmasını tabii göreceğiz; ve onu,
samimi bir hürmetle karşılıyacağız. Seçimi kazanmış olan partinin,
başkanını değil, üyelerinden birini, devlet başı seçmesi, onun, daha kuvvetli
arkadaşlarının tesirine mahkûm olmasını intaç edebilir. Sanırım ki, bu, daha
büyük [bir] mahzurdur (çok doğru sesleri). Devlet reisinin, partiler dışında
olması tezi üzerinde durmak istersek, Anayasayı değiştirmeliyiz. Cumhurbaşkanı,
milletvekillerinden başka bir seçime, başka bir müddete tâbi olmak, ve bugün
olduğundan daha başka yetkileri bulunmak gerekli olur. Bu kaideyi kabul etmiş
olan memleketlerde, hal böyledir.
Zamanın,
bizde de ne ihtiyaçlar meydana çıkaracağını kestiremeyiz. Belki bizde de, bir
gün, Cumhurbaşkanı Seçimi için, Anayasada değişiklik lüzumu ileri sürülecektir.
Bu, gelecek nesillerin işidir. Ben, daha geniş müddetli ve yetkili bir
devlet reisi olmak tekliflerine karşı koyacağım. Bunu, benden sonra
geleceklerin işi sayarım. Benden sonra geleceklere de bugünkü tertibin
bünyemize uygun olduğunu söylemekte ısrar ederim (şiddetli alkışlar).
Herhalde,
ben ölünceye kadar, çalışmalarımıza bu kadar vefalı bir yardım, ve kusurlarıma
bu derece tahammül ve hoşgörürlük bağışlamış olan Cumhuriyet Halk Partisinin
üyesi olarak kalacağım; (bravo sesleri, şiddetli ve sürekli alkışlar); ve kabul
ettiği müddetçe, Başkanı olarak, onun siyasetine hizmet edeceğim (şiddetli
alkışlar). Benim parti başından çekilmemi, Cumhuriyet Halk Partisinin zayıflatılması
için tesirli bir çare görüp de, bu maksadı saklıyarak, propaganda yapanların
fikirlerini tahlil etmekten sakınıyorum.
Sayın
Üyeler
Partimizin
programı sınıf esası üzerine cemiyet kurulmasını menetmiştir. Bu maddenin
kaldırılmasını, tetkik edeceksiniz. Biz, kendi programımızda, sınıf
mücadelesini istemiyen ve sınıf menfaatleri arasında ahenk arıyan esasta
kalacağız. Vatandaşlardan, sınıf menfaatleri üzerine cemiyet ve parti kurmak
istiyenlere, kanun yolu ile, mâni olmıyacağız.
Bizim, kanun yoliyle de menetmeğe çalışacağımız cemiyet ve partiler, kökü dışarda,
yâni yabancı âleti olan cemiyet ve partiler ve onlardan mülhem olanlardır
(Sürekli alkışlar). Bunun gibi, dini siyasete alet eden cemiyet ve partilere
de kanun yolu ile karşı koymakta devam edeceğiz (şiddetli ve sürekli
alkışlar).
Bir de, Partimizin Meclisteki Müstakil Grupu için karar vermenizi
isteyeceğiz. Memlekette, partimize karşı çalışma olmadığı zamanlarda, bir
teminat cihazı olarak düşündüğümüz Müstakil Grupa, bugünkü siyasî gelişmeler
karşısında, lüzum kalmadığını sanıyoruz.
(...) Hulâsa edeyim:
A – Tek dereceli seçim hakkında karar.
B – Parti Başkanlığının, dört senede bir seçime tâbi olması.
C – Cemiyetler Kanununda bazı yasakların kaldırılması.
Ç – Büyük Mecliste bulunan, partinin
Müstakil Grupu hakkında karar verilmesi.
(...) Nihayet, Türk Milleti bizim
eksiklerimizi ve kusurlarımızı da, şimdiye kadar denemiş, öğrenmiştir. Yeni
seçimde aziz milletimizin, bizi bir bütün olarak göz önüne almasını dileriz.
Büyük milletin her kararı yürekten makbulümüzdür (bravo sesleri,
ayakta şiddetli ve sürekli alkışlar).
19 Mayıs 1946 Gençlik ve Spor Bayramı
Törenlerinde Gençliğe Hitaptan
ÜMKD; Cilt: 10, Sayı: 113, 1 Haziran 1946, sf. 1 ... 19 Mayıs 1946
Bugünlerde,
tek dereceli milletvekili seçimi gibi, tarihimizin büyük bir hâdisesini daha
göreceksiniz. Günlük siyaset akımları içinde basit görünen bu olay, iyi
biliniz ki, hür milletin serbest iradesiyle kendi kaderine hâkim olduğunu
belirtecek yeni bir devrimdir.
Nazarı
dikkatînizi celbederim, tek dereceli seçim yapacağız. (...) Memleketin her
köşesini görüyorum. Daha birçok yerlerde yarı kapalı bulunan kadınlarımızın
sandık başına gelerek memleketin mukadderatı için rey vermeleri lâzımdır. Bunun
ne demek olduğunu anlıyorum. Sözümü anlıyorsunuz değil mi arkadaşlar? Böyle
iken, bunları bildiğim halde, memleketi her köşesiyle yakından tanıdığımız
halde, yine tek dereceli seçimi kabul ediyoruz. Kabul ediyoruz, çünkü bütün
dünyaya, Türk milletinin henüz yetişmemiş olduğunu farzettiremeyiz. (...)
(...)
Yani bir süs olarak yapmıyorum. Anlıyor musunuz arkadaşlar?
Seçimi
kazanırız, kaybederiz, umurumda değildir.
Trabzon Halkevi’ndeki Söylevden
Arkadaşlar,
(...) iktidarı müstakar, kararlı hale
getirmek lâzımdır. (...) Türkiye’nin menfaatlerini müdafaa edecek, koruyacak mesul
hükûmetin milletin
serbest iradesi ile tâyin edilmiş olması müstaceldir. (Alkışlar). Onun için
süratle biz belediye seçimlerini daha evvele almak, kanunlar çıkarmak,
bunların hepsi esas kararın tatbikatına ait meselelerdir.
Trabzon Halkevi Tarafından
Düzenlenen Müsamerede Yapılan Konuşmadan
İlk defa içine girdiğimiz tek
dereceli seçimin tecrübesizliklerini, teşkil ve tertip eksiklerini görmeğe
başladık. Birtakım eksiklerin ortaya çıkmış
olmasının üzüntüsünü gözlerimizde büyütmemeliyiz. Demokraside bunlar, her
memleketin geçirdiği merhalelerdir. Elverir ki seçimde oylar hakikaten serbest
ve masun olsun, bu esas, şüphe götürmez bir surette temin olunmuştur. Teşkilât
eksiklerinin tecrübeye göre düzeltilmesi ve tamamlanması tabiî bir şeydir.
Milletvekili seçiminde daha ileri tertipleneceğimizi ümit ediyorum ve
milletvekili seçiminin vatandaşlarım için büyük ehemmiyet taşıdığını
görmekten seviniyorum.(...)
(...) Toprak bütünlüğünü,
millet bütünlüğünü ve memleket idaresinin millet iradesine dayanması esaslarını
sağlam ve sarsılmaz tutmakta bizim dikkatimiz daima uyanık olacaktır.
(...)
Her zaman söylediğim gibi, milletimizin kararını ve iradesini güvenle ve saygı
ile karşılıyacağız.
1946
Seçimleri
“Seçim
Devri” Başlıklı Makaleden*
İVA, Dn: 03594 ... Belgede tarih bulunmamaktadır.
(...)
İnkılâp dediğimiz her büyük reformun ilk devresinde rastgeldiğimiz ruhî
mukavemetler, tek dereceli seçimin kabulünde kısa sürmüştür. (...) Mühim
olan nokta seçimin, vatandaşın ruhuna emniyet ve sükûn vermesidir. Bunun
birinci şartı, seçimin hakikaten serbest ve masun olarak cereyan ettiğine
vatandaşın inanmasıdır. Seçimde vatandaşı serbest oydan alıkoyacak veya onun
serbest oyuna hiyle karıştıracak herhangi bir marifet, hepimiz için utanılacak
bir ayıptır ve asla affolunmıyacak bir haksızlıktır. Benim bu kanaatimin,
vatandaşlarım tarafından açıkça bilinmesini isterim.
Bunun
kadar mühim olan bir nokta da, doğru bir seçimin, serbest ve yolunda
yapılmadığını, kasdî olarak bir yıldırma vasıtası gibi kullanmaktır. Bir
çok yerde, daha yarı kapalı ve umumiyetle mahcup vaziyette bulunan kadınlarımız
oy sandığı başına geldikleri vakit, her partide bulunabilecek taşkınların türlü
tecavüzlerine maruz kalırlarsa, mâsum vatandaşlar üzerine en fena tazyik
yapılmış olur. Bunun gibi, herhangi bir partinin mensupları, oy sandığından
aleyhlerine rey çıkacağını sandıkları zaman, her şeyin yolsuz ve kanunsuz
olduğu yaygarasını, tahakküm vasıtası yapabilirlerse, vatandaşın serbest
iradesinden bahs olunamaz. Görülüyor ki, seçimde vazifeli olan bütün
memurlar, kanunun kendilerine verdiği vazifeleri yapmak için hiç bir
propagandadan, hiç bir maddî veya manevî tazyikten asla fütur getirmiyerek,
serbest oy ve her oyun masuniyeti uğrunda tam bir enerji ile ve bütün
selâhiyetle hareket etmeğe mecburdurlar. (...) Türk milletinin serbest
iradesini, seçime musallat olmak istiyecek cüretlilerin oyuncağı haline
getirmek, Türk milletinin haysiyetine yakışmaz.
(...)
Herşeyin kanunî bir yolda, milletin serbest iradesini tecelli ettirmesi
halinde de yine yer yer kaybedenlerin, tek başına veya topluca, seçimlerin
bozuk olduğunu iddia etmeleri mümkündür. Hiç bir millet, tasmim olunmuş
veya sonradan tevessül olunan haksız iddialardan kurtulmanın çaresini
bulamamıştır. Hususile ilk seçimde, bizim başımıza bu hal daha çok gelecektir.
Fakat, bunun ehemmiyeti yoktur. Haksızların gürültüsünü, ne olursa olsun tatmin
etmeğe çalışmak, milletin iradesini haksızlara teslim etmek demektir. Böyle bir
şeyi, Türk milleti hiç yapamaz. Bütün şikâyetler, nihayet, milletin
vicdanında bir hükme bağlıdır. Vatandaşlar oy verdikleri zaman, bütün
şikâyetler karşısında seçimlerin rızalarına mı dayandığını, haksızlık mı
yapıldığını ayırdederler. (...) Bütün partilerce, milletin serbest reyini
kazanmaktan başka çare olmadığını sükûnetle anlamış olduğumuzu ve
anlıyacağımızı ümit ederim. (...) Bunları vatandaşlarıma söylerken, kendi
partimdeki bütün arkadaşlarıma da fikirlerimi söylemiş oluyorum.
Türlü tenkidlerin ortaya döküldüğü
bu zamanda, hoşa gitmiyecek olayların üstüne kendimi çıkararak, sevinç
duygulariyle seçimi bekliyorum. Yeni seçimin, bütün vatandaşların iştiraki
ile tek dereceli olarak yapılması, milletimiz için büyük muvaffakıyettir. Bu
merhale, bizim aziz dileğimizdi. Bu, bizim, uzun senelerdenberi sebat ile
üzerinde yürüttüğümüz bir programın neticesidir. (...) ikinci cihan
buhranı bitmeden, 1945 ilk baharında silahların bırakılmasiyle beraber,
memlekette demokrasinin bütün icaplarının gerçekleştirileceğini ilân ettik.
(...) adalet mekanizmasının
ehem[m]iyeti[nin] yeni siyasî hayatımızda en öne
çıkmış olduğunu görüyorum. Hürriyet ve demokrasi hayatında vatandaş
şerefinin masun kalması ve Devlet kanunlarının şaşmadan ve aksamadan işlemesi,
yargıçlarımızın dirayet ve adaletine kalmıştır. Bundan dolayı, adalet
mekanizmasının kolay işler bir hale gelmesi için alınacak tedbirler en önde
gelecektir. (...) Seçimin sinirli devrinden geçip, huzura ve feyizli çalışmaya
kavuşmamız, millî iradenin tecellisi ile temin olunacaktır. Bu iradenin hakiki
ve temiz bir surette meydana çıkması, hepimizin müşterek muvaffakıyetimiz,
kanuni vazifemiz ve şahsi şerefimiz olacaktır. (...) Milletin rızasiyle tayin olunmıyan iktidar mevkiinin hiçbir
kıymeti ve hiçbir meşru tarafı yoktur. Bunun gibi, milletin rızası meydana
çıktıktan sonra, bunu kıymetten düşürmek için yapılacak propagandanın ve
gösterilecek maddi veya manevi mukavemetin
de hiç bir ehem[m]iyeti olmıyacaktır. Göstermeğe çalışıyorum ve yorulmadan
tekrar ediyorum ki, dâvanın esası seçimde milletin serbest iradesinin meydana
çıktığına milletin kendisinin inanmasıdır.
1946 Genel Seçimlerinden Sonra Yayınlanan “Millete
Beyanname”
ÜMKD; Cilt: 10, Sayı: 117,
1 Ağustos 1946, sf. 1 ... 24 Temmuz 1946
Vatandaşlarıma,
Yeni
seçim sona ermiştir.* Türk
milleti kadın ve erkek seçmenlerin büyük nispette iştiraki ile
milletvekillerini seçmiştir. Yeni Büyük Millet Meclisinin muhtelif
partililerden ve bağımsızlardan kurulmuş olması vatanımız için büyük
muvaffakıyettir. Milletimizi yürekten tebrik ederim. Şimdi Türkiye’nin millî
hayatında yeni bir devre giriyoruz. Her şeyden evvel seçim zamanının sinirli
sözlerini karşılıklı bağışlıyarak ve unutarak vatanda huzur, çalışma devrinin
açılması ilk vazifedir. Büyük Meclisteki çalışmalarda ise karşılıklı saygı
içinde olarak fikir ayrılıklarını vatan için yapıcı bir şekilde ayarlamak
gelecek vazifemiz olacaktır. İktidar ve karşı partilerinin Büyük Mecliste,
belediyelerde ve basın âleminde bir arada verimli olarak çalışabilmelerinin
milletçe imtihanını vereceğiz. Bu imtihanın muvaffakıyetle verilmesi bugünkü ve
gelecek nesiller için çok feyizli olacaktır. Vatandaşlarımın arasında dostluğun
bozulmaması için bütün dikkatimizi kullanacağız. Yeni Büyük Millet Meclisinin,
aziz memleket ve milletimize kıymetli hizmetler başarmasını dilerim.
Cumhurbaşkanı (...) şu sözleri
söylemiştir:
“Seçimler
sırasında asaplar gerginleşmiş ve parti mensupları arasında birbirlerini
incitecek hâdiseler olmuştur. Fakat bugün iktidar partisinin mülayim hareket
etmesi ve olan bitenleri unutması gerektir. Bir gün Demokrat Parti iktidar
mevkiine gelirse onların da mülâyim olmaları lâzımdır. Şunu da ilâve edeyim ki
yakın arkadaşlarım tarafından kurulan Demokrat Parti memlekette bugün taazzuv
etmiş ve tutulmuştur.”
(...) Cumhuriyet Halk Partisi
Hatay bölgesi müfettişine hitaben Cumhurbaşkanımız (...) şu direktifi vermişlerdir:
“D.P. nin bütün çalışmalarını kolaylaştıracaksınız. Bunun aksini hoş
göremem.”
Çok Partili Yaşamın Oturtulma
Sancıları ve Yapıcı Misyon
British United Press Ajansı’nın Avrupa Genel Müdürü Virgil M.
Pinkley ile Yapılan Söyleşiden
“Memleketimizde demokratik
müesseselerin ve demokrasi hayatının gelişmesi için sarfolunan gayret ciddi ve
samimidir. Şimdiye kadar büyük adımlar
atılmıştır. Demokratik gelişme ideal şekline
kadar durmadan devam edecektir.”
12 Temmuz Beyannamesi
Hükûmet
reisi ve muhalefet lideri ile son günlerde memleketin iç durumu üzerindeki
konuşmalarımı ve bu hususta kanaatlerimi ve fikirlerimi söylemek zamanı
gelmiştir.
7
Haziran tarihinde görüşmek üzere çağırdığım Bay Celâl Bayar bana, Demokrat
Parti’nin, idare mekanizmasının baskısı altında bulunduğunu beyan ve şikayet
etti. Haberdar ettiğim Başbakan aynı mevzuları daha evvel aralarında
görüştüklerini hikaye ederek, böyle bir baskının olmadığını, idare
mekanizmasının memleketin huzurunu bozacak mahiyette tahriklere karşı çok güç
durumda kaldığını beyan eyledi. Bundan sonra, iki tarafı bir arada dinlemek
için 14 Haziran tarihli buluşmayı tanzim ettim. Başbakan ve yardımcısı Devlet
Bakanı ile Demokrat Parti Başkanı hazır bulundular. İki taraf arasında
karşılıklı tartışma içinde iki buçuk saat devam eden bu konuşma, başladığı
noktada bitti. Demokrat Parti Başkanı, partisinin baskı altında bulunduğu
noktasında ısrar ve partisinin kanun dışı maksatlar ve ihtilâl usulleri takip
ettiğine dair ithamları reddetti. Hükümet reisi, idare mekanizmasının baskı
yaptığı iddiasını kabul etmeyeceğini ve şikâyet vesikalarını tetkik ve takibe
hazır olduğunu tekrar söyledi ve muhalif partinin çalışma usullerini düzeltmesi
lâzım olduğu iddiasında kaldı.
17
Haziran tarihinde Bay Bayar’ı tekrar kabul ettim. Bana vaziyeti arkadaşları ile
görüştüğünü, benim durumuma karşı teşekkürle mütehassis olduklarını
söyledikten sonra, baskı vardır kanaatinde olduklarını teyit eyledi. Bunun
üzerine; iki defa görüştüğüm Başbakan, iktidar partisi ile muhalefet
partisinin Büyük Meclis’teki münasebetleri ve karşılıklı çalışmaları yolunda
hayırlı terakkiler olduğunu takdirle söyledikten sonra, “biz de kendimize
düşen vazifeleri sadakatla ifa edeceğiz, size söz veriyorum” dedi ve iki ay
sonra Büyük Millet Meclisi toplanıncaya kadar partilerin münasebetlerinde
itimadı artıran terakkiler olacağına ümidinin kuvvetli olduğunu ilâve eyledi.
Bu
beyanatı Bayar’a 24 Haziran tarihinde naklettim. Bay Bayar bana, fiilî neticeye
intizar edilmesi lâzımgeleceğini bildirdi. Bundan sonraki tartışmalar,
muhalefet liderinin Sivas nutkunda ve hükümet reisinin 2 Temmuz tarihli
beyanatında ve ondan sonraki karşılıklı cevaplarda görülmüştür. Vaziyet hulâsa
olunursa, iki taraf şikayetlerinde ve savunmasında ısrar etmiş ve şiddetli
tartışmalar esnasında karşılıklı iyi niyetlerinin ifadesi olan bazı tatmin
edici parçalar hatırda kalmıştır. Siyasî havayı yumuşatan bir iyilik olmak
üzere, dertleri bilenlerin, kendilerinden, karşı tarafı teskin edici tedbirler
alacakları ümidi uyanmıştır. Bunun dışında olarak, durum muhalefet partisi
liderinin “fiilî bir netice bekleme” şeklinde ifade ettiği hükümde görülür.
Yani, bir başka türlü söylenirse, vaziyet karşılıklı iddialar bakımından
düğüm halini muhafaza etmiştir.
Şimdi
ben, bu düğümü çözmeye çalışacağım.
İki tarafın şikâyet ve müdafaalarının delillerini tafsil etmekte fayda
görmüyorum. Zaten bunlar umumi efkârca da kâfi derecede bilinmektedir. Gördüm
ki taraflardan hangisinin haksız, yahut hangisi daha evvel karşısını kırmaya
başlamış olduğunu aramakta da fayda yoktur. Ben, idare mekanizmasının baskı
yaptığını hükümet reisinin kabul etmesini, bir teminat ifadesi olarak aldım ve
bunu Bay Bayar’a söyledim. Ben, muhalefet liderinin kanun dışı maksatlar ve
metodlar isnadını reddetmesini, muhalif parti çalışması için şart olan kanun
içinde kalmak esasını göz önünde tutulduğuna ve tutulacağına dair tatmin edici
bir teminat olarak kabul ettim ve Başbakana bunu söyledim. Her iki tarafla uzun
konuşmalardan çıkardığım bu neticelere inanmak istiyorum ve inanıyorum. Bizi bu
inanışa getiren bugünkü durumu, memlekette siyasî partilerin çalışıp
gelişebileceğine kati ümit veren en mühim merhale sayıyorum. Şimdiye kadar, memlekette
geçen iktidar ve muhalefet tecrübesinin muvaffak olmamasını bir seneden beri
geçirdiğimiz tecrübelere, onların dayanamamış ve bugünkü siyasî durumu elde
edememiş olmalarında görüyorum. Benim kanaatimce, bir buçuk seneden beri
geçirdiğimiz tecrübeler ağır ve bazen ümit kırıcı olmuştur. Ama gelecek için
her türlü ümitleri haklı çıkaracak bir muvaffakiyet de temin edilmiştir. Bu
durumu muhafaza etmek ve onun gelişmesini sağlamak, iktidar ve muhalefet partilerinin
vazifeleri olmak lazım gelir. Gelecek için tedbirler, benim kabul ettiğim gibi,
şu noktadan hareket etmekle bulunabilir. Benim bu son dileğim karşılıklı
şikâyetler içinde mübalâğa payı ne olursa olsun, hakikat payı da vardır. İhtilâlci
bir teşekkül değil, bir kanuni siyasî partinin metotları ile çalışan muhalif
partinin, iktidar partisi şartları içinde çalışmasını temin etmek lâzımdır. Bu
zeminde ben, devlet reisi olarak kendimi her iki partiye karşı müsavi derecede
vazifeli görürüm.
İdare mekanizması, yâni valilerimiz ve maiyetleri bir seneden beri
çok ağır bir tecrübe geçirmişlerdir. Öyle zamanlar oldu ki, memlekette hükûmetin
mevcut olup olmadığı bile şüphe götürür idi.
Sorumlu hükûmetin huzur ve asayiş
vazifesi münakaşa götürmez. Fakat, meşru ve kanuni siyasî partilere karşı
tarafsız, eşit muamele mecburiyeti, siyasî hayat emniyetinin temel şartıdır. Bu
arada, siyasî partilere mensup olan veya görünen hususi maksat sahiplerinin
şirretliklerini pervasız olarak tesirsiz bırakmak hususunda partilerin dikkat
göstermeleri icabeder.
Siyasî partilerin hangisi iş
başına gelirse gelsin, onlar idare mekanizmasında çalışanların haklarına ve
itibarlarına karşı adaletli bir zihniyette olacaklarına inandıracaklardır.
Zannediyorum
ki, hükûmet reisi ile muhalefet lideri arasında son tartışmada, iki tarafı
sebat ettikleri noktadan ayırmak gayretine düşmeksizin, her iki tarafın
bekledikleri şeyleri söylemiş ve temin etmiş oluyorum.
Vatandaşlarıma, Hükümetle ve
İktidar Partisi ile Muhalefet arasında görüşme ve araya girme safhalarını
olduğu gibi anlatmış olduğumu ümit ederim. Varmak istediğim netice, başlıca
iki parti arasında temel şartın, yani emniyetin yerleşmesidir. Bu emniyet, bir
bakımdan memleketin emniyeti manasını taşıdığı için gözümde çok ehemmiyetlidir.
Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde
olmadığından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka
bir şey düşünmediğinden müsterih bulunacaktır. Büyük vatandaş kütlesi ise,
iktidarın şu partinin veya öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan
rahatlığı ile düşünebilecektir. Bu neticeye varmak için karşılaştığım
güçlükler, çok zaman yalnız ruhi mahiyette olan âmillerdir. Bu güçlükleri
yenmek için siyasî hayatımızı idare eden, iktidarda ve muhalefetteki liderlerin
samimi yardımlarını isterim.
Bu
beyanatımı, neşrinden önce, Başbakanla muhalefet lideri görmüşlerdir.
Samsun
Halkevi’nde
CG, 26 Eylül
1947
İdareciler
arasında, partiler karşısındaki tarafsızlık siyasetini hazmedememiş olanların
çekilmelerinin zaruri olduğunu belirten Devlet Reisi İnönü, memlekette tek
parti zihniyetini kaldırarak Demokrat Partinin kurulmasını bizzat kendisinin
istediğini, iki parti arasında bulunduğundan dolayı çok memnun olduğunu
söylemiştir.
Harp
sonu hayatı ve karşı parti mücadelesi içinde geçen iki senelik tecrübe ise,
benim şahsî durumuma hususi bir mana verdi.
Demokratik rejimin bu yeni şartlar içinde gelişmesi devrinde, haklı veya
haksız., benim bir parti lehine veya aleyhine tesirim, mübalâğalı olarak
görülmüştür. Partiler arasında çetin mücadelelere karışarak hükümler vermem
zarurî oldu. Vatandaşın beni partilere karşı müsavi durumda görmeği bir emniyet
unsuru saydığını fark ediyorum. Cumhurbaşkanı bulunduğum müddetçe Kurultayın
seçeceği bir zatın, bütün yetkileriyle, parti Genel Başkanlığını yapması
lüzumlu bir mahiyet almıştır. Bu zatın (Genel Başkan) adını taşıması
radikaldir. Üzerine aldığı ağır vazifeyi yapması için bütün otoriteyi ona temin
eder. Bu şıkkı, parti menfaati için daha faydalı görürüm. Tüzük için teklif
olunan şekil, yani Kurultayın Genel Başkan Vekili seçmesi şekli, bütün
yetkileri elinde bulundurmak şartiyle, hukukça ve hükümce, benim vaziyetimi her
türlü tereddütten kurtaracak mahiyettedir. Partinin bütün faaliyetlerine hâkim
olacak ve milletvekili seçimini idare edecek Başkan Vekili, hakikatte partinin
tam selâhiyetli şahsiyeti olacaktır.*
(...)
Teklif olunan tüzük değişmelerinde, bir de, Başbakanlıkla Parti Başkanlığının
karşılıklı durumu konusu vardır. Kurultay ne karar verirse, bugünün ihtiyacı
odur. Bu meselenin istikrar bulması için, gelecek zamanlarda da, daha bir
çok denemeler yapacağımızı sanıyorum.
(...) Kurultay demokratik hayatımızın
gelişmesi için esaslı tedbirler almış ve tavsiye etmiş olacaktır. (...)
Kanunların değiştirilmesi diye bu memlekette bir çekişme konusu tasavvur etmeğe
yer yoktur. Basın hürriyeti, polis kanunu, seçim kanunu, memurin kanunu,
mahkeme teşkilâtı meselelerinde ana prensiplere, bizim bünyemize uygun şekli ne
ise onu bulmak, herkesin müşterek arzusudur. Bu
arzuların hepsi bir ana sebepten feyz alacaktır. Her şey kanun içinde olacak,
hiç bir hedefe zorla varılmıyacaktır. 1950 de yapılacak yeni büyük
seçimler için, memleketin bünyesinde ve kanunlarında ilmin ve o zamana kadar
tecrübenin lüzum göstereceği bütün kanunî ve idari tedbirler alınacaktır.
Ankara Beypazarı’nda Cumhuriyetin 25.
Yıldönümü Dolayısıyla Yapılan Konuşmadan
UG, 26 Ekim 1948
Benim
senelerdenberi hususiyle son dört beş senedenberi yani 1944 ten beri zihnimi
başlıca işgal eden iki politika unsuru vardır. Bunlardan birisi, memleketin
dışarıya karşı emniyetini korumak, ikincisi de vatandaşların birbiriyle onulmaz
bir geçimsizliğe, deva bulmaz bir çekişmeye düşmelerine mâni olmaktır.
Ankara Polatlı’da Cumhuriyetin 25. Yıldönümü Dolayısıyla Yapılan
Konuşmadan
UG, 27 Ekim 1948
Hemşerilerim, size bugünkü
durumumuzu da söylemek isterim. Cihan harbi henüz bitmedi. Fiilen, muharebe
meydanlarında vuruşma devri kesildi, fakat sulh olmadı. Yeni müsademeler,
dünyanın şurasında burasında, türlü şekiller altında eksik değildir. Dünya için
daha büyük tehlike ihtimalleri, herkesin zihnini işgal etmektedir. İşte biz
böyle kararsız bir dünya gidişi içinde memleketin siyasî hayatını geliştirmeğe,
takib etmeğe mecburuz.
İzmir Hisarönü Kahvesindeki Konuşmadan
Dert çok, bunların hepsiyle
birinci derecede müteessir olmak payı bana düşer. Kusur çok, bunların hepsinin
sebeplerine ve tedbirlerine muhatap olan
mesuller vardır. Bunları toptan veya yüzde doksan beşini bana atacaklar da
bulunacaklardır. Bu sözlerin hiçbirine darılmam, hepsi kabul. Fakat sizden iki
şey istiyorum: Birincisi düşman tecavüzü karşısında memleketi müdafaa için
vatandaşlar arasında ayrılık göstermiyeceğiz. İçerde ve dışarda bundan kimsenin şüphesi
olmamalıdır. İkinci isteğim hiçbir sebep ve tesir ile vatandaşlar arasında
düşmanlık olmasına müsaade etmemenizdir. Bu iki temele dayanırsak başka
güçlükleri yeneriz.
Manisa Söylevinden
age, sf. 5762 ... 7 Ağustos 1949
Siyasî hayatta benim şahsım için
bazan ne kadar insafsız sözler söylendiğini işitiyorsunuz. Biliyorsunuz.
“Bağrışmalar” Bunun benim için ehemmiyeti yoktur. Hattâ canımın da ehemmiyeti yoktur. Amma benim için canımdan da
üstün ehemmiyette bir mesele vardır. O mesele, elimde bulunan büyük emanetin
halefine tastamam, tertemiz, şerefli bir halde teslim olunmasıdır ve bundan
dolayı benim için büyük mesele vatandaşlarım arasında düşmanlık olmamasıdır.
(...) Böyle bir tehlike ve ihtimale asla mahal vermemeliyiz. Buna mahal
vermemek için bu Devletin başında bulunan adam her vasıtaya müracaat edecektir.
Benim için her vasıta iki cümle ile ifade olunabilir:
Biri vatandaşlarımın muhabbeti ve yardımları, öteki kanunların
müeyyideleri ve yolları. Benim bunlardan başka vasıtam yoktur.
(...) Vatandaşlar arasında
düşmanlık olmaması temennisi... Bunun karşısına ancak sükûnetle düşünerek, bu
düşmanlıktan vazgeçmekle, düşmanlık prensiplerini tasvip etmemekle çıkılabilir.
Bundan başka her tedbir yanlıştır. Ve sakattır.
Manisa Kırkağaç Söylevinden
Siyasî hayatımızın
gelişmesi için çok şehir, çok köy dolaştım.
O zamanki faaliyetimi de takip etmişsinizdir. Siyasî partiler eşit haklara
sahip olacak, devlet ve hükûmet karşısında müsavi muamele görecek, geri kalmış olanların
emniyet içinde inkişaflarına hiçbir engel olmıyacak tezini takip ettim.
Şehirlerde partilerin temsilcilerini hükûmet adamlarını masa başlarında toplıyarak herbirine bu sözleri
söyledim.
Şimdi
öteki geziye çıkmış bulunuyorum: Siyasî
partilerden hiçbiri diğerinden imtiyazlı olmıyacaktır. Hiçbiri zorla ve
düşmanlık fikrile diğerini yıldırmağa, ezmeğe ve kendi kendine bir adalet ve
bir kuvvet fikrini tatbike gitmiyecektir. (...)
(...) Bir diğer noktaya daha işaret etmek isterim. Kanunlar herkesin takdirine
göre değil Büyük Millet Meclisinden çıktığı şekilde riayet görecektir. Bir
kanun ne kadar kusurlu olursa olsun Büyük Millet Meclisinden çıktığı şekilde Anayasaya
mutabık demokrasiye uygun ve milletin ihtiyacına kâfi addedilerek riayet
görecektir. Amma bir kanun bu dediğim vasıflar bakımından eksik olabilir. Bu,
dünyanın her memleketinde olabilir. Dünyanın her memleketinde bir kanunun
bir hükmü kimi yerde demokratik kimi yerde anti–demokratiktir. Bu eksikler
riayetsizliği mazur göstermez. Kanuna riayetsizliği telkin için bu eksikler
sebep olarak ileri sürülemez.
İzmir Bergama
Konuşmasından
K.Z.G.; age, sf. 8286 ... 8 Ağustos 1949
Demek
ki, demokratik hayatın hastalık devrini ya atlatmışız ya atlatmaktayız. Her
halde son devrindeyiz. Artık bundan sonra fikir hayatına, temiz, memleket
işleri için hayırlı, feyizli ve vatanı ileri götürecek fikir hayatına girmeye
başlıyoruz. (...)
(...)
Siyaset hayatının güçlüğü, bazan basit kaidelerin kabul olunmaması için
insanların sonuna kadar inat yoluna kolaylıkla girmeleridir. (...)
(...) Serbest; doğru ve namuslu
seçim bugün iktidarda bulunan Partinin ve Hükümetin, muhalefette bulunan
bütün siyasî partilerin ve hiçbir partiye mensup olmayan
serbest vatandaşların üzerinde ittifak ettikleri mevzudur. (...) Serbest, doğru
ve emin bir seçimin ilk temel şartı kanundur ve kanun içinde harekettir. Evvelâ buna karar vermek lâzımdır. Kanunu tanımıyarak kanun
dışında yol arıyarak serbest seçim temin olunamaz, demek ki serbest seçim
taraftarı olan bütün vatandaşlar evvela siyasî hareketlerin, siyasî
cereyanların kanun çerçevesi içinde kalmasını kabul edeceklerdir.
İzmir Dikili Konuşmasından
age, sf. 8891 ... 8 Ağustos 1949
Yeni bir anlayışa ve düşünüşe
istinat edecek olan siyasî hayat memlekette başlıyacaktır. (...)
(...) Demokratik rejim içinde
kanunların kuvveti ve bunların riayette kalması için cemiyetin ortaya koyduğu
müeyyideler demokratik olmayan rejimlerden çok daha ileridir.
(...)
Eğer bunu yapamazsanız iki Cihan
Harbinden kurtardığımız memleketi düşmanlık prensibine feda etmiş olursunuz.
İzmir Belediyesi’nin Düzenlediği Toplantıdaki Söylevden
age, sf. 97103 ... 11 Ağustos 1949
Ben
çetin işler içinde yetişenlerden biriyim. Bir gül fidanının bile yetiştir[il]mesinin
ne kadar emeğe muhtaç olduğunu bilirim. (...)
(...)
Siyasî hayatımız
demokratik rejim içinde tabii seyrini takip edecektir. Bu esnada göze çarpacak
hâdiseler ancak
bir tekâmül devrinin
muhtelif görünüşlerinden ibarettir.
İzmir Bayındır Konuşmasından
Seçim nasıl olacak? iki kelime ile
bunun esasını söyliyeyim. Seçim dediğim zaman, serbest seçim bütün
şartlarile tahakkuk edecektir, demek istiyorum. (...)
Serbest seçim demek, iktidarda
olan partinin seçimi kazanmazsa iktidarı terketmesi demektir. Serbest seçim
demek, muhalefette bulunan partinin seçimi kazanamazsa iktidara gelmemesi
demektir.
İzmir Ödemiş Söylevinden
AT; BYGD, Sayı: 189, 131 Ağustos 1949, sf. 2125 ... 15 Ağustos 1949
Gelecek yıl memlekette büyük seçim
yapılacaktır. Bu seçimin, siyaset cereyanlarının kaynaşması içinde vatandaşa
temin etmesi lâzım olan şartlar bu sene
hazırlanacaktır. (...)
(...) Hiç bir siyasete hiçbir
şahsa imâ ile bile tariz etmek hatırımdan
geçmez. Devlet hizmetinde kırılmak ise ne adetimdir ne de vaziyetim böyle bir
teessüre müsaittir.
Ben, bu hissî, şahsî dâvaların çok üstünde bir dâvanın
peşindeyim. Demokratik rejim memlekette yerleşecektir. Demokratik rejim,
hastalık devrini geçire geçire bu devrin dönüm noktasına gelmiştir. Demokratik
rejim, bütün güçlükleri yenerek dönüm noktasından selâmet yönünü tutacaktır.
Bu neticeleri temin etmek için ben
bir insanın, bir Devlet reisinin sarsılmaz bir irade ile yapabileceği bütün
vazifelerin ifası yolundayım.
(...) Bizim demokratik rejimde
zorla iktidarda kalmak asla olmayacaktır. Gene bizim demokratik rejimde zorla
iktidara gelmek de asla olmayacaktır. (Bravo sesleri, uzun alkışlar).
(...) Seçim bir milletin içinde
bulunduğu zamanda ve şartlar içinde emniyeti temin edecek bir kanunla yürür. Bu
kanun ihtiyaca, tecrübeye ve memleketin geçirdiği merhalelere göre, yeni
şekillere daima uğrayacaktır. Yeni seçim kanunu da hazırlanmaktadır.
(...)
Hükümet serbest ve emin bir seçimin bütün şartlarını kanunla himaye edecektir.
(Sağol sesleri).
(...) Üç sene siyasî partileri ara seçimlerinde kanun içinde mücadeleye alıştırmak
için hükümet, iktidar partisi ve muhalefet partileri arasında hatır ve hayalinize
gelmiyecek kadar sebat ile ve bütün nüfuzumu, aklımı ve selâhiyetlerimi kullanarak çalıştım. Muvaffak olamadım. Çünkü esaslı
bir dâvada, esaslı
bir engel ile karşılaştım.
Bu gittiğimiz demokratik rejimde
partilerin hepsinin kendilerini seçim imtihanına arzetmeye cesaretlerini temin
edemedim.
Şimdi dinleyin Ödemişliler,
Ödemiş’ten bütün Türkiye dinlesin, seçimin neticesinde kazanmak da var,
kaybetmek de var. Bu ihtimali yüreğinden kabul etmeyen vatandaş, bu ihtimali
yüreğinden kabul etmeyen siyasî
parti ve bunlara her seçimde delil vermekten çekinen ve korkan siyaset
cereyanları demokratik rejimin kanun içinde kalmasına, kanun içinde gelişmesine
asla yardımcı olamazlar. Bu bir;
(...)
Ödemiş’liler, seçimde zorla netice almak prensip olursa, bu bizi gözünüzün
göremiyeceği kadar geri asırlara götürür. (...)
(...) Ruhlar üzerinde
çalışıyorum. Cemiyetin ruhundaki hastalık üzerinde çalışıyorum.
(...)
Demokratik rejimin yerleşmesi
için, gün oldu ki, dostlarım, yakınlarım ve
uzaklarım etrafımda bulunan bütün siyaset adamları arasında güçlükte
kaldım. Türkiye’yi felakete götürecek bir istikameti önlemek için
vatandaşlarıma tehlike gördüğüm yolların bütün akibetlerini söylemek için tek
başıma yalnız da kalsam, dünyanın bütün engelleri karşıma da çıksa size,
vatandaşlara bağırmaktan aklımın erdiğini söylemekten asla geri kalmayacağım.
İzmir Tire Konuşmasından
K.Z.G.; age, sf. 126130 ... 15 Ağustos 1949
Dört senedir iç politika
itibariyle büyük bir intikal devri geçiriyoruz. Onun en güç zamanlarını geçirdik.
Hastalık zamanı, hürriyet edebiyatı ve bunun içine karışan hürriyet ihtikârı edebiyatı, her şekilde sövme tezahürleri... Bütün dünya
gözlerini dört açarak bize baktı. Yalnız Türk cemiyeti için değil dünyanın
bu köşesinde yüzlerce ve yüzlerce seneden beri görülmemiş bir hâdiseye Türk Milletinin bünyesi dayanacak mı, dayanmıyacak mı, çok
merak ile bunu seyrettiler.
Türk Milletinin bünyesi, bütün bu
darbelere dayandı. Ben buhran devresinin son iki üç senesini ayağımda demir
çarık köy köy dolaşarak siyasî partilerin biribirine hürmet etmeleri ve Devlet
kanunları önünde her türlü emniyeti eşit haklarla bulmaları için dolaştım,
çalıştım ve emniyet üzerinde ruhlarda hiçbir şüphe olmamasını temine uğraştım. Kanunlar
her şeyi temin ediyor. Mesele orada değildir. Asıl mesele, vatandaşın ruhunda
ve devlet iradesinin ruhunda sağlam istikameti temin etmekti.
Şimdi ondan sonraki buhranı
geçiriyorum. Siyasî partilerin mücadeleleri arasında
şiddet heveslileri, şiddet politikasının muvaffakiyet vasıtası olduğunu zannettiler.
İktidarda ve muhalefette bulunan partilerin birisinin şiddet politikasına
sapması hepsinin şiddete sapmasına sebep olur. Bunun muhtelif safhalarını
çok yerde gördünüz ve çok şekilde söyledim. (...)
(...)
Her siyasî parti
serbest seçimle iktidarda kalacak veya iktidara gelecek.. Her siyasî parti doğru
yolunu seçimlerde vatandaşın verdiği ders ile bulacak... Çekinen, seçimden korkan, vatandaşın vereceği ve her partinin
her hükümetin muhtaç olduğu dersi almak istemeyendir.
Aydın Söylevinden
age, sf. 138143 ... 16 Ağustos 1949
Memlekette
seçim emniyeti denilen bir mevzu vardır. Seçim emniyeti için lâzım olan
unsurlar bulunacak mı bulunmıyacak mı?
(...) Seçim emniyeti hile ihtimalini
kaldıracağı kadar zorlama imkanını da kaldıracaktır. Zorlama hevesinin
işareti, seçimi, mutlaka kazanmak şartiyle onun doğru olduğunu kabul etmek
hevesidir. Bunlar, serbest seçimi dilden söylendiği gibi yürekten kabul
etmemenin işaretidir. Hükümet seçim için en makûl arzuları hattâ masum olan
bütün vesveseleri izale edecek, bütün tedbirleri alacaktır. Karşı partiler
seçimde kazanılmazsa, o seçimin haksız olduğunu iddia etmek imkânını elde
bulundurmak için tedbir aramaktan vaz geçeceklerdir. Seçim üzerinde,
vatandaşları neticenin kabulünde tereddüde sevkedecek hiç bir açık kapı
bırakılmıyacaktır.
(...) Bu tekâmülü
siz yapacaksınız, siyasî
partilerin gövdesini teşkil eden vatandaşlar memleketin büyük menfaatine taallûk eden meselelerde kendi iradelerini, kendi arkadaşlarına kabul
ettireceklerdir.
Ara seçimleri de böyledir. Ara seçimlerine bütün siyasî partiler gireceksiniz. Ara seçimleri siyasî hastalıkları tedavi eden büyük ilâçtır. Ara seçimlerine girmemek için haklı hiçbir sebep yoktur.
Muğla Söylevinden
age, sf. 148154 ... 17 Ağustos 1949
Biz o rejimi bütün şark âlemine ve
bütün garp âlemine göstererek bu memlekette yerleştirmek esasındayız. İddia
sahipleri iktidarda olanlar ve iktidarda olmıyarak onunla mücadele eden muhalif
partilerdir.
(..) Senelerdenberi yapılan bir
haksız propagandaya göre iktidar, zalim bir zorba safı imiş gibi
gösteriliyordu ve bu memlekette köklü bir kanaat haline gelmiş olan bir eski
haksızlık olarak muhalefet azgın bir haydut imiş gibi görünüyordu.
(...) Bu politika, siyasetin her
meselesinde olduğu gibi bir yeni münakaşayı, onun muhalefet için zararlı olduğu
münakaşasını doğurdu. Bu politikanın lüzumsuz ve faidesiz olacağı fikri İktidar
Partisi içinde de vardı. Serbest rejimde en doğru zannolunan bir fikir
üzerinde bütün vatandaşları ayni kanaate getirmek iddiası boştur. Serbest
rejimin bir karakteri de en doğru bir fikir üzerinde bile ona muhalif olanların
bulunmasıdır. (...)
(...) 1947 denberi “demokratik
rejimde, hususile uzun müddettenberi tek parti zihniyeti içinde alışmış olan
insanlar karşısında muhakemeye, düşünceye, anlaşmaya yer vererek bir netice
alınamaz. Bunlara şiddetle muamele etmeli” fikrinde olanlar nihayet galebe
etmişlerdir. Bunun neticesi tabiatile memlekette biribirine karşı
emniyetsizliktir. Bu yeni safha 12 temmuz günlerinden daha ehemmiyetlidir.
Çünkü şiddet politikasının yeni safhası artık uluorta tezahürlere istinat
etmiyor, mazbut bir şekilde prensiplere bürünerek vatandaşın hayatına daimi
istikamet verecek şekiller alıyor. (...)
(...) İşin yeni bir dikkate ve
muhakemeye değerli olan tarafı öteki taraftır. Yani 1947 de demokratik bir
rejimin karşılıklı hürmet ve anlayışa dayanarak yaşaması.[nın] mümkün olduğuna
inananların “şiddet politikası en iyi usuldür” kanaatine vardıktan sonra
onların da karşılarında mani olarak yine beni bulmalarıdır.
(...) Uyanın, dünyanın hiçbir
sebebi vatandaşların biribirinin boğazına sarılmasını haklı gösteremez. Bu
bizim içinde bulunduğumuz siyaset hayatı “ya benim dediğim olacak, ya öleceğim,
öldüreceğim” dâvası değildir. Bir defa gözler kararıp, kafalar kızdıktan sonra
“ya dediğim olacak ya öleceğim” davası bu vatanı tuzla buza döndürür. Aklınızı
başınıza alın, diye günlerdenberi bağırıyorum. (Çok şiddetli alkışlar, varol,
sağol sesleri).
1947 temmuzunda siyaset adamlarını
yanıma alarak halk içine girdim.
Onlara yeni rejimin çıkar yolunu göstermeye çalıştım iddialı bir söz söylemiyeyim,
onlarla beraber yeni rejimin çıkar yolunu bulmağa çalıştık.
1949 da siyaset adamlarını yanımda bulmuyorum. Halk içine girdim: Ey vatandaşlar siz “ya dediğimiz olacak, ya
biribirimizin canına kıyacağız” dâvasını kabul ediyor musunuz? (Çok şiddetli
hayır ve asla sesleri). Siz herhangi bir sebeple biribirinizin boğazına
sarılmayı kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz? (Kabul etmiyoruz, reddediyoruz
sesleri).
(...) Serbest bir seçimin
neticesine siyasî partiler tahammül edeceklerdir. Siyasî partiler serbest bir
seçimin neticesine boyun eğeceklerdir. Arzularile bunu yapacaklardır. Arzu
etmeseler de bunu yapmağa mecbur olacaklardır. Anlıyor musunuz Muğlalılar?
Dâva bundan ibarettir.
Denizli Söylevinden
age, sf. 161168 ... 18 Ağustos 1949
(...)
Seçim, siyasî hayatın bütün zehirlerini boşaltır, siyasî münakaşalara verimli,
yapıcı bir istikamet veren başlıca vasıtadır. Ama seçim zor bir şeydir. Herkes,
İktidarda olsun, muhalefette olsun konuşurken, söylerken hak kendisinde
olduğuna kaanidir. Memlekette çokluk, üstünlük kendisinde olduğuna inanır.
Ancak seçim imtihanı insanın yüzüne ve memleketin yüzüne hakikatî aşikâr bir
surette gösterir. Seçimden evvel bu hakikatî kimse bilemez.
(...) Ara seçimine girmek, ara
seçiminden her hangi bir vesile bulup çekilmek seçim imtihanına kendimizi
koyamamak demektir. Bunun başka manası yoktur. Şimdiye kadar ara seçiminin
münakaşasının sebebi kanun meselesi idi. (...)
(...) Akıl devrinin, yapıcı devrin
yollarının başındayız. Bu devrede siyasî partilere dehşet veren bir korku
vardır. Vatandaş haksızı anlar, vatandaş haksızı tutmaz, vatandaş haksıza oy
veremeyecektir.
(...) Demokratik
rejimde muhalefetin büyük mesuliyeti vardır. Muhalefet şerefli bir mevkidir.
Memleketin âtisi için
bütün teminatı İktidarda olan Parti gibi vermeye mecbur bir müessesedir. (...)
Bizim bugünkü siyasî hayatımızın güçlüğü maksada vasıl olmak için
tutulan usullerde, moda olan tâbiri
ile taktik yollarında her çarenin mübah görülmesi yanlışlığındadır. (...) Hakikatleri
başka türlü gösterebilmek mahareti muvaffakiyetsiz çıkacaktır. Bu İktidar
Partisi için de muhalefet Partileri için de böyledir.
Aydın Nazilli Konuşmasından
age, sf. 173175 ... 18 Ağustos 1949
Bu memlekette artık serbest bir
seçimi bütün neticelerile tahakkuk ettirmiyecek engel tasavvur olunamaz. (...) Bugünkü
gerginlik devam ederse yarınki seçimi hangi parti kazanırsa bu gerginlik artar.
Biribirinize itimat ediniz. Seçim neticelerinin doğru olacağına mutlaka riayet
göreceğine ve yeni seçimde kazanan kim olursa olsun emniyet ve huzur halinin
devam edeceğine inanmak lâzımdır. Bu inan bugünden başlar. (...) Yoksa yarınki
seçim ne netice verirse versin gerginlik daha ziyade artacaktır. Demokrasi
rejimi vatandaşların biribirine emniyet ve itimadı üzerine kurulacaktır.
İnsafsız şekilde bir taraf öteki tarafı kötüleyerek demokrasi rejimi kurulamaz.
Aydın
Kuşadası Konuşmasından
age,
sf. 179182 ... 19 Ağustos 1949
Kuşadalılar, burada siyaset
mücadelesi içinde birbirleriyle uğraşan vatandaşlarımın haysiyetlerini korumak
ve birbirlerine karşı şefkat ve insanlık duygularını uyandırmak için bir
mevzua temas edeceğim. Bir yerde dedim ki: “İktidarda bulunanlar, kendini beğenmiyenlerin emniyet içinde, kanun teminatı
içinde çalıştıklarını görmekten şeref duymalıdırlar.”
Yine ayni yerde dedim ki: “Muhalefet
safında bulunanlar türlü kuvvetler ve güçlükler telkini karşısında hür
vatandaşlığın misali olarak gururla çalışmakta haklıdırlar.” Bu sözler
bugün geçirdiğimiz buhran devrelerinin vatandaşları sükûnetle düşünmeye sevkeden ilâçlarıdır.
(...)
Hiç böyle münakaşalara, tartışmalara alışmamış olan bir memlekette İktidarda
bulunanlar mütemadiyen tecavüze uğrarlarsa tecavüze uğrayan bir insanın
haysiyetinden ve yüreğinden duyacağı bütün elemlerle gözleri şiddetli
hareketlere ister istemez meyleder. Böyle zamanda iyi niyette, iktidar içinde
vazife görmeğe çalışmış olan insanları şahsi teessüre kapılmaktan menedecek
başlıca unsur vazife duygusudur.
(...) Muhalefette çalışanlara
geliyorum: Böyle, alışmamış bir memlekette ve muhalefetin daima tehlikelerle
dolu olduğu söylenen bir muhitte siyasî faaliyeti muhalefet safında seçmiş olan vatandaşın içinde daimi bir endişe
vardır: Şimdiye kadar bu yolda çalışanlar nihayette daima fena bir âkıbete
uğradılar. Acaba bizim de başımıza, bu gelecek mi?
Bu
hal muhalefette vazife görmeyi seçmiş olan vatandaşlar için daima işleyen bir
endişedir. Demokratik rejimi bu memlekette yerleştirmek istiyenler daima bu
endişeyi tedaviye mecburdurlar. Maksatları karanlık olan politikacılar ve
maksatları belli olmıyan yabancılar muhalefet safında bulunan vatandaşların bu
tarihten gelme endişesini mütemadiyen uyandırıp işletmeye çalışacaklardır.
Zaman kâfi derecede geçtikten sonra, meselâ yirmi sene sonra artık bu
memlekette siyasî kanaatlerin emniyet içinde çarpışmaları, siyasî
istikametlerin serbest seçimlerle taayyün etmesi gibi hakikatlerden kimse
bahsetmiyecektir: Amma bugün hâdiselerin içinden geçmek için vatandaşların
birbirine muhabbetini, birbirine itimadını uyandırıp beslemeğe mecburuz.
(Varol, sağol sesleri, şiddetli alkışlar).
İzmir’de Sendikalar ve Spor Kuruluşlarının Düzenlediği
Toplantıdaki Söylevden
age, sf. 189194 ... 21 Ağustos 1949
(...) İktidar Partisi, yâni Halk
Partisi serbest bir seçimle iktidarda kalmak ve serbest seçimi de kaybedince
iktidarda kalmamak mukadder olduğunu bilmektedir. İktidar Partisinin bunu
anlayışına en büyük delil, Seçim Kanunu üzerinde 946 dan 948 senesine kadar
yapılmış olan değişikliklerdir. 948 de yapılmış olan kanun bugün emniyetli bir
seçimin bütün şartlarını haizdir. Birçok eksiklikleri olabilir ama serbest
bir seçime yarıyacak modern usuller bu kanunda yer almıştır.
Bunun inandırıcı diğer bir
misalini vereyim: bu kanun üzerinde yeni münakaşalar olduğu zaman Hükûmet de,
Partisi de artık maddeler üzerinde çekişmeyi bırakmışlar ve “Ne istiyorsanız
yapmağa hazırız” demişlerdir. Demek ki kanun olarak tereddüt edilecek ve kaba
tabiriyle vermekten sakınılacak hiçbir yer kalmamıştır.
İktidar Partisinin zihnini şimdi
işgal eden, seçimi meşru ve normal usullerle kazanmak gayreti olabilir. Bu
bir.. İkinci işgal eden nokta seçimi kaybederse gelecek iktidarın kendisine
emniyet verip vermiyeceği endişesidir.
Meseleyi olduğu gibi, alnı alnına görmek lâzımdır. (...)
(...) Bunu kabul etmek demek,
seçim imtihanına girmek, zor kullanmamak ve neticeyi meşru vasıtalarla aramak
demektir. Muhalefet bundan başka memlekete diğer bir teminat vermiye
mecburdur. O da, kendisi iktidara geldiği zaman karşısında bulunacak partilere
bugün kendisinin haiz olduğu emniyeti vermesidir. (...)
(...) Bir defa seçim üzerinde
emniyeti telkin edersek seçim neticesinde iktidarda kalmanın, iktidardan
gitmenin, iktidara gelmenin veya gelmemenin hülasa kazanmanın veya kaybetmenin
tabiî hâdiseler olduğuna alışırsak avara kasnak olmaktan kurtulacağız ve çok
iyi bir yola gireceğiz.
1946 Sonrasına Toplu Bakış
Dolmabahçe Basın Toplantısından
946
seçiminden itibaren bu memlekette seçim meselesi diye bir mevzu ehemmiyetli
olarak bünyemizde mevki almıştır.
Ben demokratik siyasî hayat inkişaf ederken, bu seçim meselesinin 946 dan sonra
950’ye kadar, tedrici ve daimi bir iyileşme ile hallolunmasına birinci derecede
ehemmiyet verdim. Kanaatimce kanunlarda mütemadiyen yapılacak iyileşme, ara
seçimlerde kazanılacak tecrübe ve beraber çalışmalarla siyasî hayatın normal ve
meşru olan karşılıklı mücadeleleri 950’ye kadar bir tekâmül yapacaktı. Bu
uğurda çalışırken hiç bir fırsatı kaçırmamağa, siyasî partileri bir araya
getirmek için elimden gelen bütün tesirleri göstermeğe çalıştım. Seçim
Kanunu üzerinde en ehemmiyetli ve verimli çalışma 948’de olmuştur. Bizim 946’da
gizli oy ve açık tasnif gibi o zamana kadar, hatta ne işittiğimiz ne tecrübe
ettiğimiz bir takım mefhumlar yeni rejimde ön plânda meseleler haline geldi.
Biz bunları ciddi olarak 948’de ele almış bulunduk. Kezalik 948 senesine
kadar Memurin Muhakematı gibi bu memleketin asırlık anlayışında hususi bir
mevki tutan mevzular da seçim için cesaretle ele alındı. 948 seçim kanunu, gizli
oy, açık tasnif ve seçim suçunun doğrudan doğruya ma[h]kemeye gitmesi
esaslarını tereddüt götürmez surette temin etti. Fakat bu arada, âdli teminat
ve parti mümessillerinin kurullarda doğrudan doğruya mazbata imza etmeğe
selâhiyetli olması gibi iki nokta ayrıca münakaşa mevzuu olarak kaldı. Bunların
ikisinin veya birinin elzem, faydalı veya zararlı oldukları çok münakaşa
edilmiştir. Hakikat şudur ki, partiler arasında münakaşa mevzuu olan noktaların
ikisi de mutlaka temin edilmesi lâzım olan temel şartlar değildir. Nitekim bu
kanunu biz sonra Avrupada selâhiyet sahibi zatlara tetkik ettirdik. Belçikalı,
İngiliz ve Fransız mütehassısları tetkiklerinde bir çok eksiklerden bahis,
fakat kanunların demokratik olduğunu bize temin etmişlerdir. Hiç biri, âdli
teminat dediğimiz hâkimlerin seçim kurullarını idare etmesi maddesini ve karşı
partilerin mazbata imzasına selâhiyetli olarak kurullarda yer alması mevzuunu
şart göstermemişlerdir. Fakat münakaşa o hale geldi ki, biraz da belki hissi
olarak, iki taraf arasında birleşme hasıl olmadı. Kabul olunmıyan maddeler
sebep gösterilerek geçen sene 948 ara seçimine muhalefet partileri iştirak
etmediler.
948
ara seçimine girilmemesi basit bir hâdise olmadı. (...) Demek ki 948 ara
seçimine girmemekliğimiz kanun üzerinde partilerin ehemmiyet verdikleri iki
noktayı da temin edemediğimizden dolayı mümkün olmadı. Ben şahsen çok ehemmiyet
verdiğim ara seçimlerini çok iyileştirilmiş ve ilerlemiş bir kanun içinde
teferruat sayılabilecek bir iki noktanın temin olunamaması yüzünden beraber
yapamamaktan dolayı çok zarar gördüğümüze kaniim. Bundan dolayı siyasî
hayatımızı idare eden arkadaşlarıma çok tarizde bulunmuşumdur. Artık hâkimlerin
seçim kurullarını idare etmesi veya etmemesi meselesi ilim mevzuu olarak, fikir
olarak, faydalı veya mahzurlu bir tedbir olarak gözümde ehemmiyetini kaybetti.
Memleketin idaresinde huzurlu ve salim bir ilerleyişi temin etmek işi birinci
derecede bir mevzu oldu. Bundan çok ıztırab çekmişimdir.
Şimdi
tekrar bir ara seçimine girmekteyiz. (...) Neden ara seçimine girmiyoruz? Bu
nokta da tahlil edilmelidir. Ara seçimine neden girilmediğini bilmiyoruz. Çünkü
948 de ara seçimine girmemek bir kanun meselesi idi. O kanunda hangi noktalar
halledilmemişse, hangi noktaların halledilmesi icabediyorsa Hükûmet, siyasî
partilerden gerek Meclis kürsüsünde, gerek
umumi efkâr huzurunda tekliflerini açık ve kati olarak söylemelerini
istemişti. Bu sene anlaşıldı ki, ara seçimine girmemek bir kanun meselesi
değildir. Ama biz, kanun meselesidir diye, bu memleketi iki sene kadar
geniş ölçüde siyaset ceryanlarının tesirlerine maruz bırakmışızdır.
Bu
hadiseyi, gerek 948 ve gerek 949 ara seçiminin bu tezahürlerini ben içinde
bulunduğumuz şiddet politikacılığının, şiddet taraftarlığının arızaları,
işaretleri addediyorum. (...)
(...)
Siyasetciler şiddet politikasını muvaffakıyet vasıtası telâkki ettikçe
hiçbir nasihatla onları bundan vaz geçiremeyiz. Politikacılar, şiddet politikası
vasıtasını sonuna kadar tecrübe edeceklerdir. Nasıl memleket efkârı, bu
demokratik rejimin ilk zamanlarına çok telaşlı ceryanlara istikamet verecek bir
olgunluk göstermişse, nasıl muhalefetin emniyet içinde teessüs edip çalışması
temin olunmuşsa, memleket şiddet politikasına karşı da kendi bünyesinden
cevap vermeğe, bu imtihanı da geçirmeğe mecburdur.
1950 DÖNÜMÜ
1950 Seçimleri ve Temel Vurgular
İktidar Sonrası Temel
Değerlendirmeler ve Ana Muhalefete Geçiş
Yerel Seçimler ve 1950 Dönümünün
Dökümü
1950 Seçimleri ve Temel Vurgular
1950 Genel
Seçimleri Dolayısıyla Ankara Polatlı’daki İlk Seçim Konuşmasından
UG, 24 Mart
1950
Önümüzdeki devrede (...) Yeni çalışma mevzuunu başlıca iki temelde görüyorum: birisi, Anayasa’mızın
demokratik hayatın icaplarına göre değiştirilmesidir. Mevcut Anayasa’mız,
bu memlekete, büyük hizmetler ve ilerlemeler sağlamıştır; fakat, kanaatimce,
devrini ikmal etmiştir, ve demokratik icapları karşılayacak yeni hükümlerin ve
teşkilâtın lüzumu vardır. (...) Tamamiyle şahsi olan fikirlerime göre, büyük
meseleleri şöyle görürüm: milletvekillerinden mürekkep bir meclisten başka,
ikinci bir meclis olacaktır. Bu iki meclisin bir arada halledecekleri meseleler
olduğu gibi, her birinin ayrıca iştigal edecekleri vazifeleri bulunacaktır. Devlet
Reisiyle meclisler arasındaki münasebetler, ve umumî olarak Devlet Reisinin
vazife ve salâhiyetleri, esaslı bir tetkik mevzuu olacaktır. Bu meselelerin
nasıl halledileceğini bugün kimse söyliyemez. Fakat, meselelerin sağlam bir
garp demokrasisinin temel prensiplerine göre tanzim olunması için bütün
gayretimle çalışacağım. Bugünkü Anayasa’mızın büyük kuvveti, memleketin bir
harp zamanında muhtaç olacağı fevkalâde tedbirleri süratle alabilmesidir. Yeni
Anayasada bu ihtiyacın gözden kaçmamasına çalışmak icabeder. Bugünkü
Anayasanın zayıf tarafı, seçim neticesinde büyük çokluğu alacak bir siyasî
partinin, Anayasa dahil olduğu halde, bütün kanunları bir hafta içinde
değiştirmeğe muktedir olmasıdır. Yeni Anayasadaki ikinci meclisin, başlıca,
Anayasanın istikrarını temin etmesi ve her kanunun Anayasaya uygun olarak çıkmasını
ayrıca vazife olarak üzerine alması düşünülebilir. (...)
Önümüzdeki
dört sene zarfında uğraşacağım öteki temel mevzu, siyasî bünyemize arız olan
mühim hastalığın vatandaşlar tarafından tedavisine çalışmaktır. Bu hastalık,
içinde yaşadığımız şiddet politikasıdır. Şiddet politikası, bugün iktidarda
olmıyan siyasî partilerin usulleriyle, bir kaide olarak yerleşmiştir. Bu
usullerin tarihten gelen kökleri vardır. Zaten bizde; yalnız bizde değil,
bu topraklarda, yüzlerce ve yüzlerce senedenberi demokratik rejimin teessüs
edememesinin başlıca iki sebebi, İktidarda bulunanın sabır ve tahammül
gösterememesi, ve iktidarda olmıyanın, şiddet yoluna sapmasıdır.
İktidarda
olarak, bize düşen vazifeyi yapmağa çalıştık. İktidarda olmıyan partilerin
şiddet usullerini değiştirmek, bizim elimizde değildir. Bu tekâmülü onlar temin
edeceklerdir.
Ankara Kırıkkale Söylevinden
UG,
26 Mart 1950
(...)
Her milletin kendine göre bazı vasıfları yumuşak ve bazı vasıfları serttir. Türk
milleti, söz tecavüzüne az dayanan bir milletir. Vatandaşlar arasında en ağır
kavgaların sebepleri, çok defa, söz tecavüzüdür. Bu memlekette yüzlerce
senedenberi devamlı bir hürriyet rejimi kurulamamıştır. En uzun zamanı biz
geçirdik. Bununla, kendimizi babalarımızdan daha anlayışlı ve daha ileri
görmek iddiasına kapılmamalıyız. Babalarımız da bizim kadar bu ihtiyacı
biliyorlardı. Fakat, müşkülâtı yenemediler. (...)
Önümüzdeki
devrede bir büyük işimiz, yeni bir Anayasa ile,
Devletimizin demokratik, medenî teşkilâtının eksiklerini tamamlamağa çalışmak
olacaktır. (...)
Halk
Partili vatandaşlarıma söyleyeyim ki, bizim inandığımız altı oklu prensiplerin
Anayasadan çıkarılması tabiî olacaktır. Biz,
Halk Partili olarak altı oklu prensiplerimizi vatandaşlarımıza beğendirmeğe
çalışmakta devam edeceğiz. Bu suretle, diğer siyasî partilere karşı kendi prensiplerimizi
Anayasa ile imtiyazlı bir mevkie koymuş olmaktan çıkacağız. Ama, şurasını
hemen ilâve etmeliyim. Yeni Anayasamız bazı prensipleri bütün
vatandaşların, bütün siyasî partilerin müşterek umdeleri olarak tesbit ve tâyin
etmeğe mecburdur. Benim şahsi fikrim budur. Anayasa, memlekette
demokratik rejimin istikrar içinde bulunmasını, istikbalde Cumhuriyetin
ve Cumhuriyetin aziz prensiplerinin âni ve tehlikeli kanunlardan masun
bulunmasını temin edecektir. (...) Aynı milletin aynı istidatta evlâtları
olarak, iktidarda bulunan bizler de, şiddet usullerine kendimizi
kaptırabilirdik. Eğer babalarımızdan daha sabırlı olmasaydık, bugün içinde
bulunduğumuz rejim daha bir kaç sene evvel, sona ererdi. Biz işbaşında
kalarak, sona ererdi; şiddet taraftarları işbaşına gelerek, sona ererdi... ve
yüzlerce ve yüzlerce senedenberi tarihin göğsüne yazılmış olan hüküm, yani “bu
topraklarda demokrasi olmaz, hürriyet olmaz” hükmü bir kere daha isbatedilmiş
olurdu. Bizim sabrımız, memleketi bu neticeden kurtardı.
Erdal İnönü’ye Mektuptan
B.İ.E.M; Sevgi Özel, sf. 142 ...
26 Mart 1950
Büyük Meclis [seçimleri] yenileme
kararı verdi. Ben seçim nutuklarımın ikincisini söyledim. Yarın Beypazarı’nda üçüncüsünü
söyleyeceğim. Mayıs 14 Pazar günü oylar verilecek. Netice ne çıkarsa şeref
bizimdir, kazansak da, kaybetsek de. Hiçbir endişem yok. Sıhhatimiz, neşemiz
yerinde.
UG,
28 Mart 1950
Milletler
arasında müşterek bir sulh tesisini gaye edinen milletlerle beraber insanlık bu
kadar çetin ıztıraplardan sonra bir sulh nizamı kurabilirse, biz de o nizam
içinde bahtiyar olacağız. Eğer insanlık yeni bir büyük felâkete gidecekse,
bizim başımıza da engin felâketler gelecektir. Geçen beş sene zarfında bizim
büyük meselemiz, dış emniyet meselesi idi. l944, 1945, 1946 senelerinde hemen
hemen yapyalnız, tehlikeli ihtimaller karşısında bulunduk. Önümüzdeki senelerde
de, dış emniyet meselesi başlıca kaygımız olacaktır. Biz bu kaygılı devri, iç
politikada, yeni ve büyük bir siyasetin sahneleri içinde geçiriyoruz. İç
politikamızın bu yeni devri, eğer muvaffak olmasaydık, bizim için vahim
olacaktı.
(...)
Anayasa gibi büyük bir mesele üzerinde, siyasî partiler arasında müşterek
çalışma imkânı, büyük bir ileri merhaledir. Siyasî hayatımızın bugünkü durumu,
teessüf ederim ki, bize bu ümidi vermemektedir. Bugünkü Büyük Millet Meclisi
içinde böyle bir faaliyete de henüz siyasî inkişaflarımızın müsait olmamasından
dolayı teşebbüs edemedik. Memlekette zaten kâfi derecede mevcut olan acı ve
zehirli münakaşayı; yeni mevzularla artırmak istemedik.
(...)
Bu memlekette hürriyet ve demokrasi rejimini kurmak güçlüğünü yalnız
Cumhuriyet ve Meşrutiyet devreleri gibi kırk senelik bir devre için müşahede
etmemeliyiz. Yüzlerce seneden beri şark âleminde ve Balkanlarda hürriyet rejimi
kurulamamıştır. Biz, babalarımızın tecrübelerini tâkip ederek ve Cumhuriyet
devrinin tekâmülünü geçirerek yeni hayata girdik. Yapılan iş büyük şeydir ve
bunun yapılması için büyük mikyasda kendi nefsimizi yenmemiz ve memlekete
hürriyet içinde yaşamanın imkânını verecek engin bir tahammülün misallerini
göstermemiz lâzımdı. Bu büyük bir vazifedir ve her şeyden evvel iktidarda
bulunanlara düşen bir vazifedir. Halk Partililere büyük vazifelerinin
icaplarını hissettirerek, kendimi de onlarla beraber sabra alıştırmağa çalıştım.
Şimdi biz, iktidarda iken sabır, tahammül hassasını, ağzımızdan hatalı bir
söz çıkmışsa, onu geri almak kudretini; eğer yanlış bir karar vermiş isek, onu
bulup düzeltme gayretini, hulâsa ağzımızdan çıktı diye her sözü keramet
saymak, karşımızdakiler söyledi diye inat ile onu behemehal yapmamak
hastalıklarından kurtulmuş olanları temsil ediyoruz. Bu bir manevî durumdur. Bu
bir siyasî geniş yoldur. 1950 seçimlerine bu vazıyette gidiyoruz. Biz iddia
ediyoruz ki, memleketin siyasî hayatının huzur ve emniyet içinde gelişip
yükselmesi, iktidarda bulunan siyasî partinin, geniş tahammül ve müsamaha
kudretinde olmasına bağlıdır. Buna karşı, “siyaset hayatı bir şiddet
vasıtasıdır, Cumhurbaşkanını tanımamak lâzımdır, vatandaşın onunla temasını
menetmek lâzımdır, bu memlekette işler ancak zorla yaptırılabilir, ve
yaptırdıkça şiddeti ve zoru artırmak lâzımdır” kanaatinde olan
politikacılarla karşı karşıya, milletin karşısına çıkıyoruz.
Malatya Konuşmasından
UG, 31 Mart 1950
Politik
münakaşalarımızın içinden mümkün olduğu kadar sıyrılmağa çalışarak, çalışma
kudretimizi memleketin imarına; eğitimde,
ekonomide, sağlıkta büyük hamleler yapmağa bütün gücümüzü sarfetmeğe
çalışacağız. Fakat, gerek dış emniyetin gerek içerde geniş mikyasda çalışıp
ilerlemenin bir temel şartı vardır ki, onu, 1950 seçiminde sağlam olarak vücude
getirmeliyiz. (...)
(...)
Biz, bugüne, çetin yollardan geçerek geldik. Demokratik rejimimizde pek mühim
başarılar elde ettik, pek mühim güçlüklere uğradık. Eğer memleket
güçlüklerin nerede ve niçin olduğunu iyi kavramazsa, ilerde vaziyetimiz daha
çetin olacaktır.
(...)
Hürriyet rejimi içinde yaşıyan bir memlekette, her türlü fikir ihtilâflarının
üzerinde yaşayacak varlık meseleleri vardır. Bu meseleler, elle tutulur maddî ve siyasî mevzular olduğu
gibi, elle tutulamıyan manevî ve ruhî mevzulara da şâmildir. (...)
(...)
Eğer bizim demokratik cereyanımız şiddet politikacılarının hâkim olması
neticesini verirse, bu yüzden memleketin başına gelecek olan fena şeylerin
ölçüsü ve hesabı yoktur.
Adana
Halkevi Söylevinden
UG,
3 Nisan 1950
Anayasa
üzerinde yapılması lâzım olan değişikliklere memleketin inanmasını temin etmeğe
çalışıyorum. Kanunlarımız üzerinde haksız tenkitler ve tecavüzler,
siyasetçilerimizin dilinde bir kelimeye, “antidemokratik” kelimesine istinat
ediyor. Bir kanunun demokratik veya antidemokratik olduğunu, bugün, Büyük
Millet Meclisi tâyin eder. Büyük Millet Meclisinde çıkan bir kanunun tereddüt
mevzuu olmaması icap eder. Ama, siyaset cereyanlarına bir hastalık gibi girmiş
olan bu isnadı tedavi edecek hiçbir vasıtamız yoktur. (...)
Ama
şurası da bir hakikattir ki, bir kanunun Anayasaya mutabık olup olmadığının,
kanun koyan meclisten başka bir meclis veya müessese tarafından hükme
bağlanması, pek çok milletlerde usul ittihaz edilmiştir. Anayasamızda
yapacağımız değişikliklerde bu meseleyi ve ihtiyacı kökünden halledeceğimizi
ümit ediyorum.
Konya
Konuşmasından
UG,
5 Nisan 1950
Başlıca Muhalefet Partisinin en
selâhiyetli resmî müessesesinde kabul edilmiş olan prensipler ve bu
prensiplerin istinat ettiği felsefe, yâni 12 Temmuzun tek taraflı bir borç
senedi olması nazariyesi haksızdır. Bunların hiç bir yanlış anlamaya mahal
vermiyecek surette tashihi ve iptali, siyasî hayatımızın ileride inkişafı için,
ilk yapılacak esaslı iş olacaktır.
(...) Vatandaşlarımın,
bizim sabrımızın ve tahammülümüzün, uzlaşma zihniyetimizin derecesinden şikâyet
etmeğe sebepleri yoktur zannediyorum. Belki bazı vatandaşların, daha çabuk hareket,
daha çok isabet ve dirayet iddiaları, bize karşı da müteveccihtir. Yüzlerce
senedenberi kurulamamış olan geniş bir hürriyet rejimine memleketin intikalini,
vatandaşın mal ve can emniyetini tehlikeye uğratmaksızın, temin etmek
meselesinin çok muğlak ve çok güç olduğunu, vatandaşlarımın insaf ile muhakeme
etmelerini isterim. Biz şiddetli tecavüzlere uğradık ve hâlâ uğruyoruz.
Uzlaşma teşebbüslerimiz, en vahim iç ve dış hâdiseler karşısında bile, kolaylık
ve yardım görmemiştir. Bizim kusurlarımızı bu şartlar içinde tartmak
icabeder.
Erdal İnönü’ye Mektuplardan
B.İ.E.İ.M.; SevgiÖzel; sf. 145146 ... 18, 25 Nisan 1950
18 Nisan 1950, Salı
Seçim
içindeyiz. Seçim gününün 14 Mayıs olduğunu biliyorsun. Netice ne olursa,
annen ve kardeşlerin iyi ve keyifli karşılamaya kendimizi tamamıyla hazırladık.
Senin de tabii ve feylosofça karşılayacağına eminim. Gözlerinden öperiz. Her
şeyden mühim olan senin muvaffak olmandır. Sağ ol, var ol. Sevgilerimiz daima
seninle beraberdir.
25 Nisan 1950, Salı
Seçim
kampanyası bütün hızı ve gücü ile ayakta. Partiler listelerini ilan ettiler.
Adayların tespiti pek üzüntülü oldu. Daha sürprizlisi seçimde meydana çıkacak. Şimdilik
tam L’américain.
İzmir’de Gazetecilerle Seçimler ve Seçim
Sonucu Olasılıkları Üzerine Sohbetten
CG, 4 Mayıs 1950
“
– İnsan bazan kaybeder, üzülür, kabahati atına bulacağı yerde şurada burada
arar. Seçimlerin neticesi ne olursa olsun
kadere boyun eğmek lâzım gelecek. Sandık başlarına emniyetle gideceğiz.
Her tarafta bu emniyeti müşahade ettim. Şansımız olur da kazanırsak yeni bir
hamle yapacağız. Oturmak devri geçti artık.”
Bundan
sonra İnönü, yarın da böyle konuşursa İzmirlilerin nasıl karşılıyacağını
sormuş, muhalif gazete muhabirlerini kendi tarafına çekmenin kolay olduğunu,
fakat patronları ele geçiremediğini lâtife yollu beyan ederek şöyle demiştir:
“
– İktidarda iken bütün tenkidlerinize tahammül ediyorum. Hele bir karşınıza
geçeyim de görün bakayım. Ben bu mevkie yumuşak koltuktan gelmedim. Hep
mücadele ede ede geldim. Bu dâvada tutacağım yol şudur: Hesabsız bir sabır, hiç
bir güçlük karşısında eğilmiyen sebat.”
İnönü,
muhalefeti işaretle şöyle devam etmiştir:
“
– Ben bunları yenerim. Ve siz de beni beğenirsiniz. Seçimlerden büyük bir
milletin bütün olgun vasıflarile çıkacağız. İzmir, benim hakkımda en çok söz
söylenen yerdir. Ve ben burada muhalefeti dostluğum ile yeneceğim.”
İnönü,
İzmir Demokrat Parti aday listesinde üç müstakil bulunduğunu öğrenince “Demek
İzmirden gösterecek başka adam bulamamışlar” demiş ve D.P. nin bütün aday
listelerinde kaç kadın bulunduğunu sorup cevab alınca: “Demek ki biz
onlardan altı misli fazlayız. Medeniyette ve inkılâbta da altı misliyiz”
diye ilâve etmiştir.
İnönü,
Manisaya, Balıkesire gidip oralarda da konuşacağız. Şimdiki seçimlerin 946
dakinden bambaşka bir hava içinde bulunduğunu, kendi ihtiyarı ile memleketi
türlü ihtimaller karşısında bırakıp gitmiyeceğini, bir gün memleket kendisine
“artık senin zamanın bitti” dediği vakit minnettar olacağını bildirmiş ve şöyle
demiştir:
“
– Çekilirim ama, bu defa karşıya geçer mücadele ederim. İzmire çok
müteşekkirim. Benim için çok şey söylenmiştir ama geçici bir tezahür olmamıştır.”*
İnönü,
baskı olup olmadığını sormuş, “yoktur” cevabı verilince, “yoksa Demokratlar mı
yapıyorlar” diye lâtife etmiş ve sözlerini şöyle bitirmiştir:
“
– Seçimi kaybedersek, gördünüz, diyeceğim bu şerefte benim, bir daha benim
kadar sabırlısını bulamazsınız. Bir daha elinize bu fırsat geçmez.”
İzmir Cumhuriyet Meydanındaki Söylevden
UG,
5 Mayıs 1950
Biz,
Cumhuriyet Halk Partililer, bütün dünya gözünde, içtimaî ıslahatı yapmış olmak
vasfının salâhiyetli temsilcileri olmakta bütün partilerin en ilerisinde
geliyoruz. Karşımdaki partilerin ruhlarında kabaracak itiraz seslerini
işitiyorum. Ama, lûtfetsinler, bir lâhza beni dinlesinler.
Kendilerine
riyazi bir misal vereceğim. Biz, yeni seçimlerin aday
listelerinde en çok kadın ismi göstermiş olan partiyiz. Bütün dünyada
iftihar ettiğimiz inkılâplarımızdan birisi, kadın haklarına ve kadın hayatına
yeni ufuklar açmış olmamızdır. Dağılan Meclisten daha az kadın aday göstermekten
mahcubum. Ama, karşımdaki partilerin en ilerisinden üç defa daha fazla
kadın aday göstermekle iftihar ediyorum. (...) Görüyorsunuz ki,
cemiyetimizi ilerletmek gayretinde, Partimizle ideal yarışı yapmak kolay
değildir. Kadın aday göstermenin bugünkü halimize göre güçlükleri, her parti
için aynıdır. Mesele, güçlükleri göğüsleyecek idealin sağlamlığındadır.
Seçim
Beyannamemiz, köylü refahı dâvamızı başlıca mevzu olarak ele almıştır. Köylü
kalkınması, bütün Halk Partisi Hükûmetlerinin daimî kaygısını teşkil etti. Köylü
mahsullerinin yok pahasına satılması karşısında kayıtsız kalma siyaseti,
Partimizin tarihten aldığı acı miraslardan biridir. Biz, bu mirası reddettik.
Bugün de toprak mahsullerinin layık olduğu ölçüde değerlendirilmesini, milletçe
ileri refah seviyesine erişmenin temel şartlarından biri sayıyoruz. Köylerimizi
teşkilâtlandırarak, verimli vasıtalar onları teçhiz etmek dâvasını sebatla
takibediyoruz. Temel dâvada durumumuz budur. Seçim Beyannamemizin köylüye ait
teferruat meseleleri bile, bizim için pek ehemmiyetlidir. (...)
Köyde
ilk öğretim dâvasının, yeni imkânlarla ve sebatla peşinde koşuyoruz. Dört sene evvel bizim için başlıca kusur sayılan mektep inşası
yorgunluğu, dolaştığım bütün köylerde, artık reddedilmiş bulunuyor. (...)
Bizim senede 2000 köy mektebi yaptığımız olmuştur. Şimdi, 1500 üzerine devamlı
bir program ilân etmek, bizim için, imkânı hesabedilmiş bir programdır.
(...)
Köylünün toprak sahibi olması ve köylünün diğer meseleleri ile, köy sağlığı
ve orman dâvasının mutlaka halledilmesi yollarında da sebatla yürüyoruz.
(...)
Bu memlekette çalışma işini ve çalışanların meselelerini birinci derecede bir devlet siyaseti şeklinde görerek, Bakanlar Kuruluna
bir de Çalışma Bakanlığı ilâve eden, Cumhuriyet Halk Partisi
Hükûmetleridir. (...) Hiçbir Bakanlığımız, ilk gününden, en kıymetli garp
mütehassıslarının yardımına Çalışma Bakanlığı kadar mazhar olmamıştır. Dört
sene, içinde sendikaları, sigorta kanunları ve içtimai müesseseleri ile,
çalışma teşkilâtımız, dünyanın her konferansında göğsümüzü kabartacak bir
gayretin ve bir samimi niyetin örneği olarak takdir olunmaktadır.
Devlet
iktisadi müesseselerinde, fiiliyat sahasına giren işçi meskenleri meselesini,
memlekette esasından hal yolundayız.
(...)
Ancak, ben, grev hakkının bizim bünyemize göre lüzumlu veya lüzumsuz olduğu mevzuunu da münakaşa
etmeği acele ve faydasız görürüm. Belki
bir gün biz de, grev hakkını kabul ederiz. Fakat, ondan evvel, yapacağımız
işleri tamamlamak lâzımdır. Bugün, işçilerimiz ve işçi teşkillerimiz, sermaye
sahiplerine karşı tahkim usulü ile emniyettedirler. Grev hakkının tabiî
karşılığı olan lokavt unsuru, günü gününe geçinen ve hiç birikmiş dayanma
sermayesi olmıyan işçilerimizi iki günde ezmek için bire birdir. Bu memleket
baştan başa çalışanlar ve çalışma teşkilâtı ile dolacaktır. Çalışma
teşkillerimizi, daha doğum senelerinde, lokavt’ın sefaletlerine mâruz
bırakmamak bizim vazifemizdir. (...)
Manisa Konuşmasından
UG,
6 Mayıs 1950
27
seneden beri hiçbir şeyin yapılmamış olduğunu söylemek, Türklerin Cumhuriyet idaresine kabiliyeti olmadığını söylemek
demektir. Hiçbir muarızıma böyle bir isnadı yakıştıramam. Fakat düşünürseniz,
isnadın başka bir mantıki neticesi yoktur. Türkler, cumhuriyeti, asırların
mücadelesi ve tecrübesi mahsulü olarak meydana getirmişlerdir. Muvaffak olmuşlardır.
Bu memleket, bugünkü dünyayı süsleyen demokratik cumhuriyetlerden birini kurmuş
olmakla, haklı olarak, iftihar edebilir.
(...)
Türkler, harabelerini eskisinden mâmur bir surette tamir etmişler,
memleketlerini hesapsız mektepler, köprüler, iktisadî ve malî müesseselerle
donatmışlardır. Hele, 11 seneden beri İkinci Cihan Harbi gibi bir büyük belânın
en önde malî olan yüklerini ve sarsıntılarını taşımışlardır. (...)
Demokratik
rejimin siyasî mücadeleleri arasında, muarız
politikacılar, her yapılmış olan işten daha iyisini vücuda getirmek
iddiasında bulunabilirler. Böyle bir iddia, siyaset mücadelesinin tabiî bir
tezahürüdür. Yıkıcı değildir, yapıcıdır. Fakat, milletin eserlerini kötülemek isteyenler,
doğrudan doğruya yıkıcı bir politika peşindedirler. (...)
(...)
Gelir vergisinin, bu kadar müşkülât içinde, nihayet kabul olunması,
öğündüğümüz büyük inkılâp hareketlerinden biridir. Az kazanan ve çok kazanandan
nisbetsiz miktarda vergi alma usulünü, Gelir Vergisine göre medenî, ilmî ve
adaletli bir maliye sistemine intikal ettirmek, zor bir dâva idi. Vergi
vermemeğe alışmış olan çok kazançlılar, Gelir Vergisine şiddetle muarız
oldular. (...) Bizimle seçim mücadelesi yapan partiler arasında Gelir
Vergisi aleyhtarları yer bulmuşlardır. Önümüzdeki devrede onların Gelir Vergisi
ile tekrar mücadele etmelerini ihtimal dahilinde görürüm. Seçim esnasında
karşımdakilerden bu mevzua dair açık bir teminat alabilsem, Manisalılarla
beraber, pek ziyade sevineceğim. İşte bir münakaşa mevzuu ki, bununla
siyaset mücadelesine mâna ve asalet vermek fırsatını karşımdakilere hazırlamış
oluyorum. Kendilerinden cevap isterim.
(...)
Hususiyle malî müesseseler, siyasî kudret ve faaliyetlerden kendilerini
müstağni tutarak yerleşmeğe, kuvvetlenmeğe ve ilerlemeğe muvaffak olurlarsa,
ancak o zaman, kazançları alınlarının teri sayılır ve memlekete hizmetleri
umumî itimada istinad ederek, engin bir mahiyet alır.
(...)
Malî müesseselerin siyaset mücadelesinden kazanç aramağa çalışmalarından
sakınırım. Demokratik cemiyetlerde siyasetle karışık malî ve ekonomik
tertipler, bizden çok zengin memleketlerde bile çok gürültülü yıkıntılar
yapmıştır. Bizim bünyemiz, bu usullere hiç dayanamaz.
Manisa Akhisar Konuşmasından
UG, 6 Mayıs 1950
Şimdi
işin ehemmiyetini söyledikten sonra kendi işimize bakalım: Bana rey verecek
misiniz?
“Vereceğiz.
Tabii vereceğiz. Senden başka kime rey veririz İnönü.”
–
Ama bana rey vermiyenlerle dost kalacaksınız. (Sürekli ve şiddetli alkışlar).
Allaha ısmarladık Akhisarlılar.
Balıkesir Konuşmasından
UG,
6 Mayıs 1950
Ben,
bu seçimden ne bekliyorum? (...) Beş seneden beri yeni bir rejim içinde
çırpınıyoruz. Türk milletinin siyaset mücadelesini yaparken aklı seliminin ve
insafının bütün güçlüklere galebe edeceğine iman ederek, bu yeni hayata girdik.
Yüzlerce seneden beri bu topraklarda kurulamamış olan bir hürriyet rejiminin,
ilk zamanlara mahsus taşkınlıklarından, Türk milletinin selâmetle çıkacağına
yürekten güvendik. (...)
(...)
Öyle zamanlar oldu ki, politikacılar, yer yer dolaşarak, devlet memurlarının
yakasına yapıştılar ve yüzüne karşı “kara liste”lerden bahsettiler.
Büyük siyasî partilerin “kara liste” hazırlamış olduklarına bir an inanmak
aklımdan geçmez. Bu sözler, ancak, kendini kaybeden politikacıların ya
hakikaten yalnız kendisinde mevcut, yahut o anda tesir için icat edilmiş bir
tehdidinden ibarettir. Ancak, bu hareketlerin vatandaş huzurunda açtığı
rahneleri tamir etmek çok güç olmuştur ve çok uzun sürmüştür. Siyasî
hayatımızın gelecek tekâmülünden, bir zamanlar âlayiş ve debdebe ile bünyemizde
açılan hesapsız rahnelerin tamamiyle terk olunacağını bekliyorum. Bu neticeyi
elde etmek için, seçimin neticesi ne olursa olsun, sebat ile ve hulus ile ve
bütün ikna kuvvetimle çalışacağım.
Balıkesirliler,
Aziz Hemşerilerim,
Size
tekrar ediyorum: Demokratik rejim, vatandaşları tamamiyle bir birinden ayırmış
olan bir mücadele zehri değildir. Bu, bir hürriyet rejimidir ki, kabiliyetleri
her gün bir birinden ileri götürmeğe çalışarak, vatanın meselelerini daha
isabetli bir şekilde hal için yarış etmek rejimidir. Bu asîl mefhumu bir lâhza
gözlerimizin en kızdığı zamanda bile, hatırımızdan çıkarmamalıyız. Kendimizi
kaybettiğimiz zamanlar olabilir. Muarızlarımı bile, bu zamanlar için mazur
görürüm. Ama, bu isabetsiz anların geçici olması şarttır. Fırtınadan sonra
açılan güneş gibi, hiddetten ve mücadeleden çıkan vatandaşların, yüzlerinde ve
gözlerinde, bir birine muhabbetin baharını göstermeleri vazifeleridir.
Bu vazifeyi, hepimiz, göz önünde tutmak ve o vazifeyi ifa etmekten
bahtiyarlık duymak istidadını muhafaza etmeliyiz. Ancak o zaman, demokratik
hayatın bütün tecelli[si]den yeni bir emniyet ve yükselme hamlesi ile
çıkabiliriz.
Çanakkale Biga Halkevi’ndeki Konuşmadan
UG,
7 Mayıs 1950
İnsafınıza
müracaat ederim: Bir seçim zamanında, her gün, memleketin en az 30 yerinde
toplantılar yapılan bir diktatörlük ülkesi görülmüş müdür? Seçim zamanında
diyar diyar dolaşarak, kendini vatandaşlarına beğendirmeğe çalışan diktatör
işitilmiş midir? (...) Beş seneden
beri, bir insanın tahammülünü aşan sabırla beklediğim, bu gündü. Bigalılarla beraber,
memleketin, yüksek
anlayışına hayranlığımızı ifade etmekten zevk duyuyorum.
Bursa Halkevi’ndeki Söylevden
Size,
seçim nutuklarımdan en ehemmiyetli sandığım birisini söylemek için huzurunuza
çıktım. (...) Çok teessüf ederim ki, Demokrat Partinin seçim beyannamesinde
bizim nelerimizi eksik gördüğünü, ve memlekete yapıcı olarak yeni ne fikirler
getirdiğini, derli toplu okumak henüz müyesser olmadı. (...) Demokrat Parti
Liderinden, kendi seçim dairesindeki seçmenlere, bunlar hakkında birer birer
cevap vermesini isterim. (...)
İlkönce,
Anayasa meselesinden bahsedeyim. Rejimin istikrarı ve rejimde temel
münasebetlerin sağlam esaslar üzerinde nizama konması için, Anayasada yeni
tesisler yapmak lâzımdır kanaatindeyim. Soruyorum: Demokrat Parti Lideri ne
kanaattedir?
(...)
Geçen Haziran Kongresinde verilen kararlar ve ondan sonra İzmir’de ilân olunan
kararlar, iptal edilmek icabeder. (...) “Düşmanlık kararı” diye şöhret
bulan bu haksız ve kanunsuz Kongre kararı, siyasî bünyemizden kalkacak mıdır?
(...) Bir büyük siyasî parti, Devlet Reisi ile temasda bulunmaksızın,
memleket işlerinde kendisine düşecek vazifeleri yapamaz kanaatindeyim.
Partiler arası münasebetlerde, partiler üstü büyük memleket meselelerinde
beraber çalışmağa mecburiyet görmiyeceklerini, Demokrat Parti Lideri zan
edebilir mi?
Büyük
Millet Meclisinde, Cumhurbaşkanı, resmî vazife ile başkanlık kürsüsüne çıktığı
vakit, Demokrat Parti milletvekilleri ayağa kalkmamağa devam edecekler mi? Ben,
her hangi bir vatandaşımı, Demokrat Partinin Liderini veya her hangi bir
ferdini, dermanım oldukça, ayakta kabul etmek itiyadındayım; ve bir gün
Demokratlardan veya diğer bir partiden bir milletvekili Cumhurbaşkanı olursa,
sancak onu kanunen nasıl selâmlıyorsa, biz de resmî vazife anında Devlet
Başkanını öyle selâmlıyacağız. (...) Geçmiş zamanların bu hastalıkları
düzeltilecek midir?
(...)
Ben, siyasetin bu hastalıklarından canı yanmış nice siyaset ve devlet adamları
gördüm ki, “fırka tefrika demektir” kanaatini bir itikat olarak, ya
mezara götürmüşler, ya taşımaktadırlar. Karşımızdaki başlıca partinin Liderine
derim ki, fırkanın tefrika demek olmadığını tarihe karşı, millete karşı ve
âleme karşı ispat etmeğe mecburuz. Bu ispat, ancak, her türlü şiddet
usullerinin, hulus ile, hiçbir yanlış anlamağa mahal vermiyecek açık ve kesin
bir ifade ile terk olunmasına, hiç olmazsa, en kısa zamanda terk olunacağının
söylenmesine bağlıdır. Demokrat Parti lideri, seçim dairesine, bu hususta
teminat verebilir mi?
(...)
Hatırlarsınız ki, Anayasada tâdilât yapmak, gazetecilerin önayak olmasiyle,
daha geçen Mecliste memleketin umumî efkârına atılmıştı da Demokrat Parti böyle
bir tedbiri reddetmişti. Demek ki, hem bugünki Anayasanın tabiî icaplarını
yapmak kusur oluyor, hem Anayasayı yeni ihtiyaçlara göre tesislendirmek arzusu
kusur sayılıyor. Cumhurbaşkanını, bugünki Anayasanın verdiği vazifeler ve
haklar içinde, faaliyetten men etmeğe bir hak tasavvur olunabilir mi? (...)
İşitiyorum
ki, Demokrat Parti hatipleri, bütçemizin yani maliyemizin halini dillerine
dolamışlar, ve, Marshall plânı
olmasaydı, iflâs edeceğimizi öne sürmüşlerdir. Gerçi, bütçe ve maliye üzerinde,
siyasî partilerin, sert [eleştiride] bulunmaları vazifeleri icabıdır. Güzel
ama, bu vazifeyi yaparken memleketin bünyesini ve temel politikasını
değiştirmek istiyorlarsa, onu da söylemelidirler. Kendileri iktidarda olsalar,
temel politikaları terketmedikçe çare bulamıyacakları vaziyetleri, memleket efkârına, dikkat
göstererek tahlil etmeğe mecburdurlar.. Bizim, bütçede çektiğimiz sıkıntılar,
katlanmağa mecbur olduğumuz askerî masrafların ağırlığındandır. Başlıca sebep
budur.
Kocaeli Konuşmasından
UG,
9 Mayıs 1950
Biz,
dünyanın o köşesindeyiz ki, memleketin maddî ve manevî her istikamette
bezenmesini, ilerlemesini, daima milletlerarası büyük hâdiselerin tesirlerine
ve ihtimallerine göğüs gererek tahakkuk ettireceğiz. Gaile ihtimallerinden uzak
olan bir müsterih çalışma devrini asırlardan beri bulamadık ve daha ne kadar
zaman bulabileceğimizi de kimse keşfedemez. Demek istiyorum ki, Türkiye’nin
demokratik rejim içinde feyizli bir hayatın tedbirlerini bulabilmesi, dünyanın
bir rahat köşesine nisbetle, iki kat güç ve iki kat masraflıdır.
İstanbul Taksim Meydanındaki
Söylevden
UG, 10 Mayıs 1950
Yeni
bir hayat yoluna cesaretle girmiş olan milletimiz, 5 senelik büyük zahmet ve
gayretlerinin mahsulü olarak, yeni, feyizli bir büyük çalışma devrine girmek
üzere olduğunu tamamiyle kavramıştır. Tarihin, bize, hayretle ve henüz muhafaza ettiği bir
acaba ile ve her halde, hayranlıkla baktığı tahmin olunabilir.
(...)
Eğer, biz, 150 seneden beri bu memleketin belini doğrultmasına, hürriyet ve
medeniyet içinde bir hayat tarzı bulmasına mani olan zehirlerin tesirine karşı
bünyemizde bir masuniyet kazanamamışsak, yeniden başımıza birçok felâketlerin
gelmesini beklemeğe mecburuz. 1950 senesinde, Türkiye’nin coğrafi durumunda
bulunan bir memleketin, iftiracı, iptidaî ve yıkıcı usullerin neticelerine
dayanacağını tasavvur etmek pek tehlikeli bir hayal olur. (...)
(...)
Basın hürriyeti üzerinde devam eden münakaşalar kolaylıkla hallolunacaktır. Bu
hal şekli bizim basınımızı bazı noktalarda genişletecektir, ve birçok
noktalarda da, onlara demokratik memleketlerin ve demokratik nazariyelerin
kayıtlarını getirecektir. Şurası muhakkaktır ki, basın hürriyeti gibi, hürriyet
ve demokrasi rejiminin bir temel mefhumu, bugün, bizde en serbest memleketlerde
olduğu gibi işlemektedir. Bugünkü ihtiyacımız, bir iyileştirme isteğinden ibarettir
ki, bu ihtiyaç üzerinde münakaşa, her mesele için, her yeni tedbirden sonra,
daima mevcut olacaktır. (...) Bütün bu eksiklerle beraber, memleketimiz, hür ve
demokratik bir rejimin bütün esas unsurlarını tahakkuk ettirmiştir. Bu seçim
devrindeki memleket manzarası, canlı bir şahit sayılır.
Aziz Vatandaşlarım,
Demokratik
rejimimizin bu başarılı devrini geçirdikten sonra da; zaman zaman, talihin sert
tecrübelerine mâruz kalması ihtimali vardır. Bu tecrübelerin zemini, iç
politika meseleleri olabileceği gibi, hususiyle, dış emniyet meseleleri başlıca
tecrübe devri sayılır. İç politika denemeleri, tahrik neticesi olabilecek büyük
hâdiselerden doğabilir. Bu hâdiseler, cemiyetin nizamını korumak için fevkalâde
tedbirler icabettirecek ehemmiyette olabilirler. Bu fevkalâde tedbirlerin, katî
zaruret hudutları ve zamanları içinde kalıp kalmıyacağının imtihanını, iyi
niyetle ve muvaffakıyetle vermek lâzımdır. Bu
vazife, hâdise zamanındaki iktidarın ve umumî zihniyetin istidadına bağlıdır.
Büyük Amerika demokrasisi, kuruluşundan 75 sene sonra, tarihin tanıdığı en
ehemmiyetli bir iç harbin imtihanını vermeğe mecbur kalmıştır. Bizim
memleketteki geçmiş tecrübelere göre, suikast teşebbüsleri, devlet rejimi için
büyük buhran anları olmuştur. Bu gibi talihsiz hâdiselerin, adalet
bakımından taşıdıkları ehemmiyet ölçüsünde karşılık görmeleri, sağlam ve şuurlu
demokrasilerin bünyeleri içinde mümkün olabilir. Bir gün, bizde, böyle bir
talihsiz hâdise vukubulursa, vatandaşlarımın bu sözlerimi hatırlamalarını isterim.
Her türlü irtica ve tahrik hâdiselerine karşı da, bir taraftan nizam ve
emniyet, öte taraftan hâdisenin ehemmiyeti ölçüsünde tedbir ve hareket
hudutlarını, demokrasilerin muvaffakıyetle tâyin etmeleri icabeder.
(...)
İşitiyorum ki, seçim propagandası esnasında bazı köylere Cumhurbaşkanı
İnönü’nün, seçimin neticesi ile münasebeti olmadığı söylenmekte ve
yayılmaktadır. Bu rivayetler ve telkinler her türlü ciddîyetten tamamiyle
mahrumdur. Bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim ki, Cumhuriyet Halk Partisi seçimde çokluğu kaybederse, İsmet
İnönü, tabiatiyle, ve elbette Cumhurbaşkanlığından çekilecektir.
(...)
Önümüzdeki devre, umran işlerinden ekonomik ve malî sahalarda büyük bir çalışma ve gelişme devri
olacaktır. Bütün bu çalışmalar, iç politikada tekâmül ilerleyişi, ve dış
politikanın ihtimallerine karşı hazır ve uyanık bulunmak ihtiyaçları içinde
geçecektir. Görülüyor ki, bu vazife muğlak şartlar içinde yürütülecektir.
Seçimde vatandaşlarımın isabetli hükümleri, memleketin mukadderatına nurlu yollar
göstermesini dileriz. Türk milleti, fırtınalı tepeler üzerinde, ayaklarını
kayalara gömmüş olarak yaşıyan insan gibidir. Bu insanın varlığına ve
ideallerine hizmet, pahası ölçülmez bir şereftir.
Sevgili Erdalım, Şimdi (saat
14.00) 15 tarihli mektubunu aldık. İlk duyguların. Ne kadar iyi yürekli, filozofik
ve ahlaklı yazıyorsun. Teşekkür ederim. Seninle bir daha iftihar ettim. Evimize
taşındık. İçinden hiç çıkmamış gibi bir rahatlık içindeyim. Bu mektubumu eski kütüphanemden
yazıyorum. Annen bir haftadır taşınma için pek çok çalıştı. Yorgun olduğunu görüyorum.
Amma sıhhati, neşesi yerinde çok şükür. Özden, Ömer, büyükannen herkes vaziyeti
iyi ve tabii aldılar. Benim üzüntüye düşmemekliğim için bütün hünerlerini
kullandılar. Hepsinin, kıymeti, gönlümde bir derece daha artmıştır, eğer buna
imkân var ise...
Seçimi fena nispette kaybettik. 69 yer alıyoruz (487) içinde.**
Amma bu “sisteme majoritaire”in en aksi tecellisidir. Oya iştirak edenlerin
yüzde 40’ını almış bulunuyoruz. Birçok illerde, 1000, 2000, 4000, 10000
farkla, hatta 400, 500 farkla kaybettik. Nispi temsilde 6:4 yer alacaktık.
Niçin kaybettik? İnsaflı, insafsız
bin bir sebebi var. Fakat en başta geleni değişiklik arzusudur. Bu da milletlerin
hem masum, hem tabii bir arzularıdır.
En sıkıntılı zaman, kaybolmuş bir seçimden sonra geçen bir haftadır. Şimdi bu
bitti. İki gün sonra yeni cumhurbaşkanı ve hükümet seçilecektir. Saat 18.30’da
da ben yeni cumhurbaşkanını tebrik edeceğim. Bu bir hafta, çok şükür sarsıntısız
geçmiştir.
Beş seneden beri, politikacılar
benim için nasıl bir düşmanlık havası yaratmaya çalıştılar, bilirsin. Seçimin
neticesini alır almaz her yerden bize karşı sempati duyulmaya çalıştı. Hatta
yanlış bir şey yapıldığı hissinin halkta göründüğünü söyleyenler bile var.
Bunların ehemmiyeti yalnız bir noktadadır: O da İnönü ailesine karşı düşmanlık
telkini muvaffak olmamıştır; itibarımız içeride, dışarıda artmıştır. Taşıdığınız
adla haklı olarak iftihar edeceksiniz.
Bu seçim, memlekette yeni bir
hayat tarzı kurmak için giriştiğimiz teşebbüste ne kadar ciddi ve samimi olduğumuzu
ispat etmiştir. Memleket için, hepimiz için şeref olmuştur.
Şükran Borçlarım Başlıklı
Makaleden
M.İ.İ.K.D.M.S.Y.(19501956); Der.:
Sabahat Erdemir; ... 23 Mayıs 1950
İlkönce,
büyük Türk Milletine, bize şimdiye kadar verdiği vazifelerde teveccühünü ve her
surette yardımını esirgemediği için, sonsuz minnet ve şükran duygularımı ifade
etmek vazifemdir. Seçimlerde oya iştirak edenlerin, şimdiye kadar alınan
neticelere göre, takriben yüzde kırkı bize rey vermek suretiyle, büyük
milletimiz, Cumhuriyet Hükûmeti karşısında, karşı parti olarak vazife ifa
etmemizi tensip etmiştir. Bu yeni, şerefli ve ağır mesuliyetli vazifede
vatandaşlarımızın yardımına muhtacız.
CHP
Genel Başkanlığı’nı Fiilen Yürütmeye Başlaması Dolayısıyla Yayınladığı Bildiri
UG, 24 Mayıs 1950
Cumhurbaşkanlığı
vazifesinin hitamı üzerine C.H.P. Genel Başkanlığını fiilen deruhte ettiğimi
memlekete ilân ederim. Bizim partimiz bu memleketi ilerletmek, yükseltmek,
kuvvetlendirmek idealleri üzerine kurulmuş, bu idealleri tatbik etmiş ve
vatanımızın insaniyet ve medeniyet ailesinde kıymetli bir varlık olduğunu
göstermesine hizmet etmiştir. Şimdi üzerimize düşen iktidarı murakabe etmek
vazifesinde aynı idealleri takip edeceğiz ve müdafaa edeceğiz. Vatanımızda
dirlik düzenliğin muhafazası ve vatanımızın bütünlüğünün korunması bizim için,
bütün Parti mülâhazalarının ve siyaset cereyanlarının üstündedir.
Erdal İnönü’ye Mektuptan
B.İ.E.İ.M.;
Sevgi Özel; sf. 148149 ... 25 Mayıs 1950
Sevgili Evladım, Erdalım,
Evimize yerleştik. Keyfimiz
yerinde. Muhalefet lideri olduğumu ve CHP’nin başkanlığını üzerine aldığımı
ilan ettim. Çok şükür, memleketimizin itibarı yerinde. Bizim itibarımız
yerinde. Yeni bir devrin çalışmalarına başladık. Her şey anlaşılacak, her şey
iyi olacak.
CHP Divanında Yapılan Konuşmadan
Mücadele
ettiğimiz cereyanlar arasında büyük inkılâp ve islahat içinde geçen şerefli
mazimizin biriktirdiği tepkiler vardır. (...) Bütün bu unsurlara munzam
olarak milletin değişmez zannettiği bir iktidarı değiştirmeyi tecrübe etmek
arzusu müessir olmuştur. Bu arzu her millet için olduğu gibi bizim milletimiz
içinde tabiî ve masum bir şeydir. (...) Bize düşen vazifeleri kısaca şu
suretle hülâsa etmek isterim.
1)
(...) Bütün teşkilâtımız mensupları bilmelidirler ki şerefli bir maziden
geliyorlar. Şerefli, yeni bir vazife almışlardır. (...) İktidarın bizim emniyet
içinde çalışmamıza müsamaha etmiyeceğini farz etmeğe hakkımız yoktur. (...)
İktidardan
tek istediğimiz şey bizim iktidarda iken verdiğimiz kadar emniyetin bize de
verilmesidir. Bizim siyasî kanaatımızda olan
bütün vatandaşlar herhangi bir tecavüz karşısında en yakın hükûmet merciine tam
bir itimat ile müracaat etmelidirler. (...)
2)
İktidarı kaybetmekle bu memleketin fenalığını isteyen yıkıcı unsurların
hücumundan kurtulmuş değiliz ve kurtulamıyacağız. (...) Unut[ul]mamalıdır
ki memleketimiz, hususiyle 1945 denberi büyük bir sinir harbi içinde
yaşamaktadır. Bu sinir harbinin bizim memlekette başlıca hedefi C.H.P. dir. C.H.P
iktidarda olduğu zaman nasıl mukavemet etmiş ise muhalefette olduğu zaman da bu
memlekete teveccüh eden sinir harbine ve yıkıcı cereyanlara bütün kuvveti ile
mukavemet edecektir. (...) Teşkilâtımız türlü tezvirlerle bilhassa C.H.P. ne
tevcih olunmuş bir suikastın mukaddemesi olduğuna inanmalıdırlar. Vaziyet böyle
geniş bir ufuktan mütalâa olunursa maruz olduğumuz ve olacağımız iftiraların
şiddeti arttıkça ruhumuzdaki kuvvet daha ziyade artacaktır.
3)
(...) Demokratik rejimin bu memlekette yerleşmesi ve feyiz vermesi iki şarta
bağlıdır. Bunlardan birincisi, iktidarın muhalefete tahammül etmesi ve
muhalefeti emniyet içinde yaşatmasıdır. Bu şartı beş senelik emeğimizle
tahakkuk etmiş olduğunu zannediyoruz. İkincisi demokratik rejimin feyizli bir
halk idaresi suretinde tecelli etmesi muhalefet partisine bağlıdır. (...)
Belirtmek istiyorum ki iktidar karşısındaki murakabe rolümüz tamamiyle yapıcı
olacak ve Milletimizin dört sene sonraki yeni seçimlede iktidarı kime
vereceğini sükûnetle ve selâmetle muhakeme etmesine fırsat verecektir.
4)
Biz 30 senedenberi Devletin âli siyaset ve emniyetini memlekette kökleştiren ve
koruyan başlıca teşkilât olarak çalıştık. Bu müddet esnasında Hükûmetlerin
âli siyaset ve emniyetinin başlıca organı olarak onlardan her türlü yardımı ve
müzahereti gördük. Bundan sonra Hükûmet müzaheretinden âzâde olarak kendi
kudretimizle memleketin âli menfaatlerini muhafaza ve müdafaa etmeğe
çalışacağız. Bunlar büyük vazifelerdir. C.H.P. muvaffakiyetleri ve
feragatli yetişmesi ve çalışmasiyle bu büyük vazifeleri ifa etmeye ehliyet
kazanmıştır. Bütün teşkilâtımızın büyük bir itimadı nefsiyle yeni imtihanlarda
Milletimizin karşısına daha büyük şanslarla çıkmasını temenni ederim. Biz
iktidarda iken halk idaresini bütün icaplariyle tahakkuk ettirmek için
çalıştık. Delili bugün memleketin aldığı neticedir. Biz muhalefette iken
halk idaresinin feyizli bir surette yerleşmesi için daha çetin vazifeler
karşısında kalabileceğimizi biliyoruz. Vatandaşlarımızın her suretle
alâkasına ve yardımına güveniyoruz.
İ.İ.;H.;
Haz.: Sabahattin Selek, s.13
CHP VIII. Büyük Kurultayını Açış
Konuşmasından*
M.İ.İ.K.D.M.S.Y.(19501956);
Sabahat Erdemir, sf. 1213 ... 29 Haziran 1950
Bu
şartlar içinde memleketin anlayışında tekâmülü bir damla kan dökülmeksizin
temin edebilmemiz ve 1950 seçimlerinde ifade edilen millet iradesine göre huzur
ve sükûn içinde iktidar değişmesini idrak etmemiz milletimiz için büyük bir
ilerleme işareti ve partimiz için idealizmin, iyi niyetin ve engin vatan
aşkının yeni bir delili olmuştur.
(...) Demokratik
hayatımızın bundan sonraki tekâmül safhaları esas olarak daha ziyade
iktidardakilerin anlayışlarına ve hareketlerine bağlıdır.
age, sf. 17 ... 3 Temmuz 1950
Partimiz bir fikir ve program
partisi olarak gelişmekte devam edecektir. Dört sene için seçilmiş olan D.P.
iktidarının memleket ve millete yararlı hizmetlerini daima takdir ve elimizden
geldiği kadar ona yardım edeceğiz.
Yerel Seçimler ve 1950 Dönümünün Ara Dökümü
age, sf. 1920 ... 28 Ağustos 1950
Her
şeyden evvel şunu söylemeliyim ki belediye seçimleri, içinde bulunduğumuz
memleket ve dünya şartları karşısında şehirlerimizin mahalli ihtiyaçlarını
ilgilendiren bir seçim olmaktan ziyade memleketin siyasî mukadderatını birinci
derecede ilgilendiren büyük bir millî hadisedir. (...)
(...) Demokrat Parti idaresinde
memleket baştan huzursuzluk içindedir. Siyasî emniyetimiz pervasız ve apaçık
tehditler altındadır. Her hangi bir
meseleyi B.M.M. de lâzımdır demek bile vatan hiyâneti derecesi suç sayılıyor.
Ordudan tapu memuruna kadar bütün devlet teşkilâtında memurlar yataklarını
bağlamışlar, kimin bir iftirasıyla ne muamele göreceklerini beklemektedirler.
(...) Komünistlik ittihamı altında
vatandaşların yurt dışına sürülmesi tehdidi hukuk prensiplerine doğrudan
doğruya taarruzdur. (...)
(...)
Muhtar seçimlerinde vatandaşlarımızın bize gösterdikleri teveccühe teşekkür
ederiz. C.H.P. vatanın istikbali için başlıca teminat olduğunu muhtar
seçimlerinde isbat etmiştir.
1950 Ankara İl Genel Meclisi Seçimi Dolayısıyla Ankara Radyosunda
Yapılan Konuşmadan
age, sf. 2122 ... 9 Ekim 1950
İç
politikada devlet ve memleket işlerinin yeni iktidar elinde ne neticeler
vereceğini açık olarak görüp söyleyecek zaman geçmemiştir. Ancak İktidar, ilk
gününden itibaren kendisine göre bir devlet teşkilâtı ve gene kendi anlayışında
bir demokrasi rejimi kurmayı ehemmiyetli bir iş saymıştır. Bugün
iktidardakileri meşgul eden başlıca mevzu muhalefete karşı açtıkları
mücadeledir. Bu mücadele vatanda lüzumsuz ve kısır münakaşalara sebep oluyor,
ve 5 senedenberi kurmağa çalıştığımız demokratik idarenin geleceği için
endişeler uyandırıyor. (...) Seçim neticeleri ilan olunmuyor. (...)
İktidar
partisinin İlçe Başkanları merkezleriyle telgraflaşarak hâkimleri
değiştirebiliyorlar. (...) Çok
ehemmiyetli bir nokta da muhalefet mensuplarının hainliğini Devlet Radyosunun
mütemadiyen propaganda etmesidir. (...) Yargıçlar tarafından verilen
tutanaklar makbul sayılmadı. Bu milletvekilleri vazifelerini yapmak
emniyetinden mahrum edildiler. Gene bunun neticesi olarak Avrupa Konseyinde
toplanan Milletlerarasında yalnız Türkiyedir ki aralarında muhalefet azası
olmayan bir heyetle temsil edilmiştir.
(...) Bu hal İktidarın ilân ettiği prensibin, yani Seçim Kanunu, adlî
teminatından yalnız muhalefeti fiilen mahrum eden prensibin tabii neticesidir.
(...)
Bugün muhalefet partilerine mensup olan salâhiyetli siyaset adamları ve
gazete mensupları mahkemededirler. Suçları içinde hükûmete acele etti, acemilik
etti gibi sözlerle hakaret etmiş olmak iddiası ve Kore’den bahsetmiş olmak suçu
vardır. İktidar Partisi Başkanı kendi partisinin teşkilâtına polis takibatı vazifesi
vermiştir. Bu hal mutlaka vatandaları birbirine düşürecektir. Vak’aları
olduğu gibi naklediyorum. Vatandaşlarım teslim ederler ki bu usuller demokratik
idarenin gelişmesini temin etmez. Bu usuller bizi iyiliğe götürmez. Bizim bu
günümüz yüz senelik emek mahsuludür. Muhakkaktır ki 5–6 senedenberi en
müsamahalı gelişmeyi temin ettikten sonra, milletimiz bütün siyasî kanaat sahiplerinin
büyük kütlesi ile şiddet idaresini kabul etmiyecektir.
1951 Ara Seçimleri
Halkevlerinin Kapatılması ve 1951
Ara Seçimleri Dolayısıyla Düzenlenen Basın Toplantısından
age, sf. 5960 ... 22 Ağustos 1951
Son
bir aylık memleket hadiseleri içinde en ehemmiyetlisi halkevlerinin
kapatılmasıdır. Halkevlerinin vazifesini bitirmiş, ve devrini geçirmiş, yahut
hiçbir zaman faydalı olmamış bir müessese olarak iktidar tarafından
vasıflandırılması Cumhuriyet devrinin engin kültür mücadelesinde en acıklı bir
hatıra ve çok elem verici bir ziyandır.
Bugün
yeryüzünde her memlekette içtimai, kültürel, güzel sanatlar ve teknik
bakımından kitle terbiyesi büyük bir meseledir. (...) İktidarın 20 senelik bir
feyiz ocağını günlük politika arzularına kurban etmesi zihinleri durduracak bir
faciadır.
478
Halkevi ve 4237 Halkodası, bizim halimize göre hesapsız bir masraf ve bundan daha ehemmiyetli
olarak göznuru, fikir emeği ve sonsuz çalışma ile meydana gelmiştir. Bu
uğurda adı sanı belli olmayan sayısız idealistler ömürlerinin çiçeklerini
halkevlerine vermişlerdir.
(...)
Halkevi ve Halkodası şeklinde 4800 kütüphane bir lahzada kapatılmıştır.
Siyasetin
millet hayatında bu kadar vahim bir hareketi gözünü kırpmadan yapabilmesi
milletler tarihinde hatta ortaçağda eşi olmayan bir yıkımdır.
Son
bir aylık hadiselerin içinde yaşadığımız hararetli safhası ara seçimleridir.
(...)
Bu
seneki ara seçimi, bütün partilerin iştirak ettiği ilk ara seçimidir. Biz
zannediyoruz ki; iktidar değişmesine tesir etmeyecek olan ara seçiminin
memleket idaresinde tesiri ve ehemmiyeti büyüktür. (...)
(...)
İçinde bulunduğumuz ara seçimlerinde muhalefet partileri kendilerini memlekete
anlatmak için iktidarla musâvi şartlar içinde değildirler. Vatandaşlar
günlerden beri tek taraflı olarak yalnız iktidarın radyo telkinleri
altındadırlar. (...)
(...)
1951 ara seçimi memleketin iktidar üzerinde ilk ehemmiyetli hükmü vermesini
temin edecek kadar zaman geçtikten sonra yapılmaktadır. İktidar, seçmen
vatandaş tarafından ihtar ve ikaz dersi almağa muhtaçtır. İktidarın hatalı
yollarına kayıtsızlık ve teşvik gösterilmesi önümüzdeki senelerin daha
verimsiz, daha yıkımlı bir halde geçmesine sebep olabilir.
1951 Ara Seçimleri Dolayısıyla Ankara Radyosunda Yapılan
Konuşmadan
age, sf. 6162 ... 10 Eylül 1951
1950
Türkiyesi, milletimizin 30 senelik gayretlerinin büyük bir eseri idi.(...)
(...)
Bizzat hükûmet birbuçuk senedenberi bütün icraatiyle muhalefet partilerine
tahammül edememek misalini vermekte ve muhalefet ileri gelenlerini ve
mensuplarını türlü ithamlar ve iftiralarla vazifelerini ifadan men etmeye
çalışmaktadır.
(...)
İktidar bir şehir halkının belediye seçimini bile, kendi arzusuna muvafık
olmazsa tanımamakta inanılmaz ve anlaşılmaz bir israr göstermektedir. Diğer
taraftan, mahkeme kararına rağmen mevkiinde muhafaza ettiği, kendi taraftarı
belediye başkanı vardır.
(...)
Memleketin malî ve iktisadî durumu tamamiyle tesadüfe bırakılmıştır.
1951 Ara Seçimleri*
Dolayısıyla Ankara Radyosunda Yapılan Konuşmadan
age, sf. 6465 ... 12 Eylül 1951
27
senelik Cumhuriyet devrinden bana atfolunabilecek her mesuliyetin hesabını
vermeye hazırım ve muktedirim.
İnsanlık kaydından nasibi olan siyaset adamları rakiplerinin mesuliyetli
hareketlerini mahkemeye vermek vazifesindedirler. Bu vazifeyi ifaya cesaretleri
olmayan isnatçılar millet nazarında iftiracı mevkiindedirler. Af kanunu ne bana
ne eski iktidarın başında bulunanlara hiçbir muafiyet vermez. Af kanunundan
istifade edenler, bizler ve bugün bizim safımızda bulunanlar değildir. Bizler
hergün yeni bir iftira tertibine maruz olarak insafsız bir zûlüm içinde yaşıyoruz.
Ben
iktidarda iken suç işleyenleri daima mahkemelere sevkettim. Bize suçluyu
korumak isnadı yapılamaz. Namuslu
iktidar sahibi, mücerret iftira yapmaz, şüphelendiği hadiseleri mahkemeye
sevkeder. Bu basit kaideyi iftiracıların tertipçisi olan İktidar Genel
Başkanına hatırlatırım.
İktidarda
bulunanlara gene hatırlatırım ki, demokrasi rejimi memlekette yerleşmiştir.
İktidarda bulunanların iftiraları, radyo poropagandaları ve bütün güçleri ve
tertipleri demokratik rejimi baltalamaktan mutlaka aciz kalacaktır.
(...)
Otuz senedenberi çöp çöp üstüne konarak meydana getirilen bu vatan yuvasının B.M.M.’e ve millete karşı
mesuliyet hissi taşımayan politikacılar elinde viran olmasından korkuyoruz. (...)
İktidar başkanının Büyük Meclise ve millete verdiği malumatın doğru
olmasını istiyoruz. Kore’ye giden askerimizin 4500 kişilik bir kuvvet olduğunu
ilan ettiler. Birleşmiş Milletler muhitinde intişar eden gazeteler bu kuvvetin
daha çok olduğunu yazdılar. Büyük Meclisin ve Türk Milletinin Kore’ye gönderilen
kuvvetin miktarını bir tek rakam hatası olmadan bilmeğe hakkı yok mudur?
1954
SEÇİMLERİ
1950
Sonrası Ekonomik – Siyasi Gelişmelere Dair Kapsamlı Eleştiriler
1950 Sonrası Ekonomik – Siyasi Gelişmelere Dair Kapsamlı
Eleştiriler
1954 Genel Seçimleri Dolayısıyla
Malatya’daki İlk Seçim Söylevinden
age, sf. 251253 ... 9 Nisan 1954
1954
seçimleri Türk Milleti için yeni bir imtihandır. Bu imtihanı şerefle vermek
vazifemizdir.
(...)
İlk seçim nutkumu Malatya’da veriyorum. Yalnız seçim bölgem olduğu için değil.
Dört senelik muhalefet devrinde iktidarın en çok eziyet etmiş olduğu yerlerin
arasında bulunduğu için. Malatya’lılar kendi evlâtlarından birinin resim
çerçevesine karşı makineli tüfekle askeri harekat tertip edildiğini
görmüşlerdir. Devlet Şûrası kararile bu hareketlerin haksızlığı tesbit
olunmuştur. Malatyalıların kendi Belediye Reislerini seçmek gibi tabii bir
haklarını kullanmak için ne kadar güçlükle uğraştıklarını hatırlarsınız. (...)
(...)
Devlet ve Millet işleri her zaman güçtür. Ancak seçim ile gelecek yeni
iktidarın vazifesi her zamanda[kinden] güç olacaktır. Biz iktidara yeniden
gelince herşeyden önce vatandaş için vatandaşın umumi hizmetleri için bir
emniyet idaresi kuracağız. (...)
İdarenin
bütün dalları doğruyu söyleyecek. Devlet idaresinin bütün dalları vatandaşları
eşit gözle görecek din, mezhep farkı gibi siyasî kanaat farkı da vatandaşı
sözde ve fiilde hiçbir ayrılığa uğratmayacaktır. Tecrübeler göstermiştir ki
siyaset Partizanlığı güzel vatanı cehenneme çevirmek için en menhus derttir.
(...)
Partizan İdareyi kaldırmak Türkiye’de başarılan siyasî işlerin en şereflilerinden
biri olacaktır. Partizan zihniyet İdareyi her gün bir az daha çıkmaza düşürür. Partizan
İdare bağımsız mahkemeden ve teminatlı hâkimden dehşetle korkar. (...) Tekrar
edeyim biz iktidara geldiğimiz zaman Demokratik rejime musallat olan en zararlı
hastalığı yani Partizan İdare hastalığını kat’i olara tedavi edeceğiz. Biz
hiçbir sebep ve bahane ile Muhalefet Partileri aleyhinde hususî kanunlar ve
müsadere kanunları çıkarmayacağız. Yalnız çıkarmayacağız değil, bundan sonra
kimsenin çıkarmaması için Anayasa mahkemesi kurarak siyasî Partilerin çokluğu
üstüne bağımsız yargıcın adalet hükmünü yerleştireceğiz.
(...)
Demokratik rejimi getirmiş bir parti olarak onun eksikliklerini de tamamlamayı
vazife sayıyoruz.
(...)
Hayat pahalılığı alıp yürümüş, millî paranın değeri içeride ve dışarıda düşmüş
ve dış ticaretimiz borçlarımızı ödeyemeyecek derecede daralmış ve köylümüz
takati üstünde bir borca daldırılmış iken idaremiz bu sıkıntıların
çaresini hakikate göz yummakta ve vatandaşa hakikatin zıddını söylemekte
arıyor. Bunlar yanlış hareketlerdir. Daha yanlış olanı da hakikatlerin
vatandaşlara söylenmemesi için kanuni tedbirler almak hevesidir.
(...)
Bizim tarihimizde yerli ve yabancı sermaye farkı asırlarca tecrübe edilmiştir.
Yerli sermayenin işleyip gelişememesinin asıl sebebi idarenin müsaderesinden ve
tehdidinden masun kalmamasıdır. Padişahın idaresile müsadere yapılması veya
Beylerbeyinin baç alması ile kanun ile müsadere Partizan tehdidi veya Partizan
bir Bakanın maliye teftişi ve döviz usullerile tazyik etmesi arasında fark
yoktur. Tarihte yabancılar kapitülasyon himayesiyle Türkiye’yi istismar
ettiler. Yeni devirlerde yerli vatandaş hakikat dışı ve emniyetsiz usullerle
ızdırap çekecek ve yabancı sermaye hususi kanunların himayesinde yaşayacaksa
kendi elimizle yerli sermayeyi yabancı olmağa zorlamış oluruz. Asırlarca
tecrübe edilmiş mahzurlu usullerin marifet gibi yeniden getirilmesine teşebbüs
edileceğini aslâ tahmin edemezdik.
İstanbul
Söylevinden
age,
sf. 255258 ... 13 Nisan 1954
İlk
önce iktidarın dört aydanberi türlü şekillerde devam ettirdiği seçim
hazırlıklarını kısaca hatırlatmak faydalı olur. İktidar 1954 senesine muhalefet
partilerini kötürüm edecek hukuk ve adalet dışı tedbirleri tatbik ederek girdi.
Hususî kanunları biliyorsunuz. Ondan sonra şeref ve haysiyetleri ve
devletin malî ve iktisadî itibarını koruma sebebine atfederek seçim zamanı için
yeni kanunlar çıkardı. (...) Adalet Bakanına göre bütçe açıktır demek bir
suçtur. Bereket versin hukukçular başka anlayıştadırlar.
Bu
zabıta tedbirlerinden sonra Yabancı Sermaye Kanunu çıkarıldı. Ziraat ve
ticaretimizi can evinden ilgilendiren bu kanun Büyük Millet Meclisi normal
komisyonlarında tetkik olunmadan muhalefetten hiçbir âza bulunmayan bir karma
komisyondan başdöndürücü bir sür’atle çıkarıldı. Sonra sayın Cumhurbaşkanının
Amerika seyahati başladı. Petrol Kanunu lâyihası Büyük Millet Meclisine
geldi. Çalışma ve konuşmalardan anlaşıldı ki sayın Cumhurbaşkanının avdetine
kadar kanunun Büyük Millet Meclisinden çıkması iktidar tarafından arzu
ediliyor. (...) Ve nihayet hepsine red oyları verdik. (...)
(...)
Şimdi çiftçi için yeni bir tehlike belirmiştir. Yabancı sermaye ziraate davet
edilmiştir. (...)
(...)
Sanayi sahasında bir esas fikri zihnimize yerleştirmeliyiz. Bugün bir memleket
asgari bir endüstri cihazını bir an önce kurmadıkça iptidailikten kurtulamaz. Sanayii
kurmak mutlaka bir program işidir. Sanayi için lâzım olan sermayenin
bulunmasını ancak bir program kolaylaştırabilir.
(...) Artık borcumuz yoktur iddiaları politika sahnesinden silindi.
(...)
İktidar,
iktisadî olarak o kadar dardadır ki, dış krediyi tedarik edebilmek için gözü
kapalı yabancı sermaye arıyor. Hiç ürkmeden onu şimdiye kadar girmediği
sahalara dâvet ediyor. Petrol Kanunundan medet umuyor. Petrol Kanununu
kapitülasyon hükümleri ile hazırlanmış gönüllü bir kapitülasyon lâyihası olarak
teklif edilmiştir. (...)
(...)
Aziz İstanbullular, işçi meseleleri ve sosyal dâvalar bizim programımızın ve
faaliyetlerimizin başlıca konularıdır. (...)
(...)
Tam yevmiye ile tatil, yevmiyeli yıl tatili, asgarî ücret, ucuz mesken, lüzumlu
sigortalar, işçi bankası kurulması, bunlar bizi bekleyen işçi meseleleridir.
Balıkesir Söylevinden
age, sf. 259262 ... 15 Nisan 1954
(...)
Yabancı sermaye kanunu bizim için pek ehemmiyetli idi. Biz yabancı
sermayeden memleketimizin istifade edeceğine inanıyoruz ve yabancı sermayenin
gelmesi için bir takım emniyet tedbirleri sistemini makul görüyoruz. Ama bu
tedbirlerin bizim millî iktisadımızı ve millî menfaatlerimizi incitmemesine
çalışmak da bizim vazifemizdir. Biz meseleye bu yüzünden baktık. Yabancı
sermaye kanunu ziraatimizi, ticaretimizi ve [maliyemizi]* yakından, can evinden ilgilendiriyordu.
(...)
Pekâla bilirsiniz ki ticari hayat Türkiyede Cumhuriyetle beraber Türklerin
eline geçmeye başlamıştır. Yabancı sermaye kanunu ticaretimize de girmek yolunu
bulmuş ve Cumhuriyetle başlayan bu inkişafın karşısına dikilmiştir. (...)
(...)
Şimdi Petrol Kanununa geçiyorum. Yabancı Sermaye Kanunu gibi bu kanun da seçimlere
karar verildikten sonra B.M.M. ne geldi. Bu kanunun gerekçesinde der ki, “Bu
kanun Türk devletinin petrol işletmemesi esası üzerine kurulmuştur.”
(...)
Bu kanundaki “petrol hakkı sahiplerinin rızası olmadıkça değişiklik
yapılamaz” maddesi, komisyondaki ve halk efkârı önündeki mücadelelerimiz
neticesinde kaldırıldı. Ama, bu fazla bir şey ifade etmez. Zira bu kanunun her maddesi kapitülasyon esası
üzerine hazırlanmıştır. Nitekim, bu değişikliğin, kanunun ruhuna en küçük bir
ziyan getirmiyeceğini yabancı gazetecilere bizzat Başbakan söylemiştir.
(...)
Hepimizin ıstırap menbaı olan en karanlık derdi size nasıl anlatsam? Pahalılık
durmadan akan bir sel gibi milletin bünyesini kemirmektedir. Bugünkü iktidar bu
seli önliyemez. Çünkü böyle bir mevzu kabul etmiyor. Pahalılığın
mevcudiyetine inanmıyan bir iktidar, onu önliyecek tedbirleri almaktan mahrum
demektir. Herhangi bir iktidar (pahalılık var) dedi mi, tedaviye başlamış olur.
Tedaviye başlamıyan bir iktidar, tebdirsiz yaşar ve kararsızlık içinde hastalığın
azmasına sadece seyirci kalır.
(...)
Gelir vergisinin tatbik şekillerinden şikâyetçiyiz. Bu kanunu biz yaptık. Fakat
usul kanununda vücuda getirdikleri birçok değişiklikle Gelir Vergisi Kanununu
dehşet verici ve tanınmaz bir hale soktular. Biz bunu düzelteceğiz, hatta bir
defaya mahsus olmak üzere cezaların affını teklif edeceğiz.
(...)
Yabancı Sermaye Kanunu ile Petrol Kanununun vücuda getirdiği bütün şartlar,
bizimle mücadele halindedir. Amma Türk vatanını selâmete götürmek için
bu memleketi bir avuç harabe toprağı olarak ele aldık. Arkadaşlar, biz
bu memleketi yabancı emellere kaptırmayız. Kapitülasyonsuz bir memlekette asîl
bir milletin evlâtları olarak yaşıyacağız.
İzmir
Söylevinden
age,
sf. 265269 ... 16 Nisan 1954
Temel
meselelerin başında bir hukuk devleti kurulmasını cemiyetimizin halde
emniyet ve gelecekte selâmeti için baş mesele addediyoruz.
(...)
Arkadaşlar, hâkimler teminatı büyük meselelerden biridir. Gerek Anayasa
teminatı, gerek hâkimler teminatı üzerinde münakaşa olurken hiç kimse
bunun aksini söyliyemez. İktidar da bunun taraftarıdır. Muhalefette olanlar da
bunun dâvacısıdır. Mesele anlayışta, tatbikatta.
(...)
Muhalefette bulunan partilerin kaderi emniyette olmadıkça, demokratik rejim
vardır, denilemez. Ne var? Emniyet yok mu? İşte çalışıyorsunuz, işte
toplanıyorsunuz. Doğru.. Var mıdır yok
mudur? İktidar Partisi canı istediği zaman çokluğuna güvenerek siyasî partiler
hakkında her kararı alıyor, her kararı
çıkarabiliyor mu, çıkaramıyor mu? Mesele buradadır. Bir iktidar
çoğunluğu bu imkânı muhafaza ettiği müddetçe siyasî partilerin kaderi emniyette
değildir.
(...)
Basın, türlü kanunların, kanun şiddetli çıkar, hafif çıkar, tatbiki altındadır.
Olabilir. Tecrübeler göstermiştir ki, basın en zararlı tesir olarak nimet
tesiri altındadır. İlanlar tesiri altındadır. Basın kendi vasıtalarını ihtiyaçlarını
tedarik etmek bahsinde iktidarın lütfûnun veya lütfûnu esirgemesinin tesiri
altındadır. Bu hakiki manası ile müstakil, vazifesini ifa etmeğe muktedir bir
basının Türkiye’de kurulmasına mani olmuştur. Şimdiye kadar bu memlekette
basın üzerinde çok baskılar yapılmıştır. Türlü şekiller görülmüştür. Ama bu
dört senelik iktidar zamanında besliyerek korkutarak veya ihtiyaç içinde
çırpınarak yapılan tesirler bütün mazinin tesirlerinden üstün gelmiştir. Bu
zararlıdır. Bunu düzeltmek lâzımdır. Dâvamız budur.
Arkadaşlar,
radyo üzerinde size tekrar söz söylemiyeceğim. Çok konuşuldu. Nasıl tatbik
olunduğunu görüyorsunuz. Bir devlet vasıtası yalnız kendi propagandasının âleti
ve vasıtası şeklinde ve istediği zaman muhalif partilerin muhalif siyaset
adamlarının aleyhlerinde âlet olarak kullanılmaz. Kullanılmamalıdır. (...)
Muhtar
Üniversiteden de çok bahsetmişimdir. Burada huzurunuzda gene bahsedeceğim. Muhtar
Üniversiteyi demokratik rejimin temel unsurlarından biri sayarız.
İktidar
muhtar üniversiteye riayet ettiğini söylediği halde bu müesseseyi dili olmıyan,
işe yaramıyan bir unsur haline getirmektedir. Bu yanlıştır, zararlıdır. Cemiyet
üniversite gibi büyük bir irfan ve selâhiyet kaynağından faydalanamıyor. (...)
bütün bu münakaşaları siyaset adamları kendi aralarında yaptılar. Üniversite
büyük hocaları bu işin mütehassısları cemiyet içinde vaziyet alıp aydınlık yolu
göstermek imkânını bulamamışlardır. Niçin bulamamışlardır? Günlük politikadan
bahsederlerse mesleklerinden olurlar. Demek ki, muhtar üniversitenin adı
vardır, fiiliyatta cemiyet hayatına kavuşmakta mevcudiyeti yoktur. Bu son
derece zararlıdır.
(...)
Partizanlık olmamalıdır. Partizan idare kalkmalıdır, diyen adam, intikam
peşinde olamaz. Hastalığı söyliyen, hastalıkla uğraşacak olan bir parti
iktidara geldiği gün kendisine yapılan haksızlıkları derhal unutmağa mecburdur.
Diğer
bir şey söyliyeyim: Hukuk devletini niçin yapmadınız? Bunca zaman iktidarda
idiniz, sizin zamanınızda hukuk devleti vardı da, şimdi mi yoktur? Bu hususta
aramızdaki farkı söyleyeyim. Biz otuz senedenberi daha doğrusu yirmiyedi
senedenberi bu memlekette medeni bir devlet, bir hukuk devleti kurulması için
çalışıyoruz. Biz hiçbir zaman eksiğimiz yoktur demedik. Bugünkü iktidar ile
aramızdaki fark şudur: O eksiği kabul etmiyor ki, tekâmüle doğru gitsin. Onun
için dün ne yapıyordun da bugün ne söylüyorsun diyemezler.
Bu
sözler bana hiç tesir etmez. Ben daha dün eksiğimizi biliyordum. Ve eksikliklerimizi
tamamlamak için çalışan insanlar arasındaydım. O sebeple buraya geldim ve bugün muhalefet lideri olarak
fikirlerimi söylüyorum. Umumî mevzuları bitirmeden önce bir şey daha
söyliyeyim. Dört sene zarfında iktidarın tenkid olunacak mühim bir eksiği daha
görünmüştür. O da şudur: Resmi sözlere inanmak kudreti vatandaşta
sarsılmıştır. (...)
(...)
Para değeri üzerinde senelerce uğraşılıyor. Tatlı sözlerle, yumuşak sözlerle
dikkati celbetmek ve para değeri üzerinde idaremizi duygulu [duyarlı] bir hale
getirmek için sarfettiğimiz emeklerin
hesabı yoktur. Amma tesir etmemiştir. Ehemmiyet vermemişlerdir. (...)
(...)
Arkadaşlar, bizim son senelerde dışarıdan gördüğümüz yardımlar şimdiye kadar
görmediğimiz mikyastadır. Cumhuriyetin başındanberi bu memleket bu altı,
yedi sene zarfında dışarıdan para almak hususunda bu kadar talihli olmamıştır.
Bunları biz B.M.M. ndeki tenkidlerimizde söyledik. Ama bu devam etmez. Bir
gün duracaktır. Durur. Ve memleket dışarıdan gelecek yardıma mütemadiyen bel
bağlayarak yaşayamaz. Onun için yardım zamanlarından iyi istifade etmeli, kendi
kendimize yaşayacak kudreti hergün temin etmeye çalışmalıyız. İktidarın bir
büyük hatası dışarıdan gelecek yardımı hiçbir zaman azalmayacak ve çekilmeyecek
bir çağlıyan zannetmesidir. Bu yanlış bir anlayıştır. Bunun da zararlarını
göreceğiz.
(...)
Biz grev meselesini son kurultayda tetkik ettik. Bir karara, müspet karara
vardık. Kararımızda duruyoruz. İktidara geldiğimiz zaman, grev meselesini kabul
ve tatbik edeceğiz. Cemiyetimizin içinde işçilerimizin bu meseleye gerek kendi
meseleleri olarak, gerekse uzun müddet münakaşa ettikleri bir mevzu olarak çok
ehemmiyet ve kıymet vermektedirler. Biz de kurultayda böyle mütalâa ettik.
(...) Karar tetkik ve kabul edilmiştir. İktidara gelirsek, bunu tatbik
edeceğiz.
age, sf. 270 ... 18 Nisan 1954
Mersinliler, aziz hemşehrilerim,
(Bu sırada caddenin sağına ve
soluna konulan iki hoparlârün telleri kesildi. İnönü mecburen tek hoparlörle
hitap etmeye başladı.) Sesimi işitiyor musunuz? Aziz hemşehrilerim,
Mersinliler, bin yaşayın! Burada toplanmış olan hemşehrilerimi, her siyasî
partiye mensup olanlar hiçbir siyasî partiye mensup olmayanlar ve bütün
vatandaşlarımı hürmetle selâmlarım.
Aziz Mersinliler, seçim zamanı burada
bir toplantı yapmış bulunuyoruz. Seçim zamanı vatandaş, millet kalkınması için
ehemmiyetli vazifeler yüklenmektedir. Haricî itibarlar memleketin idaresinde,
memleketin kalkınmasında, memleketin istikbalinde mühim rol oynar. Aziz
arkadaşlarım, biz bugünkü iktidarı tenkit ettik.
(İnönü’nün bu sözleri üzerine
muhtelif D.P.li gruplar aleyhte tezahürat yapmağa başladılar.) İnönü:
“Kanunlar içinde siyasî bir
toplantı yapıyoruz. Karşı tarafta bazı D.P.liler birşeyler söylüyor. Bunlar
ne istiyorlar? Sesimi işitiyor musunuz arkadaşlar? Arkadaşlar, kanuni haklar
içinde siyasî toplantı yapıyoruz. Bu sırada bazı vatandaşlar göğüslerinde D.P.
işaretleriyle bir şeyler söylüyorlar, ne istiyorlar? Anlamak istiyorum, nedir
istedikleri? Fikirlerimizi söyliyeceğiz, dinliyecekler ve reylerini ona
göre kullanacaklar; ister kabul ederler ister etmezler.
Arkadaşlar, karşımızda olan siyasî
parti kanuna tecavüz ederek, bizim burada sükûnetimizi ihlal ediyor, bu hareket
doğru değildir. Hükûmeti vazifeye davet ediyorum. Bu nümayişe devam ederseniz,
bütün memlekete karşı muhalefetin emniyette olmadığını ilân ederim. Sözümü
keserim, selâmet, benim serbestçe sözlerimi söylememdedir.
Aziz
arkadaşlarım; Türk milleti dokuz seneden beri demokratik bir ilerleme
kaydetmiştir. Şimdi bana karşı nümayiş yapmak isteyen D.P. li vatandaşlara
hatırlatayım ki, dokuzuncu senedeyiz. Bu dokuz sene içerisinde demokratik
rejimin gelişmesi için C.H.P. nin mazisi şerefle doludur. Bakınız arkadaşlar,
memleketin siyasî hayatında huzuru muhafaza etmek istemeyenler kaç kişidir?
Bunlar çok acı şeylerdir.
(İnönü
bundan sonra D.P. lilerin nümayişleri karşısında sözüne devam edemedi ve halkı
sükûnete davet ederek, herşeyden evvel, vatandaşlar arasına nifak tohumlarının
serpilmemesi, vatanın selâmeti için hangi partiden olursa olsun, bütün
vatandaşların kardeşçe geçinmelerini söyliyerek sözlerini bitirdi.)
Niğde
Konuşmasından
age,
sf. 276 ... 16 Nisan 1954
Her
yerde söylüyorum. Gene de söyliyeceğim. Söylediklerime bir türlü cevap
veremiyorlar. Tutup sen şöyle yaptın, sen böyle yapmıştın diyorlar. Ben elli
senedir, bu memleketin faydası için çarpışarak çalıştım. Ben kaldırımdan,
miting meydanlarından gelmedim. Harp meydanlarından geldim. Çalışmaktan
yılmayız. Bizi hiçbir şey yıldıramaz. Sağlam esaslarla milletin teveccühünü
kazanmak isteriz. 25 sene çalıştık. Millet kaderini kendi tayin etsin, dedik.
İktidarı bıraktık. Şimdi onlar iktidardan düşecekler diye tir tir
titriyorlar. Ama düşeceklerdir. Düşmeleri lâzımdır. Bu kendileri için çok
hayırlıdır. Çünkü ıslah olacaklardır.
Kayseri
Konuşmasından
age,
sf. 277278 ... 22 Nisan 1954
Arkadaşlarım,
yabancı sermaye gelirse, yabancı sermayeden bahsedince, yabancı sermaye
taraftarları nasıl telâşa düştüler bakın.
(Bu
sırada D.P. liler ellerindeki dövizlerle miting meydanına geldiler.)
(...)
Bakın ne diyor Başbakan:
“Bu
memlekette istibdat ve mutlakiyet idaresinin temsilcisi olan zatın dolaşması...” Kimmiş bu zat? İstibdat ve
mutlakiyet idaresinin temsilcileri, dalkavuk beslerler. Ben, benim dehamdan,
benim memleketi ihya ettiğimden bahseden kendileri gibi dalkavukların suratına
tekrar vuruyorum. Beni tehdit edenlere söylüyorum. Tecrübe edeceklerdir. İsmet
İnönü’nün ölüsü, dirisinden çok kuvvetlidir.
(...)
Biraz da hayat pahalılığına temas edeyim. Adana’dan gelirken bir köylü anlattı:
Propaganda
yapıyorlarmış, 950 de gelmişler, demişler ki; “Zeytinyağı 100 kuruştu, niçin
150 oldu biliyor musunuz? Çünkü İsmet Paşa zeytinyağını toplattı ve dışarı
sattı.” Köylü sormuş: “O zaman zeytinyağı 150 kuruştu, İsmet Paşa
toplatmıştı, şimdi 300 kuruş, kim toplatıyor?”
Sivas
Konuşmasından
age,
sf. 280282 ... 23 Nisan 1954
Şimdi
darlık içinde para bulmak için çırpınıyorlar. İktidar acz halindedir.
Yabancıdan para almak için vermediği memleket hazinesi yoktur.
(...)
kapitülasyon yolunda olan suçlu bileğinden yakalanmıştır. Bakınız, ona aynı
dille cevap vermiyorum, hesap soruyorum, hesap!.. İç politikada emniyetten
bahsediyorum, bana karşı verdiği cevap, bir tehlike tehdidinden ibarettir. Bu
yaştaki bir insan memleketi dolaşarak millet meselelerini vatandaşlara izah
ediyor. Böyle bir insana böyle bir cevap verilir mi?
(...)
Bunlar bizlere çok haksızlıklar etmiştir. Amma onlardan sonra biz haksızlıkları
takip etmiyeceğiz. Hiç korkmasınlar, biz onları bir yana bırakacağız.
Anayasa ile uğraşacak, hâkimlerin teminatını sağlayacağız. Arkadaşlar, bizim
hakkımızda kanun çıktı. Altımızdaki sandalyalara, önümüzdeki kağıtlara değil
devletin verdiği telefon numaralarına kadar aldılar. Buna karşı yapacağımız
şudur: Anayasa mahkemesi kurulsun. Bundan sonra hiç bir iktidar, hiçbir partiye
böyle bir muamele yapmasın. Bu sözleri söyleyen bir insandan intikam beklenir
mi? (...)
(...)
Size söyledim, bu memlekette yabancı sermayenin ziraat yapmasını kabul
etmiyoruz. Bununla sonuna kadar mücadele edeceğiz. Görüyorsunuz ki, Yüzbaşı
İsmet Efendi kadar canlı ve kuvvetliyim.
Ankara
Radyosundaki Söylevden*
age,
sf. 283284... 26 Nisan 1954
Sayın
Cumhurbaşkanı, Başbakan durmadan dolaşıyorlar, devlet vasıtalariyle ve askerî
uçaklarla. Hiçbir yerde “Hayat pahalılığı ile uğraşacağız, hayat
pahalılığına çare arıyacağız” dediklerini işittiniz mi? Başbakan ise,
düşmana karşı vatan müdafası için güç bela tedarik edilebilen askerî uçakları
yer yer dolaşıp, İsmet İnönü’ye, şanlı orduya, milletin sağ duyusuna iftira ve
hakaret etmek için kullanıyor. Başbakan ahlâk kaidelerini, devlet adamının
mesuliyet duygularını, hepsini reddetmiştir; küfür sözleriyle memleket havasına
bir uçtan öbür ucuna düşmanlık yaymaya çalışmaktadır.
(...)
Selâmet önümüzdeki üç beş günde radyonun yalanlarına ve Adnan Menderes’in her
tarafa saldığı iftira tertiplerinin zehirlerine dayanmaktadır. Biraz aklımızı
kullanırsak, Adnan Menderes propagandacılarının ne kadar gülünç olduğunu hemen
kavrarsınız.
Şekeri
beş liraya yedirdiğimizi propaganda ediyorlar. Akıllı vatandaşın cevabını
işittim. Diyor ki, “Şekeri beş liraya yedik, ıstırap çektik, doğru ama,
nihayet bu hadise İkinci Cihan Harbi içinde milyonluk orduyu beslemek için bir
vergi idi. Ya şimdi, ciğeri beş liraya alıyoruz. Bu vergiyi kim alıyor?”
(...)
1950’de altın 36 lira idi, bugün 56 liradır. Bunun karşısında Adnan Menderes,
hiç gözünü kırpmadan dünyaya karşı:
“Paramız
düşmemiştir” diye bağırır. Kendisine mütevazı
surette hakikatı göstermek isteyenlere hezeyanlar savurur. Devletin elinde
bulunan bütün idareler fiyatlarına zammederler. Hayat bu suretle devlet
tarafından her gün daha ağırlaştırılır.
Seçimlerde Muhalefet Partilerinin İşbirliği Girişimleri Üzerine
Seçim Koşullarının 1950 – 1954’ten Farklılıkları ve Nisbi Temsil
Tek Parti Yönetimine Dönüş Eğilimine Karşı Çıkış
Ekonomik Bunalım ile Rejim Sorunları Arasındaki Bağ
1946 Seçimleri ile Sonrasını Değerlendirme ve “İktidar
Müptelalığı” Üzerine
Enflasyonist Politikalara Karşı Planlama – Kalkınmanın
Gerekliliği, Dinin Siyasete Alet Edilmesine Karşı Çıkış
Seçim Emniyeti, Basın Hürriyeti, Nisbi Temsil
27 Yılın Hesabı.. “Hakikatte Atatürk’ten Sormak istedikleri Hesabı
Benden Soruyorlar”
Seçimler Sırasındaki Gelişmeler ve
Son Döküm
M.İ.İ.K.D.M.S.Y;
(1956–1959); Sabahat Erdemir; sf. 102104
... 9 Eylül 1957
İktidarın, vaktinden önce genel
seçimlere karar vermesinin sebep ve zaruretleri henüz resmen ilân olunmamıştır.
(...) Memleket için mühim olan, seçimin hangi şartlar altında yapılacağı
meselesidir. Bugün 1950 ve 1954 seçimlerini tanzim eden hükümler mevcut
değildir. Bugün vatandaş yalnız iktidarın, resmî her vasıta ile yaptığı
tebliğler ve telkinlerin bakısı altındadır. En tesirli telkin vasıtası olan
radyo, yalnız iktidarın dilidir. (...) Çünkü kanun, 1950 ve 1954 haklarını
iptal ettiğinden muhalefet seçimde radyodan hiç istifade etmeyecek, devlet ve
hükûmet vazifesinde bulunanların, yani iktidar ricalinin radyo ile telkinleri
serbest olacaktır.
Basının hali aynı ölçüde iktidarın
iddia, ittiham ve telkinlerine karşı amme hizmetlerinin hakikatlerini söylemeğe
elverişli değildir. Elastikî,
indî tefsire son derece müsait hükümler, işitilmemiş şiddette cezalar ve müeyyideler
basının vazife ifa etmesini sonderece güçleştirmiştir. Toplantı hürriyeti
yalnız iktidar ricalinin tertip edecekleri resmî gösterilere münhasır
kalmıştır.
Seçimlerin başlıca koruyucusu ve
idare edicisi olan adlî teminat, hâkimlerin tabi tutuldukları emekli kaydı ve
bu kaydın akıl almaz bir şekil ve ölçüde tatbik edilmesi neticesi olarak, artık
istinat edilecek bir halde değildir.
(...) Geçen seçimlerde mahsuru
anlaşılmış olan hususlar yani son üç gün propaganda yasağının tatbikatta yalnız
muhalefet için işlemesi ihtimali, mühürlü zarflar için emniyet tedbirleri almak
ihtiyacı ve siyasî partilerin seçimde sarfedecekleri paranın kanuni kontrol
altında bulunması zarureti, hiçbir tamir çaresi aranmaksızın olduğu gibi durmaktadır.
Bu mahzurların izalesi ve hiç olmazsa Seçim Kanununun 1950 veya 1954 haline
getirilmesi için kanun tekliflerimiz de aylardanberi hiçbir tetkike iltifat
görmemiştir.
(...) İşte arkadaşlar
1950 ve 1954 senelerinin Seçim Kanunlarının selâmeti temin eden hükümleri,
basın, toplantı ve hâkim teminatı şartlarının seçim emniyetini koruyan ve
savunan müeyyidelerinden hiçbiri bugün mevcut değildir. (...)
(...) Hazin olan seçim
şartlarından sonra size seçim dâvalarını arzedeceğim. Seçim dâvalarımız şunlardır.
İnsan haklarına müstenit demokratik rejimi kurmak, iktisadî çöküntüyü
doğuran, israfı ve hesapsızlığı durdurarak, hakiki bir kalkınmayı sağlamaktır.
Seçim dâvalarının başında, rejim buhranı vardır. Demokrasi dediğimiz yeni
hayat tarzı oniki senelik bir çabalamadan sonra, hakiki bir çıkmâza girmiştir. Müstakil
mahkeme ve teminatlı hâkim esaslarına bağlı bir adâlet sistemi, insan haklarına
müstenit, garp anlayışında bir demokrasi hayatı, basın, toplantı, ilim
hürriyetleri,Büyük Meclis murakabesi, çalışma mevzuatı, yani işçi hakları ve
teşekkülleri hususlarında iktidar ile tam bir anlaşmazlık halindeyiz. (...)
(...) Muhalefet partilerinin rejim
dâvasında işbirliği yapmaları zarureti umumî ihtiyaçtan doğuyor. En münevver
cemiyet tabakasından, sade hayatlı ve yalnız muhitlerdeki vatandaşlara kadar
herkes, içinde bulunduğu siyasî huzursuzluk, iktisadî darlık, pahalılık
şartlarından kurtulmak istiyor. Bunun çaresini vatandaş iyi niyetli siyasî
teşekküllerin işbirliğinde görmektedir. İşbirliği fikri, maşerî vicdandan
kurtuluş çağrısı olarak tabii bir surette doğmuş ve en geniş ölçüde yayılıp
yerleşmiştir.
(...) İktidarın bu yola niçin
girdiğinin sebeplerini bugün de anlamış değilim. Ancak, esefle kaydetmeğe
mecburuz ki iktidar partisi, rejim dâvalarındaki huzursuzluğu gidermeyi üzerine
almamıştır.
Şu halde vatandaşın ihtiyacına
çare bulmak vazifesi, muhalefette bulunan siyasî partilere teveccüh etmiştir.
Üç muhalefet partisi, kendilerine teveccüh eden vazifeyi, lüzumu ve gayeleri
ile nasıl anladıklarını, 4 Eylül tarihli tebliğleri ile umumi efkâra
arzetmişlerdir. Dikkat olunacak nokta şudur: 4 Eylül tebliğindeki maddelerden
her biri her üç muhalefet partisinin programlarının esas hükümleridir. Her üç
muhalefet partisi senelerden beri bu dâvaları takip etmektedirler.
Şimdi işbirliği halinde birleşerek
bu dâvaları seçimde vatandaşa anlatmak, bir müspet neticeye vardırmak,
demokratik rejimi bütün icapları ile kısa zamanda kurmak programını ilân
etmişlerdir.*
CMP*
Olağanüstü Büyük Kongresinde Yapılan Konuşmadan
age, sf. 108 ... 18 Eylül 1957
4
Eylül beyannamesi (...) Biz orada, kuvvetler muvazenesini tayin edecek çift
Meclis, insan haklarını, Anayasa müeyyidelerine sarih hükümlere bağlamayı, işçi
haklarını amme hizmetlerinde nüfus suiistimaline mani olacak çareleri, büyük
Mecliste murakabeyi temin edecek hususları teker teker saydık.
CHP – CMP – HP** Arasındaki İşbirliğine Dair Demeçten
age, sf. 109 ... 19 Eylül 1957
Son çıkan kanunlar muvacehesinde
seçimde amelî olarak işbirliği imkânını temin edemiyoruz. Seçime girmemek
suretini de ihtiyar edemiyoruz.
Bu sebeple işbirliği zihniyeti ve anlaşması programlarda ve ilân edilen
beyannamelerde tespit ettiğimiz esaslar dairesinde kalmıştır.
Seçimlerde CHP’nin Tutumuna İlişkin Basın
Toplantısından
age, sf. 109112 ... 20 Eylül 1957
Çıkan kanunların maksadı belli:
Hiçbir şekil ve suretle muhalefet partileri reylerini birbirine ekliyerek
seçime tesir etmesin... (...)
(...) Daha İstanbul’da ilk
konuşmaya başladığımız günden beri seçime girmeme kararı münakaşa konusu
olmuştur. Biz daima peşin bir karardan çekindik ve ancak gününde nihai kararı
verebileceğimizi söyledik. Hatırlarsınız alenî beyanlarımda daima kanunlar
düzelmezse ağır bir vaziyet olabilir, yeniden tetkik ederiz dedim. Partiler
arası konuşmalarda aynı fikri müdafaa ettim. (...)
(...) Bir insanın istikbal diye
düşünebileceği şeylerin hepsi benim arkamdadır.
(...)
Seçime girerek alınacak neticeler
de vardır. Biz demokratik hayatta tekâmüldeyiz. Bu demokratik hayatta
vatandaşın kendi hayatına sahip çıkmasiyle selâmet bulur. Vatandaşın kendi hayatına sahip çıkmasını geliştirmek
lâzımdır. Bunun için de mücadele lâzımdır.
Seçim Koşullarının 1950 – 1954’ten
Farklılıkları ve Nisbi Temsil
1957 Genel Seçimleri Dolayısıyla
Malatya’daki İlk Seçim Söylevinden
age, sf. 113119 ... 21 Eylül 1957
İç politikamızda demokratik
hayatta, hür bir siyasî hayata adetlerimizi, usullerimizi alıştırmak için
mücadele halindeyiz. Bütün çektiklerimiz bu kaynaktan geliyor. (...) Yüz
sene evvel ve hattâ elli sene evvel meşrutiyet mücadelesinde demokratik hayata
hür bir cemiyet nizamına kavuşmak için mücadele edenler, onlarla nihayet
yirmilerle sayılırdı. Hattâ Cumhuriyet ilân olunduğu zamanda bile bu medenî
cemiyeti kurmak istidadında medeni cesaretinde azminde ve iradesinde olanların
miktarı sayılacak durumdaydı. Ama bugün vatanın siyasî kaderine şuur ile hâkim
olan onlar, binler değil, yüzbinler hattâ milyonlar vardır. Ve bu hayata
alışmışlardır. Bugün memlekette vazifesini bilen, güçlüklerle uğraşabilen
siyasîlere rağmen siyaset adamlarına akıl verebilecek dirayette ve basirette
gazetecilerimiz vardır. Bütün bunları siyasî mücadelede daha çok şikâyetçi
olduğumuz günlerde söylediğimiz gibi ümitsiz olacak şartlar içinde olmadığımızı
göstermek için söylüyorum. (...)
(...) Arkadaşlarım, siyasî
hayatımızdaki çekişmeler ve huzursuzluklar bazen çok elem verici misaller
göstermiştir. Bugün bir muhalefet partisinin lideri olan Osman Bölükbaşı’nın
hapiste bulunmasını hüzünle hakiki bir elemle hatırlamaktan kendimi alamıyorum.
(...) İç huzurumuzu büyük mikyasta ihlal eden sebeplerden ötekisi 1954 den
sonra çıkarılmış olan kanunlardır. Basın Kanunu, hür basının çalışmasına
hakikaten güçlük çıkaran, hür basının amme nizamı içindeki vazifesinden
memleketi hakikaten mahrum etmek istidadında olan bir ölçüdedir.
(...) 1954 den sonra çıkarılan
kanunların en çok ıstırap vericilerinden bir kısmı da Seçim Kanunu üzerinde
yapılan değişikliklerdir.
(...) Söylemeğe mecburum ki; bu 1954
den sonra çıkarılan ve cemiyetimizde büyük huzursuzluk yaratan esaslı
meselelerden biri, esaslı meselelerin başı, müstakil mahkemelerin ve hâkim
teminatının cemiyette meydana çıkardığı meselelerdir. Her meselenin
başıdır. Bu hususta çok şikâyetçiyiz. Seçim adlî teminat altındadır. Esas
itibariyle hâkimlerin elindedir. Seçimin adlî teminatla ve hâkimler elinde
bulunması, bu memlekette büyük islahat nevinden gelmiştir. Eskiden böyle
değildi. Cemiyette bu dâva bir siyasî dâva olarak senelerce işlendi. Biz
iktidardaydık, mukavemet etmedik, madem ki memleket seçimin emniyetini
hâkimlerin eline tevdi etmek istiyor, bir formül bulacak, bunu temin etmek
kanaatiyle hareket ettik. Ve çok isabet ettik. Hem hâkimlerimiz geniş mesuliyetlerini
anladılar, hem memleketimiz huzura kavuştu. Seçimleri idare eden
hâkimlerimizin teminatlarının zedelenmiş olması bize huzursuzluk veriyorsa bunu
garip görmemek lâzımdır. (...)
(...) Seçimlere girmemek bir
iktidara karşı mânevi olarak tesirli bir silâhtır. Seçilmeyerek vatandaşı geniş
mikyasta uyandırmak, düşündürmek mümkündür. Bu delilleri takdir ediyoruz. Ama
biz bu kadar ıstırap içinde bulunan ve seçimlerde rey vererek iktidarda bir
değişme yapmayı ümit etmiş olan bir vatandaş kütlesini ümitsiz bırakmayı doğru
bulmadık. (...)
(...) Seçimde iktidar bize
teveccüh ederse ilân ettiğimiz gibi 6 ay zarfında yeni seçim şartları ile ve
nispi temsil usulü ile vatandaşı eşit ve emniyetli bir seçime davet etmek
kararındayız. (...)
(...) Bugünkü iktisadî kalkınmanın
memlekette canlanması, ilerlemesi için her şeyden evvel büyük hizmet olarak
iktidarı terketmelidirler. Bugünkü iktidar çekilmedikçe memleketin iktisadî
hayatında düzen, itimat, hesap, istikrar giremez. Bugünkü iktidar çekilecek,
memleket sözüne itimat edilir bir iktidara kavuşacak, istikrar hasıl olacaktır.
Bugünkü iktidar onu muhalefette seyredecek, kendi yaptığı hataların vahim
neticelerini tecrübe ile görecek, sonra iktidara geldiği zaman yeni bir
kuvvetle memlekete hizmet etmek imkânını bulacaktır.
age, sf. 121122 ... 22 Eylül 1957
Bozulmuş olan bu siyasî huzuru
Demokrat Parti artık tesis edemez. Evhamları hudutsuz hale gelmiştir.
(...) Bir tek emelimiz vardır.
Bu memleketteki demokrasinin tekâmülü bir yerde kısılmasın ve elli sene
öncesine dönmiyelim. (...)
(...) Bir iktidar muvaffak
olamıyorsa bunda kasıt yoktur, hata vardır, aciz vardır, çekilir... Çekilmek
lâzımdır. Yeniden kuvvet kâzanıncaya ve öğreninceye kadar bekler.
(...) Arkadaşlar, çok para israf
ettik, çok zaman kaybettik. Bunlara yanmıyorum. Temel unsur olan, vatandaşın
devlete karşı itimadını kaybettik.
(...) Yazık memlekete yazık ve
Demokrat partiye yazık.
Erdal İnönü’nün Düğününde Gazetecilerin Sorularına Yanıtlardan
age, sf. 124 ...3 Ekim 1957
Sual – Seçimi kâzandığınız
takdirde Mayıs’ta yenileyeceğinizi neyle taahhüt edersiniz?
Cevap – Seçimi kâzanırsak Mayıs’ta
yenileyeceğiz. Seçimde emniyet ve serbestliği tahdit eden bütün hükümleri
kaldıracağız. Nispi temsille yeni seçim yapacağız.
Bunun teminatı alenî
taahhüdümüzdür. Taahhüdümüz samimiyete dayanır. Biz inanıyoruz ki, nispi seçim
sistemi ile memleketin siyasî bünyesi olduğu gibi meydana çıkacak ve siyasî
bünyemiz sağlam temellere dayanacaktır.
Sual – (...) İktidara gelirseniz ne vazife
alacaksınız?
Cevap – (...) Elbette bir vazife
alacağım. Doğrusunu isterseniz vazife almayacağım günü hasretle bekliyorum.
(...)
Sual – Seçim anketlerinin yasak
edilmesine karşı ne dersiniz?
Cevap – Seçim anketleri her
memlekette her zaman yapılan meraklı teşebbüslerdir.
age,
sf. 128130 ... 11 Ekim 1957
Garip olan nokta şudur ki, bu
buhranın esas itibariyle mevcut olduğunda iktidar da bizimle mutabıktır. Size
şimdi iktidarın da bizim gibi düşündüğünün delillerini hatırlatacağım. Bugünkü
hükûmet, 1954 den sonraki Seçim Kanununu değiştirme karariyle teklif yapmıştı.
Ve adâlet müessesini derhal eski haline getirmek için de Meclise lâyihalar
sevketmişti. Bu lâyihalar encümenlerdedir, çıkmamıştır. Şimdi tasavvur ediniz.
Mahzurlu olduğu anlaşılan bu tedbirler değiştirilmek şöyle dursun bu seçimlere
girmeden evvel daha da ağırlaştırılmıştır. Adâlet müessesesi için mahzurlu
olduğu söylenen madde o zamandanberi daha ağır
ve daha vahim bir surette tatbik edilmiştir.(...)
(...) Elverir ki bir defa mat
kısmı ortadan kalksın ve sükûnet kısmı hayatımıza hâkim olsun. Size temin ederim
ki, senelerdenberi bu gaye ile çalışıyoruz. Ben, Başkanı olmakla şeref duyduğum
partinin başında bilhassa bu memlekette anlaşmayı ve huzuru temin etmek için
çalışıyorum. Hayatımın son hedefi budur. Eğer bu memlekette onüç senedenberi
tesisine çalıştığımız demokratik rejimi soysuzluklarından kurtaracak olursak
gelecek nesillerimize tarihimize karşı vazifemizi yapmış adamlar oluruz. Benim
için bu idealdir. Biz bu ideali tahakkuk ettirmek için yaşıyoruz.
age,
sf. 132133 ... 12 Ekim 1957 ... Ulus Gazetesi, 13 Ekim 1957
Biz seçime başlıca iki mevzu ile
giriyoruz.(...) Birincisi demokratik rejim dediğimiz devlet idaresi, ikincisi
geçirmekte olduğumuz geçim sıkıntısı dediğimiz iktisadî dertlerimizdir. Bizim
demokratik rejimimiz tek parti devrinden sonra bir inkılâp olarak gelmiştir. Bu
bir tekâmül eseridir. Biz Cumhuriyet kurulduğundanberi bir çok ıslahat yaptık
ve hiçbirinde geri gitmedik. Biz hiçbir zaman geri gitmeyiz. Daima ileri gideriz
ve gideceğiz. Bir çok sıkıntı ve güçlüklerimiz olmuştur. Bunları yenmişizdir ve
geri gittiğimiz olmamıştır. (...)
Demokrasi devam edecek,
ilerleyecek, vukubulan aksaklıklar muhakkak düzelecektir. Bu rejim bize
uymuyor, tek parti devrine dönelim denirse buna inanmayın, demokratik
rejimi kurtarmak için [güçlükler yenilecek, zıddına]* teşebbüsler muvaffak olmayacaktır.
Demokratik rejimin kurulması için ilk resmî teşebbüs Meşrutiyetle başlar, yani
80 yıl evveldir. O zamandan beri yapılan teşebbüsler üç aydan fazla devam
etmemiştir. Halbuki son teşebbüs onüç senedir teessüs ve tekâmül etmiştir; her
şeyi konuşabiliyoruz artık ne iktidar, ne muhalefet partileri içinde insafla,
vatanperver olan kimse bu rejimden dönmeyi düşünmeyecektir.
Bugünün hususiyetine gelince,
hususi kanunlarla kendimize mahsus bir demokratik rejim kurulmaya çalışılıyor.
Bunu iktidar partisi yapıyor, bu olmaz. Böyle olursa demokrasi yaşamaz. Onun
için yapılamaz. Bu hususi kanunların hükmü kısa olacaktır.
Seçime normal şartlarla girmiyoruz.
Son zamanlarda Seçim Kanununda yapılan değişiklikler doğru olmamıştır. Bunlar
iktidardan gitmemek için işbaşında bulunanların bir kısmının teşebbüsleridir,
bu teşebbüsler kısırdır, kısır olacaktır, bunu seçimden sonra göreceğiz.
Görmesek bile ıstırapları derin olacaktır.
(...) Bu işleri D.P. yapsa idi çok
iyi olurdu, çok söyledim. En iyisi buydu. Aramızda çekişme olmaz, hem de
memleket meselelerini daha iyi görüşürüz dedim. Amma olmadı, daha ağır
şartlarla seçimlere girdik. Muhtelif partilerin; iktidar ve muhalefet
partilerinin dost olarak çalışabilmelerinin imkânının sağlanması benim için
hayati bir emeldir. Eğer bize teveccüh gösterirseniz, biz bu şartın yerine
getirilmesine kati olarak karar vermişizdir.
(...) Dostlarımız mazur görsünler,
yardımlar iyi kullanılmamıştır. İsraf edilmiştir. Onun için bu duruma düştük.
İkinci Dünya Harbinden sonraki günleri, 1950 senesini arar görünüyoruz, bu
durum düzelebilir arkadaşlar. Para kaybettik, kredi kaybettik, bunun üzerine
basireti kaybettik, itimat edilecek hükûmet sözünü kaybettik.
age,
sf. 135136... 13 Ekim 1957
Tek partiye dönme temayülü var.
Mücadeleden korkmayınız ve bu fikre itimat etmeyiniz.
D.P. içinde de C.M.P. içinde de,
Hürriyetçilerde de bizim gibi demokrasiye inanmışlar pek çoktur. Bunlar bu
temiz yürekli insanlar demokrasinin başlıca teminatıdırlar. Bu bir yeni
hayattır ki, bundan yetişen nesiller daima ileri gitmek mecburiyet ve
azmindedirler. Vaatlerine samimi olarak kapılmış ve inanmıştır. Yapsa idi D.P.
itibarını artıracaktı, olmadı. Ben kimseye kötü niyet atfetmek istidadında
değilim, fakat olmadı işte. Bu iktidarın artık bu çekişmeleri kaldıracağına
inanmıyorum. Tek çare değiştirmektir. İktidarda kalırlarsa mesela Basın
Kanununu daha da kısacaklardır. Hem kendilerini, hem milleti bir zindan
hayatına sürükleyeceklerdir.
Ben para buhranını iktidarımızda 45
defa geçirdim. Ömrüm boyunca da ıstırabını unutamadım. Bunlara anlatamıyorum. Anlatabilmek için demokratik nizamın hakkı ile işlemesi lâzımdır.
Mecliste bile böyle oluyor. Onlar çareyi dertlerini söylememekte
zannediyorlar. (...) Siyasî hayatta uzun bir ömür geçirdim. Hedefim
vatandaşlar arasında huzuru temin etmektir. Memleket meselelerini
birbirimize düşmeden münakaşa edebilmeliyiz. Çok kara ihtimallerden uzağım.
age,
sf. 137138 ... 14 Ekim 1957
Ciddi bir iktisadî buhran vardır.
Bunu geçim derdi, hayat pahalılığı, yaşama zorluğu şeklinde veya türlü
şekillerde ifade edecek bir vasıf kolayca bulabilirsiniz.
(...) Birdenbire değil adım adım,
derece derece gelen bugünkü iktisadî buhrandan bahsetmek bir kusur haline
getirilmiştir. Para değerinin düştüğünden bahsedenler resmî ithamlara maruz
bırakılmıştır. Hattâ haklarında kanuni takibat bile yapılmıştır. Bütün bu tedbirler, kâr etmemiştir. Böyle tedbirlerin, susturma
tedbirlerinin esasa bir faydası yoktur, olamaz. Şimdi de, “Geçici bir
sıkıntının içindeyiz, kalkınmanın doğurduğu bu yokluklar çok tabiidir” gibi
iddialar ileri sürülmektedir. Bunlar makul cevaplar değildir.
Ne yapacağımızı kararlaştırıp
işleyemiyoruz, diye feryat etmekteyiz. Mesele basittir. Memleketi içinde
bulunduğu şartlar gözönüne alınarak hazırlanacak bir plâna göre cihazlandırmak
icabeder. Bunu her fırsatta söylüyoruz, bir türlü anlatamıyoruz.
(...) Kalkınmadan maksat, büyük
çoğunluğun adâlet içinde kalkınmasıdır. Kalkınmada da, mahrumiyette de, hattâ
yoklukta da müsavat şarttır. Yoksa bir sıkıntıyı, sadece az kâzançlılara, orta
kâzançlılara, işçiye ve köylüye yüklemek yanlıştır. Orta halli aileler gittikçe
sönmektedir. Bundan memlekete fayda gelmez, zarar gelir, çok zarar gelir.
(...) Devlet idaresi büyük
ölçüde tedbirler manzumesidir. Bu gibi tedbirler ve hareketlerle, para
enflasyonuna lüzumsuz yere düşülmüştür.
(...) İktisadî buhranla rejim
meseleleri birbirine bağlıdır. Rejim meselesi; müstakil mahkeme meselesi,
basın hürriyeti meselesi, söz hürriyeti meselesidir. Bu meseleler halledilirse,
memlekette istikrar var demektir. Hiçbir memleket, hâkimlerini korkuya ve geçim
endişesine maruz bırakmaz. Demokrasi rejiminde herkes söyler ve yâzar. Haklı
veya haksız olur. Bunları hâkim ayırır. Dâvaların açıkça münakaşa edilmesi
lâzımdır. Bugün toplanıyoruz ve konuşabiliyoruz. Çok müteşekkiriz, henüz bu
hakkımız vardır.
age,
sf. 140143 ... 16 Ekim 1957
1954 seçimlerinden sonra iktidar,
milletvekili adedi olarak büyük çoğunlukla kâzandı. Sonra hatıra hayale
gelmeyecek şiddet tedbirleri aldı. Sebebi bir türlü anlaşılamamıştı. Ama şimdi
mesele meydana çıktı, seçim sistemimiz[den dolayı] yüzde otuzbeş oy
aldığımız halde mecliste bize yüzde altı oy düşmüştür. Bu, sistemin
hususiyetidir. Ve bize mahsus bir hastalıktır. Şimdi bir hastalık
var ki umumidir. Teşhis konmamıştır. Bu çoğunluk sistemi yüzünden olur.
Çoğunluk sisteminde, alınan oylar nisbetinde behemehal kâzanılmaz, insanın
kâzandığı oydan daha çok milletvekili alması da olur. Hesap yanlışları da olur.
Ama yüzde altı milletvekili olamaz. Bir kişinin oyu ile seçim kaybolabilir.
Onbeş yerde de kaybedersiniz, ama bir iki yerde kazanırsınız. Hiç
kazanamazsınız. Bu olmaz, bu bizde bir hastalıktır. Bunun delilleri, 1954 den
sonra iktidarın aldığı tedbirlerdir.
(...) 1954 akabinde tedbirleri
almaya başladılar. Devleti temellerinden sarsan bir tedbir aldılar. Görülen
lüzum üzerine hâkimlerin emekliye ayrılması, 1954 seçimleri esnasında iktidar
aleyhine, hoşa gitmiyen büyük veya küçük karar vermiş hâkimleri sıraya koydular.
Günbegün, emekliye ayırdılar. Onları ekmeklerinden, aile saadetinden mahrum
ettiler.
(...) 1956 başında Hükûmet, büyük
bir buhrana uğradı. Âzalarının yarısı hakkında takibat açıldı. 1956 yı böylece
geçirdik. Haksızlık, suiistimal haksızlığına tahammül edemeyenler hakkında
takibata geçildi. 1956 nın bu devrinde “Eğer tatlı dille konuşursak,
halledemeyeceğimiz mesele yoktur” diye beni davet ettiler.
Hevesle kabul ettim. Rejim
şikâyetleri mevzuunda Sayın Başbakanın yardımıyla vazifelerini kolaylaştırmaya
çalıştım. Hiçbir netice vermedi: Niçin? Hakikaten teşhis koymak benim için güç
idi. Başbakan ciddi olarak arzu etti mi, etmedi mi? Zannediyorum ki ediyordu.
Ama, yardım beklediği yerlerden yardım görmedi. Mizacı sür’atle teessüre
kapılmağa müsait olduğu için şerefli olduğu nisbette güç olan yolu bıraktı. Ve
tekrar şiddet tedbirleri aldı.
(...) Yedi senedir iktidarı
kaybetmeyi gördüm. Ondan sonra türlü seçimleri gördüm. Vatandaşın halinde bir
tekamülü elimle tutmuş gibi adım adım takip ediyorum. Ve vatandaş 1950 de bu
iktidar ne yapsak gitmez zannediyordu. 1950 seçimlerine vatandaş bu itikat ile
girdi. Şimdi, 1946 seçimlerindeki yolsuzluklar şayialarından bahsediyorlar.
Beni mes’ul tutmak istiyorlar. Bu şaşılacak bir şeydir. Bir memlekette
gerek seçimde, gerek devlet idaresinde, gerek vatandaş hakkı üzerinde türlü
haksızlık olabilir. Suç olarak olabilir.
(...) Devlet adamları kusurlu
olabilir. Ben başkanım. Kusurlu bakanım varsa, mahkemeye veririm. Amma ben
Başbakan olarak onları korumaya çalışırsam cemiyetin nizamı aleyhine hareket
etmiş olurum. Asıl bu vahimdir. Onun için, 1946 da şöyle oldu böyle oldu.
Bunlar ihtiyatsız sözlerdir.
Ne olmuş, 1946 yı almış 1950 ye
getirmişim. Kusurları günden güne düzeltmişim. Milletin emanetini almış,
millete vermişim. Habbeyi
kubbe yapıyorlar. Arşivleri didik didik ediyorlar. Bulabildiklerinin söyleyebildiklerinin
de hakikatle alâkası bu.
Bütün rakiplerimi, muarızlarımı
imtihana davet ediyorum. İktidardan düştükten sonra 7 sene sonra Konya’da
vatandaş önünde benim gibi konuşabilirler mi? Yaldızlı hil’at insanın sırtından
çıktıktan sonra, sokaktan geçerken vatandaş teveccüh gösteriyorsa o mühimdir.
Asıl şahsiyetinin ne kıratta olduğunu düştükten sonra anlarsın.
(...) Bu iktidarın şansı varsa
benim sağlığımda iktidardan çekilmeyi görür. D.P.yi bugünkü haksızlıklarının
yarınki akibetlerinden kurtaracak adam benim. Ben siyasî partilerin
münasebetlerinde fikirlerin dostça söylenmesinin taraftarıyım. Afyonda sayın
Başbakan birbirimizi kıracak sözlerden sakınalım diyor. 24 saat sonra Trabzon
da kendini kaybediyor. Ağzına geleni söylüyor. Buna karşı biraz acıyorum biraz
da eğleniyorum. Ondan sonra benim iktidar hastalığına müptela olduğumu
söylüyor. İnsaf ediniz. Görülen köy kılavuz istemez. Her gün muhalefette olmanın
güç şartları içinde bulunan mı, yoksa her gün iktidarı kaybetmemek için yeni
tedbir alan mı iktidara müpteladır?
Enflasyonist Politikalara Karşı Planlama – Kalkınmanın
Gerekliliği, Dinin Siyasete Alet Edilmesine Karşı Çıkış
Kırklareli
Babaeski Konuşmasından
age, sf. 144145
... 17 Ekim 1957
Bugünkü iktidar her mahallede bir,
iki veya birkaç milyoner yetiştirmiştir. Fakat bu milyonerler, sizin içinde
bulunduğunuz durumu bilmezler. (...) Fabrika yapıyoruz diyorlar, kalkınmadan
bahsediyorlar. Çalışmadan, alın teri dökülmeden eser yapılmaz. Bunların
karşılığını para basmakta buluyorlar. (...) Memleket işleri israfa gelmez,
kâğıt basarak para bulmak fayda etmez. O para değildir o kâğıttır. İşte
enflasyon dediğimiz budur. İsraf istemiyoruz. Plân istiyoruz. Ne yapılacağının
bu memlekete ilânını istiyoruz.
age,
sf. 145146 ... 17 Ekim 1957
İktidar korkuyor. İktidar, basının
vazifesini yapmasından korkuyor. Düşmekten korkmamak lâzımdır. Bunu kendilerine
anlatamıyoruz. Ama bunu sizler anlatacaksınız.
İktidar partisi başkanı bir yerde “Medeni muhalefet nasıl olurmuş onlara
öğreteceğiz” buyurmuşlar. Çok güzel söylemişler. Ama biz onların ne türlü
muhalefet yaptıklarını da biliriz. Fakat o zaman biz korkmuyorduk. Ağızlarına
geleni söylüyorlardı. Örnek muhalefet yapacaklarmış, çok teşekkür ederiz. O
günü, yapacakları medeni muhalefeti bekliyoruz.
(...) Görülüyor ki,
başımızdakilerin akıllarını başlarına toplamalarına imkân yoktur. Düzeni
kurtarmak için bugünkü iktidarı değiştirmekten başka çare kalmamıştır. Herkes
bu kanaattedir. Demokrasilerde bir iktidarın ilânihaye vazifesine devam
etmesi imkânsızdır. Benden kendilerine kıymetli bir nasihat. Vakti gelince
iktidardan gitmeyi bilsinler. Vakit gelmiştir. Selâmet bundadır. Biraz bocaladıktan
ve şaşırdıktan sonra alışırlar.
(...) Cebinde kaç paran varsa
yarın kıymeti o değil... Bu enflasyondur. Bu memlekete çok büyük felâketler
getirir. Bunu onlara bir türlü anlatamadım.
age,
sf. 147148 ... 18 Ekim 1957
Hep beraber mahrumiyete musavi
olarak katlanalım, lüksten hep beraber vazgeçelim, ilk önce mutattal kalmış
makineleri işletelim. (...) İktidarın teessü olunacak bir hastalığı var. Seçim zamanı
türlü vaadler ve sözlerle vatandaşı aldatmağa çalışıyor. Para sarfediyor, seçim
zamanında para ile avcılık vatandaşa hürmetsizliktir.
(...) Dini siyasete âlet
ediyorlar. Gene 1954 deki gibi geniş ölçüde din politikası yapıldığını
işitiyorum. Biz bundan çok zarar gördük. Bu mevzuda hakikaten münakaşayı doğru
görmüyorum. Konya’dan itibaren gezdiğim her yerde D.P. iktidarının resmî
tamimlerini gördüm. Bunlara Başvekilin mâni olmasını isterim. Kendisinden rica
ediyorum, bunlara mâni olsun. Dinin propagandaya âlet edilmesi çok zararlı
olur. Din siyasete âlet edildi mi vatandaşı birbirinin boğazına sarılmaya dahi
sevkedebilir. Bir misâl olarak şunu belirteyim. Millî mücadelede düşman
uçakları cephemizde çarpışan askerlerimize fetvalar atarak, “Harp edenler
kâfirdir” diyorlardı. Hem onlarla hem düşmanla uğraşıyorduk. Hükûmetten rica
ediyorum, bu propagandayı durdursunlar. Biz iktidara gelince
jandarmanın vatandaşa eziyet edeceği ve mektep yapmak için hemşehrilerimize taş
taşıtacağımız propagandasını yapıyorlarmış. Size şunu söyleyeyim, hiçbir idare
bugünkü dahil, kendi kuvvetlerinin vatandaşı dövmesini, ona eziyet etmesini
arzu etmez. Bunlar ancak suç olarak yapılır. Suç olan şey takip edilir.
Suçlular cezasını çeker fakat idare kapalı ise takibattan bir netice çıkmaz.
C.H.P. demokratik idareye girmekle vatandaşın dilini çözmek, basının yazmasına
müsaade etmekle bütün bunları kontrol altına almak yoluna gitti. Bir idare
ki, basını susturmaya kalkmış, vatandaşın toplanıp konuşmasına müsaade etmiyor.
O idareden korkunuz, biz daima ilerleyen bir zihniyet taşıyoruz. Biz
toplantı, basın hürriyetini getirdik, onlar kaldırdılar. Kaldırmak isteyen
onlar. İşte rejim meselesi budur.
(...) Bir de varlık vergisi
meselesi vardır. Bunun için bizi itham ederler. Varlık vergisi bütün memlekete
şâmil bir kanundu. Bir kanun ağır ve hatâlı olabilir. Derler ki, bunun
tatbikatı esnasında fenâlıklar olmuştur. Olabilir. Fakat kanunu koyanlar bunu
bilmez. Aynı zamanda arzu ve tasvip etmemişlerdir. Bundan biz değil,
merkezdekiler değil, yapanlar mesuldur. Bu düpedüz haksız bir
propagandadır. Benim için Şarkta 23 vatandaşı öldürttü diyorlar, propaganda
yapıyorlarmış. Düşününüz muharebe zamanında Şarkta bir ordu kumandanı bizim
zamanımızda bu işi yapıyor. Bu ordu kumandanı bizim zamanımızda idama mahkûm
ediliyor. Fenâlık suçun kapatılmasındadır. Tecavüz edeni takip etmek marifetlerini
meydana çıkarmak lâzımdır. Biz bunu yaptık. Aleyhimizde propaganda yapanlar
için temenni ederim, iktidardan düştükten şu kadar zaman sonra benim gibi alnı
açık konuşabilsinler.
age,
sf. 150151 ... 19 Ekim 1957
İktidarda
bulunanlar tedavi bilmez, söz dinlemez bir israfın içindedirler. Esas olan
mütevazi ailelerin refahıdır. Bir memleketin belkemiğini orta sınıf halk teşkil
eder. Zenginler daima azdır. Fakat bu tabaka azalmalı ve çalışmasının emeğinin
karşılığını alarak orta sınıfa girmelidir.
(...)
Zihniyetleri iptidaidir. Orta çağ zihniyeti ile hareket ediyorlar. Şimdi yolun
ortasındayız. Demokratik idarenin en büyük şartı nimette ve külfette
vatandaşlar arasında fark bırakmamasıdır. Fikir ayrılıklarının tabiî
karşılanmasıdır. Radyoda
konuşuyorlar, sonra da devlet işi anlatıyoruz diyorlar. Devlet işi İnönü’ye
çatmak mıdır? Maksatları seçim propagandası yapmak mıdır? Bu kanunsuz bir
harekettir. Muhalefet partilerine radyo vasıtalariyle dil uzatmaları suçtur,
suç... İnsanların tanıdığı hükümlerle kendilerini mukayyet tutmıyanları
memleketin başından atacaksınız. Kim olursa olsun, hangi iktidar olursa olsun
size hizmet etmeyenlerin müstehakları budur. Pervasızca suç işlenen memlekette
tehlike vardır. Demek ki bu idare her vatandaşa karşı da pervasızca suç
işliyebilecektir. Bir hafta sonra rey vereceksiniz. Onları omuzlarından
tutup köşeye atacaksınız. Bu ihtimal akıllarını başlarından alıyor. Acınacak
haldedirler. Onları tedavi etmek size düşüyor. Köşeye attınız mı üç gün müteessir
olarak oturacaklar fakat sonra da kendilerini yeni hizmetlere
hazırlayacaklardır.
(...)
Bizi cevaba tahrik ediyorlar. Ben onların görgüsünde ve seviyesinde olsam lâyık
oldukları cevabı bir değil 15 misli verebilirim. Lakin bunun için bir değil 15 defa düşüneceğim. Onların
seviyesine inerek, memleketi zarara sokmak istemem.
Seçim Emniyeti, Basın Hürriyeti, Nisbi Temsil
İstanbul’da
Düzenlenen Basın Toplantısından
age, sf. 152153
... 20 Ekim 1957
Temyiz
reis ve âzalarının hiçbir şey söylemeden emekliye ayrıldığı yerde teminatlı
hâkimden bahsolunamaz. İkinci mesele basın hürriyetidir. Hakikaten tahrip
olunmuştur. Sarih olmayan suçlar ve işitilmemiş ağır cezalar tehdidi altında
bulunan hâkim önünde basın için aşılmaz yaşanmaz şartlardır. Basın hürriyeti
yüz senedenberi demokratik nizama alışmamış olmamızın baş sebebidir.
Üçüncü
mesele seçim emniyeti yoktur. Hâkimden dolayı ve geçirilen ağır hükümlerden
dolayı 1946 dan 1950 ye kadar mütemadiyen islâh ettirdik. 1946 durumundan
bahsedilme sadece gayritabiilik ve insafsızlıktır. (...) Bu hali aldık tekâmül
ettirdik. İktidar 1950 de ele aldı geriye götüre götüre bu hale getirdi. (...)
Öteki insan haklarını biliyorsunuz. Sayın Reisicumhur manevi mesuliyetinin
hesabını vermek için bizimle fikir mücadelesi yaptığını ilân etmiştir. Şimdi
lütfen cevabımızı dinlesinler. Verdikleri nutuklarda adâletin tahlilinden ve
basın hürriyetinden bahseden bir kelime işitiyor musunuz? Devlet
Başkanının başlıca vazifesi vatandaşa adâleti ve emniyeti vermektir. Petrol
kuyusunun sayısını herhangi bir memur bilir. Herkesin bildiği hakikati bir defa
daha teyit ediyor. Adâlette basında ve seçim emniyetinde bugünkü halin başlıca
mürevvici ve teşvikçisi sayın Reisicumhurdur. Sayın Reisicumhurun Kırşehir vilayetini
reyinden dolayı ilga etmeyi arzu buyurduğu herkesin bildiği hakikattir.
İzmir
Söylevinden
age, sf. 152153
... 20 Ekim 1957
Ben bunu yapacağım. İşçilere işçi
teşekküllerine dünya işçileri arasında lâyık olduğu itibarlı mevkiyi vermek
lâzımdır. Siyasî hayatta enternasyonal, milletlerarası teşekküllere acele
olarak girdik. Girdik, tanıdık ve öğrendik, ilerledik. İşçilerimiz de kendi
milletlerarası teşekküllerinde lâyık oldukları mevkilere girerler. Kendilerine
uygun itibar, şeref ve emniyeti memleketlerine getirirler. İşçilerimizin
memlekete bağlılığı vatanperverliği en ileri memleketlerdeki işçi
teşekküllerinden daha ileridir, daha yerindedir.
(...) Bana öyle târizler
yapılıyor ki hiç beklemezdim. İki sene evvel 67 Eylûl hâdiselerinden dolayı
kendisini yüce divana vermeğe teşebbüs ettim. İki sene evvelki Eylûl
hâdiselerinden dolayı son derece ıstırap çektim. Devletimin ve milletimin maruz
kaldığı hicabı hafifletmek için bunun zararlarını azaltmak için son derece
çalıştığım doğrudur. Bunun mesullerini aradım. Milletimin şeref ve haysiyetini
korumak ancak bu hâdiseleri milletimizin tasvip etmediğini bağırarak bütün
dünyaya söylemek sayesinde olmuştur.
(...) Bundan sonra ne olacaktır. Nispî temsil usulünü
getireceğiz, bunun türlü mahzurlarını söylüyorlar. Bunların hepsini
biliyoruz. Nispî temsil usulünde bugünkü iktidar gibi iktidarların bir
hayali kalmıyacaktır. Çoğunluk usulde türlü marifetlerle muhalefette
bulunanları getirmemek veya az getirmek mümkündür sanırlar. Sandıklarını tatbik
etmişlerdir. Ben vaktiyle nispî temsil usulünü bundan dolayı tereddütle
karşıladım. Bir defa muhtelif usulleri kâfi derecede bilmiyordum. Nispî temsil
usulünün çoğunluk usulünden daha ileri, daha güç bir sistem olduğunu
düşünüyordum. Hâdiseler gösterdi ki, çokluk sistemi daha tecrübeli milletlerin
huzur safhasıdır. Evvelâ nispî temsil usulünden geçmek lâzımdır.
age,
sf. 162163 ... 22 Ekim 1957
Ben kindar değilim. Ben haksız ve
adâletsiz muameleleri söylerim. Bundan korkarlar ve benim kindar olduğumu
sistemli bir surette yayarlar. Ben yaşımın başımın çok üstünde olan vazifeler
içinde yetiştim. Ben siyasî hayatımın en son kademesinde daimî bir düşüncenin
tesiri altında yaşadım. Bu milleti kendi reylerile kendini idare eder hale
getirmek arzusu ve mesuliyeti idi. Onun için 1945 den beri demokratik nizamın teessüsüne çalışıyorum.
Demokrasinin kurulmasını istemediğim ve bunun benim elimden zorla alındığı söylenir.
Ben meydan muharebelerinde yetişmiş bir kumandan olarak oraya geldim. Benim
elimden bir iktidar zorla alınabiliyor da sonradan miting meydanlarında
yetişmiş beyefendilerin elinden zorla almak mümkün olmuyor. Nasıl şey bu? On
onbeş senedir hayatımda aranmadık kusur, tertip edilmedik iftira kalmadığı halde
meydanda dimdik duruyorum.
Herkesten hesap soracak, herkese
hesap verebilecek vaziyette yaşadım. Bilmedikleri şey budur. Demokratik nizam bizim için hatalı olmuştur, şeklindeki sistemler* karşısında hiç pişman olmadım derim.
Kâfi derecede görmüş, okumuş bir adamım. Eski cemiyet tarzından tamamile hür
bir hayata geçişin doğuracağı fırtınaları tasavvur ederim. Çok şükür meselenin
hallini buraya kadar getirdik. Mücadele ettiklerimden hiç kimse ama hiç kimse
benim şahsen kendilerine zarar vermek için intikam ve kin güttüğümü iddia
edemez. Meydan okuyorum, mücadele ettiklerime mücadele bittikten
sonra hürmet etmişimdir. Kendilerine her türlü yardıma can atmışımdır. Kindar olduğum ifadesi söyleyenlerin
suçlu olduklarının daimî korkusunun tezahürüdür. Müsterih olsunlar, benden
hususî garaz muamelesi asla görmeyeceklerdir. Yetişmiş insanın muarızlarından
alacağı en büyük intikam zevki onların insafa geldiklerini görmektir. Bu kâfi
bir zevktir.
Din konusundaki iftiralarına
gelince: Millî mücadelenin başından beri bu iftiraların hedefiyizdir.
Padişahın Dürrü efendisi Yunan tayyareleriyle saflarımıza beyanname atarak
vatandaşları birbirine düşürmek isterdi. Bu hâtıralardan kalma çok hassas bir
dikkatimiz vardır. İçtinap ederiz. Bizim bu içtinabımızı dâva uğrunda
aleyhinize kullanıyorlar. Kanun yasak etmiştir yapmasınlar.
İktidarın en başında bulunanlar
bana 27 senenin hesabını sorarlar. Hani ya bunlar rahmetli Atatürk’ün taraftarı
idiler? 27 sene yalnız ben mi vardım. Hakikatte Atatürk’ten sormak
istedikleri hesabı benden soruyorlar. Bu hesabı vermek benim için şereftir.
Mecliste de söyledim. Siyasî veya askerî hayatımın başından beri her hesabı
vermeye muktedirim. Kendisinden her bakımdan feyz aldığım büyük Atatürk’e
ebediyen minnettarım. Onun zamanındaki her hareketin hesabını dahi vermeye
hazırım.
Coştukları zaman 27 seneden
başlarlar. Biraz daha dillerini kısa tutmak istedikleri zaman benim
Cumhurbaşkanı olduğum zamandan başlatırlar. Bütün eziyetler benim zamanımda
başlamıştı derler. Halbuki ben ne yapmışım. Vatandaşa
toplanma ve konuşma yolunu açmışım ve bu sayede iktidara gelmişler. Bunu
bana günah olarak söyletmek isterler. Akıl var mı bunlarda? İnsaf var mı
bunlarda?
(...)
Seçimleri 1950 de bütün milletin hürmet ettiği hale getirmişiz. Ya siz, o
seçimi aldınız 1957 de ne hale getirdiniz? Halini bir görmez misiniz? Biz bu
memleketi nereden aldık nereye getirdik. Siz nerede buldunuz nereye
götürüyorsunuz? Dâva burada. Biz hiçbir zaman geriye gitmemişizdir. İyi
işleri devam ettireceğiz. Seçim emniyetini nerede bıraktıysam oradan terakki
ettireceğiz. Son üç gün propaganda yasağı iktidar lehine işleyen bir yanlış
tedbirdir. Mühürlü zarfı teminata bağlıyacağız.
Ankara’da
Düzenlenen Basın Toplantısından
age, sf. 165166
... 22 Ekim 1957
Önce
sayın Cumhurbaşkanına tekrar sorayım. Sayın Cumhurbaşkanı adâletin bugünkü
hale gelmesini niçin lüzumlu gördüklerini söylemiyorlar. Kırşehir halkının
seçim reylerinden dolayı ceza görmelerine devlet ve millet için ne fayda
gördüklerini izah etmemişlerdir. Bundan sonra teferruat konularını
ben Başbakan’la münakaşa ederim.
Başbakan
bana takriri sükûnu soruyor. Neredeyse padişaha isyanı da soracak. Cumhuriyet
Halk Partisinde gazete kapatılması, polis vazife ve selâhiyeti, Terakki
Perverlerin kapanması, Serbest Fırka, Halk Partisi zamanında semirip
palazlananlar. Bunların hepsini sormak için Celal Bayar’la istişare etmeliydi.
(...) Parti içinde vaktiyle uğraştıklarımla, küçüklü büyüklü, şimdi de karşı
karşıya mücadele ediyorum. Şu farkla ki ben vaktiyle yakaladıklarımı mutlaka
mahkemelere vermişimdir. Siz öylelerini mutlaka kurtarıyorsunuz. Varlık
vergisinin tatbikatçıları aranızdadır ve baştacınızdır. 1946 seçimleri
dolayısiyle vaktiyle şikâyet ettikleriniz şimdi aynı durumdadırlar.
Hakikat
şudur ki, tek partinin mutlakiyetçi ve istismarcı unsurları ve onların
zihniyeti, şimdi sizin adınızla karşımıza geçmiş hasret çektikleri sistemi,
içlerinde uğraşacak bir İnönü olmaksızın kurmak istiyorlar. Ama gene karşılarında biz bulunacağız.
Pahalılık
yok, bolluk ve refah var efsanelerini dinle[me]yen kalmadı. Emekli albay akşam
yemeği olarak ekmeğini çaya batırıp yiyor. Siz köylünün Sipahi cigarasından
bahsediyorsunuz. Her mahallede milyoner yetişiyor sözü, sizin övünme
sözünüzdür. Bu kadar vahim bir işareti bize mal edemezsiniz. Sizin imar
anlayışınız dayanılmaz belâ halini almıştır.
Para
düşmesine Fransayı misâl gösteremezsiniz. Onlar uzun, felâketli harbden
çıktılar. Siz hazineler üstüne oturarak devletin bütün maddi varını üstelik
mânevi varıyla israf ettiniz. Söylediklerimin hülâsası, zihniyetinizin
aynasıdır.
Üçyüz
elli iktidar mensubuna karşı ikiyüz elli kişilik muhalefetten dehşet
duyuyorsunuz. Halbuki bugün medeni memleketlerin en kuvvetli muvazene manzarası
budur. Otuz kişilik muhalefete tahammül gösteremiyen zihniyeti Basra
Körfezinde ara[n]malıdır. Biz ikiyüz ellilik muhalefete karşı 350 ile iktidara
gelirsek, tarihî olan ıslahatçı vazifemizin mühim bir merhalesine varmış
oluruz.
Seçimler Sırasındaki Gelişmeler ve
Son Döküm
Seçim Gecesi 01.30’da CHP Genel Merkezinde Basına Verilen Demeçten
age,
sf. 167166 ... 27/28 Ekim 1957
Radyonun
seçim gününde seçim esnasında ve tasnif zamanında vatandaşı aldatmak için
kullanıldığı mahkeme hükmile ve diğer âşikar delillerle sabittir.
Seçim
günü seçmen kütükleri en geniş ölçüde zararlı olmuştur. Binlerce C.H.P. li
adlarını kütüklerde bulamamışlardır. Kütükler kanuni müddetinde tesbit ve
tashih olunduktan sonra seçim sandıkları başına konan cetveller başka olmuştur.
Meçhul kalemler, bir çok isimleri gitti hattâ öldü diyerek silmiştir. Sağ
vatandaş gelmiş ve oy verememiş olduğu söylenmektedir. Bu usulün bir sistem
altında tatbik edildiği anlaşılmıştır.
Bundan
başka seçim günü D.P. birçok vatandaşa Asliye Mahkemesinden seçmen kartı
çıkarmak için geniş teşebbüse geçmiştir. Muhalefetin itirazı üzerine bazı
mahkemeler teşebbüsü reddetmiş bazı yerlerde binlerce vatandaşa açıktan oy
hakkı verilmiştir. Bu suretle bir taraftan hakkı olanın oy kullanmaması diğer
taraftan hakkı olmayanın oy kullanması şeklinde iki kat haksız muamele
yapılmıştır.*
1957 Seçimlerinden Sonra 5. Menderes Hükümetinin Programı
Dolayısıyla TBMM’de Yapılan Konuşmadan**
İ.İ.TBMM.K.;
Haz.: Ali Rıza Cihan; sf. 247261 ... 4
Aralık 1957
Muhalefetin,
“henüz lâyık olmadığı” söylenerek onun; seçimde radyodan istifadesi
menedilmiştir. Görünüşte bütün siyasî partiler seçimde radyoda
konuşmıyacaklardı. Hakikatte seçim dışı olduğu gibi seçim içinde de radyoyu
yalnız iktidar kullanmıştır.
(...)
Seçim esnasında: Yeni seçimlerin ilânından sonra başlıyan seçim devresinde,
şartların ağırlığı ve eşit[siz]liği derhal göze çarpıyordu. Seyahat etmemiz
güçlükle başladı. Devletin her dairesindeki vasıtalar iktidarın propagandasına
tahsis edildi.
(...)
Muhterem arkadaşlarım; daha hikayenin başındayız. Oysa ki; bu memleketin ve
ordusunun geleneği, ordu malzemesini hususi işlerde değil, meslek dışında olan
Devlet işlerinde bile kullanmağa müsaade etmez.
İlk
toplantı karışmalarını [müdahalelerini] Kars’ta, Malatya’da gördüm. Kars’ta
daha bir iki gün öncesinden başlıyarak yollar kesilmiş, geliş gidiş
durdurulmuştu. Malatya’da çok gayretli bir (!) vali, Malatya halkını çileden
çıkarmak için her türlü hazırlığı yapmıştı. Nihayet göz yaşı bombaları ile
fırtına savuldu. Sabahtan akşama kadar şehrin köşelerinde halkı dağıtmak
için... Orduyu halk aleyhine kullanmak için...
(...)
Seçim günü, 27 ekim 1957 ilk saatlerinden itibaren yeni bir durum göründü. Her
taraftan şikayetler geliyordu. Kaymakamlar, nahiye müdürleri seçim sandıklarına
emir veriyorlar, tasnif işleriyle alâkadar oluyorlardı. Biraz sabredin.
(...)
Dahiliye Vekilinin bir tamiminden ve buna müstenit bir tertipten
bahsolunuyordu. (...) Bunun üzerine merak büsbütün arttı, neticede tamim ele
geçti.
Anlaşıldı
ki, tasnif neticeleri derhal öğrenilmek ihtiyacı öne sürülerek geniş tertip
kurulmuştur.
(...)
27 Ekim gününün ilk saatlerinden itibaren hayret veren ikinci hususiyeti de
kütük şikayetleridir. Vatandaşlar kafile kafile, her yerde ellerinde seçmen
kartları olduğu halde sandık başlarından geri dönüyordu.
Bir
yaraya basıyoruz galiba. Neden birden heyecanlanıyorsunuz?
(...)
Bu yüzden manalı bir tesadüf olarak, hep muhalefete meyli bilinen vatandaşlara
rastlıyan bu kayıtların miktarı, her vilâyette on binleri geçmektedir.
(...)
Askıya çıkan listelerle sandık başlarında bulunan listeler arasında farklar
görülmüştür. Ayrıca sandık başlarında bulunan listelerde bazı isimlerin
hizasına kırmızı kalemle (X) işareti konulmuştur.
(...)
Kütükler meselesinin ikinci tertibi: Seçim günü evvel ve âhır hiçbir kütükte
ismi bulunmıyan bir vatandaş kütlesinin seçmen olarak icadolunmasıdır. Adliye
Vekâleti bir tamimle Asliye Hukuk Mahkemelerinin şikâyet eden vatandaşlara
evrak üzerinde tetkikat yaparak seçmen kartı verileceğini tebliğ ediyor. Geniş
ölçüde bir oyun başlıyor. Hâkimlerin sâlahiyetine, toptan hüküm usulüne itiraz
ediliyor. Hülâsa, suiistimaller bazı yerlerde önleniyor. Büyük kısmında,
iktidar partisi bir çok seçmeni, seçim gününde yoktan varediyor.
(...)
27 Ekim seçimi için kütükler faciası, Dahiliye[ce] tertibedilmiş, Adliye
Vekâleti ile tamamlanmıştır.
Seçimler,
Hükûmet merkezinde Başvekil ve Dahiliye Vekilinin valilerle daimi temasları
halinde idare edilmiştir.
27
Ekim seçim günü, radyonun faaliyeti, kanunsuzluğu ve seçim emniyetine tecavüzün
ayrı bir misalidir.
(...)
Yüksek Seçim Kurulu Ankara merkezinin müracaatlerine cevap vererek, radyo
idaresine yayının menolunduğunu bildiriyordu. Vilâyetlerin devam eden
şikâyetlerine Yüksek Seçim Kurulu telgrafla cevap vererek, radyo idaresine,
yayımı durdurmak için telefon ve telgrafla tebliğ yapıldığını yazıyordu
ancak...
Ancak
radyo idaresi tarafından seçimin ifsadı suçu hiçbir kanun ve en yüksek mahkeme
hükmü tanınmaksızın, sonuna kadar devam etmiştir.
(...)
28 ekim sonunda ve ondan sonra her tarafta C.H.P. aleyhine tecavüzler başladı.
(...)
Sayın Başbakanın nazarı dikkatini, vaziyetin vehameti üzerinde celb için
müracaat ettim. Bu esnada Giresun’dan, Kırkağaç’tan, Başkale’den,
İstanbul’dan, Ege’den fena haberler geliyordu. Mersin’de tanınmış bir C.H.P
mensubu gündüz sokak ortasında, halk önünde birkaç DP ileri geleni tarafından
nişan tahtasına kurşun atanların rahatlığı ile öldürülüyordu.
Polisler
seyirci, kaatiller eğlenerek gezici idiler. Sonra Gazianteb hadisesinin haberleri
gelmeye başladı. 29 Ekim günü halk, valinin tahrikleri, hakaretleri ve
tecavüzleri ile çileden çıkarılıyordu. Şuursuz bir mağdur kalabalık haline
getirilen halka karşı, sükûnetini kaybeden idare makamları orduya müracaat
ediyorlar, vakaya Halk Partisi mensuplarının tertibi süsü verilerek adli
takibata başlanıyor, her halde merkezden verilen emirle tayyareler gönderilerek
halk tethiş edilmek isteniyor.
Bu
esnada, mahkeme kararı ile Gazianteb ve Mersin hâdiselerinden bahsedilmesi
yasak ediliyor ve radyo iftiraya devam ediyor. Savcılar, önceden Halk Partisi
aleyhine hükümlerle neşir yasağı tebliğ ediyorlar. Tıpkı 6/7 Eylülde olduğu
gibi.
(...)
Tayyare, harb zamanında bile düşman halkı aleyhine kullanılmaz. Tayyare askerî
hedef aleyhine kullanılır. Gaziantep halkının yedisinden yetmişine kadar askeri
hedef sayılacak bir düşman muamelesi görmesi, her surette haksız ve adaletsiz,
bir çılgınca hükümdür. Üzerine su
sıkılarak zorla çileden çıkarılan 1618 yaşındaki Anteb’li çocuklar, tayyare
tedhişine sebep gösterilemezler. Devletimiz onları sükûnete getirecek aklı
başında idare âmirini her zaman bulmuştur.
(...)
Bugün kötü görülen çocukların babalarına ve dedelerine yurtlarını müdafaa
ederken kumanda etmekle şeref kazanmıştım. Gazianteb gazilerinin oğulları ve
torunları, idaresiz ve partizan bir valinin hatalarına böyle kurban
edilmiyeceklerdi.
Kırşehir’in
1954 de cezalandırılmasından meyus olmuştum. Gazianteb’e tayyare ile hücum
edilmesinden daha elim bir keder duydum.
(...)
Benim yapacağım hülâsa şudur:
Bütün
seçim devri, valinin taraf tutan partizan tahrikleri ile büyük infial
biriktiriyor. Seçim esnasında valinin kütükleri on binlerce seçmeni meyus
ediyor. 1.000 rey farkla seçimi kaybettikleri bildirilen on binlerce hak sahibi
vatandaşa tecavüzler başlıyor. İdare, tecavüzleri durduracak ve halkı teskin
edecek teşebbüs şöyle dursun, mağdur vatandaşları çılgına döndürmek için hiçbir
hatayı ihmal etmiyor Nihayet merasim yerinde su tulumbaları ile halka hücum
ediliyor. Ve mikrofon başında halka vali tarafından sövülüyor.
Gazianteb
hâdisesi, Giresun hâdisesinin aynıdır.
(...)
Memleketin iyi bir talihi ile Giresun’da baskılar karşısında henüz dayanmakta
olan insan hâkimlerden biri bulundu. Hâkim uzun boylu tetkik ettikten sonra
vakada seçim gerginliğinin ve bayram heyecanının galeyanından başka bir mahiyet
görmedi. Ancak bu mesut tesadüf sayesinde, memleket, bir diğer Gazianteb
faciasından kurtulmuştur.
Hükûmetin,
halis yürekle, basiretini harekete getirmek isterim. Mahkeme istiklâlinin
tahribolunduğu bir adli sistemin, halk arasındaki kütle ihtilâflarını
halletmeye kudreti yoktur. Bunun gibi, partizan idare âmirlerinin, galeyan
zamanlarında halka hitabeden hiçbir sözlerinin teskin edici tesiri olamaz. Her
yerde infialin başı ve özü idarenin on binlerce vatandaşın oy kullanamamasına
karşılık az fark ile onların seçimi kaybettiklerini bildirmesidir.
Bu
seçim faciasından sonraki buhran, bu çapta olaylarla geçerse şükretmek
lâzımdır.
(...)
Hür basını, serbest toplantıları, muhtar üniversitesi, hür sendikalizmi,
tarafsız radyosu, halk hizmetindeki tarafsız idaresi ile gerçek demokrasi, bu
topraklarda kurulmalıdır. Eşit serbest ve dürüst seçimin bütün şartlarını
sağlamak, meselelerin en ehemmiyetlisidir.
(...)
Hükûmet hukuk düsturları yerine tank ile tayyare ile hâkimiyet yolunu tutarsa,
millet meyüs ve münfail olur. Üstelik tank ve tayyareler, hukuk dışı
istikametlerde öz millete karşı işlemezler. Bugünkü huzursuzluğu tedavi için
tanklar yerine bizim tavsiye edeceğimiz tedbir, hukuk nizamının kurulması
olacaktır. Biz başka bir çare düşünemiyoruz.
İnönü
Vakfı Arşivi
Ulus
ve Cumhuriyet
Gazeteleri
Tasvir
Gazetesi (11.10.1946)
Ayın Tarihi Dergileri
(Basın Yayın Genel Müdürlüğü Yayını. Sayı: 138, 131 Mayıs 1945; Sayı: 149,
130 Nisan 1946; Sayı: 164, 130 Temmuz 1947; Sayı: 189, 131 Ağustos 1949)
Ülkü Millî Kültür Dergileri
(Halkevleri Yayını. Cilt: 10, Sayı: 113, 1 Haziran 1946; Sayı: 116, 18 Temmuz
1946; Sayı:117, 1 Ağustos 1949)
Haldun Derin; Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (1933–1951);
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, Ocak 1995, sf. 141 ... 11Kasım 1938
C. H. P. Yedinci Büyük Kurultayı,
CHP Yayını
Milli Şef İnönü’nün Hitabe, Beyanat ve Mesajları; Derleyen: Kadri Kemal Kop, Ankara 1941–1945
Kemal Zeki Gençosman; Cumhurbaşkanı İnönü’nün Ege Seyahati;
Ulus Basımevi, Ankara–1949
Baba İnönü’den Erdal İnönü’ye Mektuplar; Basıma Hazırlayan: Sevgi Özel; Bilgi Yayınevi, Birinci Basım
Aralık 1988
İsmet İnönü, Hatıralar,1. Kitap; Yayıma Hazırlayan:
Sabahattin Selek, Bilgi Yayınevi, Ankara, İkinci Basım 1992
Muhalefetde İsmet İnönü–Konuşmaları, Demeçleri, Mesajları,
Sohbetleri ve Yazılarıyla; Derleyen:
Sabahat Erdemir; M. Sıralar Matbaası, İstanbul 1956
Muhalefetde İsmet
İnönü–Konuşmaları, Demeçleri, Mesajları, Sohbetleri ve Yazılarıyla 1956–1959; Derleyen: Sabahat Erdemir; M. Sıralar Matbaası, İstanbul 1959
İsmet İnönü’nün TBMM’deki
Konuşmaları, İkinci Cilt (1939–1960);
Hazırlayan: Ali Rıza Cihan; TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No:
56, Ankara 1992
Türkçe Sözlük (Yeni Basım); TDK Yayını, TTK Basımevi, Ankara – 1988
Osmanlıca–Türkçe Sözlük; Mustafa Nihat Özön; İnkılâp Kitabevi, 8. Basım, Mart 1997
Osmanlıca–Türkçe Kılavuz Sözlük; Hazırlayan: Yaşar Nabi; Varlık Yayınları, İkinci Baskı –
İstanbul, 1968
Öz Türkçe Sözlük; Ali Püsküllüoğlu, ABC Kitabevi, 9. Baskı,
İstanbul, 1989
SÖZLÜK
adalet : hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme,
doğruluk
acz : güçsüzlük durumu
ahenk : uyum
ahir : enson
akabinde: ardından
akibet : son, bitim
alâka : ilgi
alâkadar: ilgili
alâyiş : bulaşıklık, bulaşma
âlem : bütün yaratıklar. dünya
aleni : açık, saklanmayan
âlet : araç
aleyh : karşı, karşıt
âli/aliye: yüce, yüksek
amelî : pratik, yapma/yapılma
âmil : yapan, etken etmen
âmir : buyurucu. yönetici
âmme : genel, herkesin olan,
kamusal
arz : sunu, sunmak
asab : sinir
asalet : soyluluk. bir görevin
asıl sahibi
asîl : soylu. yüksek duygulu
asayiş : güvenlik
asır : yüz yıl
asliye : en önceki, ilk
aşikâr : açık, belli, meydanda
atf(etmek): ilgi/bağ kurmak
âti : gelecek
avara : bir geminin başka bir gemi
veya kıyıdan açılması. işe yaramaz. hiç bir işe yaramadan boşuna çalışmak
âvare : serseri, başıboşluk
aza : üye, uzuv
âzâde : özgür
aziz : değerli
bac/ç : taşınan mallardan alınan vergi
bahis : konu
basiret : öngörü, biliş, uzgörü
behemehal: herhalde, mutlaka
beyan : anlatı. tanıtlama
beyanat: resmi açıklama
beyanname: yazılı resmi açıklama, bildiri
bilhassa: özellikle
buhran : bunalım
celb : yazılı çağrı
cemiyet: toplum, dernek
cereyan: akma, akış. akım
cetvel : çizelge
cihan : (dünya). evren
cihaz : aygıt
cihet : yan. yön
cüret : korkmaksızın ileri atılma, ataklık
dahili : iç
daire : çember. bölge
dâva : sava, sav. hak arama
debdebe: patırtı gürültü gösteriş,
görkem
deruhte: üstlenme. sorumluluğu kabul
deva : ilaç, çare
devir : zaman, çağ (dönümü)
devre : çevrim. yıl/yıllardan
oluşan zaman süresi,
dönem
dirayet : akıl, zekâ. yetenek
direktif : yönerge
düstur : kural. düzge, kanun
ebediyen: sonsuza dek, sonsuzca
efkârı umumîye: kamu oyu
ehemmiyet: önem, değerlilik
ehliyet : yeterlik, yeterliklilik
elem : acı, kaygı
elim : acı çekme (durumu)
elzem : zorunlu/luk
emanet: inanıp (bir şeyi) bırakmak
emniyet : güvenlik
encümen: meclis, komisyon
evham : kuruntu. korku ve yanlıştan meydana gelen kuruntu
evvel : birinci, ilk. önce
evvelâ : ilkin
facia : âfet. büyük bela
faide/fayda: yarar, kazanç
farz : yapmak zorunda olunan şey
felâket : büyük dert, bela
feragat :vazgeçme. tokgözlülük
fert : birey
fetva : şeriat esaslı yazılı yönerge
fevkalâde: olağanüstü
feyz : bolluk. bağış. olgunlaşma
fiilî : edimli, eylemli, pratik olarak
fikir : düşünce
fırka : (grup), siyasi parti
fütur : gevşeklik, bezginlik
gaile : sıkıntı, dert
galebe : yengi
galeyan: kaynaşma, kaynama
garaz : niyet, kötü niyet
garp : batı
gaye : erek, amaç
gayret : çaba
gayr : başka, diğer
gayr : başına geldiği sözcükleri olumsuzlama
gayrı : artık
gayritabii: doğal olmayan
habbe : tek bir tane.
tahıl tanesi. evin.
hâdise : olay
haiz : malik/sahip. taşıyan
hakikat : gerçek
hakiki : gerçek, sahici, asıl/tam
hakim : yargıç
hakim : (konusunda) bilgili
hal : durum
halef : sonradan gelen, ardıl
halis : katıksız
harabe : yıkıntı
haricî : dış
harp : savaş
hasıl : meydana gelen. tümü, hepsi
hasret :
özlem
hassa : bir kimse veya şeye ait özgü olma. özellik
haysiyet: onur
hicab : utanma, utanç
hikaye : bir olayın sözlü veya yazılı anlatımı
hil’at : padişah veya vezir tarafından verilen ağır kaftan
hile : aldatma
himaye : koruma
his : duygu. sezme
hissî : duyusal, duygu ile ilgili
hitab : söz söyleme
hitabe : düzgün söz söyleme, söylev
hitam : son, bitim
hudut : sınır
husus : konu
hususi : özel
hüküm : karar
hülasa : özet
hür : özgür
hürmet: saygı
hürriyet: özgürlük
ıslah : düzeltme, iyileştirme
ıslahat : düzeltme ve iyileştirmeler
ıstırap/ızdırab: sıkıntı, büyük üzüntü
icap : gerek
içtimaî : toplumsal
içtinap : bakınmak. sakınmak
idare : yönetim
idrak : anlayış, algı
ifa : yerine getirme, yapma
ifsad : bozma. düzensizlik yaratma
iftihar : övünme, övgü
ihtar : uyarı
ihtilâf : uyuşmama, çelişki
ihtilâl : devrim
ihtimal : olasılık
ihtiyar : seçme, kendi isteğiyle
davranma
ihtiyari : istemli, zorla olmayan
ikaz : uyarı
ikmal : tamamlama, bitirme
iktidar : erk
ilân : duyurma, yayma
ilânihaye: sonsuza kadar
ilga : kaldırma, bozma, hükümsüz bırakma
ilm : bilgi, bilim
ilim : bilim
iltizam : kayırma
imâ : dolaylı anlatım
imkân : olabilirlik
imtihan: sınav
imtiyaz : ayrıcalık
indî : bir insanın kendi yargısı (bence..)
infial : gücenme. kızgınlık
inkılâb(p): değişim, dönüşüm (devrim)
inkişaf : açılma, gelişim
intaç : sonuçlandırma, bitirme
intikal : yer değiştirme, aktarım
intişar : yayılma, dağılma, üreme, yayınlanma
intizar : bekleme, gözleme
iptidaî : ilkel
irade : istem, istenç
irfan : bilme, biliş, anlayış
irtica : geri dönme, gericilik
isnad : iddia, birisine bir şey yükleme
ispat : kanıt
israf : gereksiz harcama, savurma
istibdat : düzen ve yasaya bağlı olmaksızın yönetme, baskı yönetimi
istidad : yatkınlık, eğilimlilik
istifade : yararlanma
istikamet: doğrultu, yön
istikrar : yerleşme, durulma, kararlılık durumu
istinad : dayanma. güvenme. kanıt olarak sunulan şey hakkında kanı oluşturma
istismar: sömürü
istisna : ayrıksı
iştigal : uğraşı
iştirak : paydaşlık, katılım
itham : suçlama
itibar : saygınlık
itikat : inanma, inanış
itimad : güven
itiyad : alışma, alışkanlık
ittifak : uyuşma, bağlaşma
ittiham : suçlandırılmış olma
izale : giderme, yok etme
kani : yargı sahibi olma
kabiliyet: yetenek
kademe: basamak
kâfi : yeter
kaide : kural
kanaat : oluşmuş düşünce, kanı
kanun : yasa
kanunî : yasal
kasdî : isteyerek yapılan. kurma, niyet
kasnak:: enli çember. pehlivan kispetinin
bele gelen bölümü
kat’i : kestirme, kesin
keder : bulanıklık, acı
keramet : bağış, ikram, ağırlama. ermişçecine yapılan hareket veya söylenmiş söz
kezalik : yine, bu da öyle
kırat : değerli taş ölçü birimi. nitelik, değer, düzey
kıymet : değer
kubbe : yapıyı örten dam. yerkürenin insanların yaşadığı üst kısmı
kudret : güç, erk, erke
kurultay: ulusal toplantı, kongre
kuvvet : fiziksel güç, takat
külfet : sıkıntılı zorluk. büyük masraf
kütle : büyük parça, küme,
yığın
lâhza : an
lâtife : şaka. ince hoş şaka
lâyiha : görüş ve düşünce
bildiren yazı
lâyık : hak kazanmış. değimli, yaraşık
lâzım : gerek, gerekli
lehine : tarafında, yanında
lokavt : işverenin çalışanları topluca işten uzaklaştırma veya atma
kararı
lûtf : hoşluk, güzellik iyilik
lûlfetmek: vermek, ihsan etmek
lüzum : bir şeye yarama, gerek
mahal : yer
mahalli : yerel, yöresel
maharet: yetenek
mahcub: örtülü, kapalı. utanma
mahiyet: öz, iç yüzü, içerik
mahkûm: hüküm giymiş, hükümlü
mahrum : yoksun
mahrumiyet: yoksunluk
mahsul : ürün
mahsus: özgü
mahzur: sakınca
maiyet : bir üst kişiye tabi olan kimseler
makbul : benimsenen, beğenilen
maksat : amaç, gaye, erek
makul : akla uygun, akıllıca
malûmat: bilgi
mana : anlam
manevî: anlama ve duyulara ait.soyut.
tinsel
mâni : önleyen, engel
marifet : ustalık, hüner
maruz : sunulmuş, sunulan. bir olay veya durumun etkisi veya karşısında bulunan
masum : suçsuz, temiz
masun : korunan, korunmuş
masuniyet: korunmuş olma durumu
mat : satrançtaki yenilgi
mazbata: tutanak
mazbut: ele geçirilmiş. düzgün, beğenilen
mazhar : bir şeyin ortaya çıktığı, göründüğü yer veya kimse. bir iyiliğe erişmiş, erişen kimse
mazi : geçmiş, geçmiş zaman
mecbur: yükümlü, zorunlu
medenî: uygar
medet : yardım, umar
mefhum: olgu, kavram
mektep: okul
memurin: memurlar, kamu çalışanları
men : bırakmama, durdurma. yasak
menfaat: yarar, çıkar
menhus: uğursuz
mensup: bir yere ait olma
merasim: tören
merci : başvurulacak yer
merhale : derece, basamak, aşama,
evre
mesele : sorun
mesul : sorum/lu
mesut : mutlu
meşru : toplum/kamu vicdanınca doğru olan
metod : yöntem
mevcut : var olan, hazır bulunan
mevkii : yer, mahal. makam. izleme yerinin konfor derecesi
mevzu : konu
mevzuat: yürürlükteki yasa, tüzük,
yönetmelik vb.nin bütünü
mevzuubahis: konu edilmiş, sözü
edilen/edilmiş
meyil : eğiklik, eğim, eğilim
meyus : üzgün, umutsuz, karamsar
mikyas : ölçek, ölçü
millet : ulus
millî : ulus ile ilgili, ulusa ait, ulusa özgü, ulusal
minnettar: bir iyiliğe karşı teşekkür
borcu olma durumu
misal : örnek
mizaç : huy, doğa, yapı
muafiyet: ayrı tutulma, kendisine uygulanmama,
bağışıklık
muamele: davranma, davranış
muarız : karşı koyan, karşı çıkan
muğber: gücenik, küskün
mubah : sakınca olmayan
muhabbet: sevgi, dostluk, yarenlik
muhafaza: koruma, saklama
muhakemat: yargılanma
muhakeme: yargılama
muhalefet: bir görüş veya tutuma
karşı olma
muhabere: haberleşme, yazışma
muharebe: savaşma, vuruşma
muhit :
çevre, yöre
muhtaç: ihtiyaç duyan, yoksul
muhtar : özerk
muhtelif: zıt, birbirini tutmayan.
türlü, çeşitli
muhterem: saygı değer
mukaddeme/mukaddime: ön söz. bir
olayın başlangıcı
mukadder: yazgı, yazgı ile ilgili olan
mukadderat: yazgı
mukavemet: direniş
mukayyet: bağlı, bağlanmış. yazılmış,
kayıtlı.
muktedir: gücü yeten, erkli
munzam : katma, katılmış, eklenmiş
murakabe: denetleme, denetim
musallat: bıktırıcı ilgi
mutabakat: uyuşma, anlaşma
mutabık: birbirine uyan,
anlaşan
mutlakiyet: saltçılık. hükümdarlığa
dayalı yönetim biçimi
muvacehe: yüzleşme, yüz yüze gelme
muvaffak: başarmış, başarılı
muvazene: denge
mübalâğa: abartma, abartı
mücerret: soyut. yalnız, bekar.
yalın. yanlız, ancak
müdafaa: savunma
müdahale: karışma, araya girme
müddet: süre, zaman
müessese: kuruluş, kurum
müessir: etki yapan, etkili
müeyyide: yaptırım
mühim : önemli
mülâhaza: düşünce
mülayim: uygun, uyar, yumuşak
mülhem: ilham/esin olunmuş
mümessil: temsil eden, temsilci
mümkün: olabilir, olası
münakaşa: tartışma
münasebet: ilgi, ilişki
münevver: aydın
münfail: gücenmiş, kırgın
münhasır: ayrılmış, özgü
müptela: alışkanlık, düşkünlük
müracaat: başvuru
mürekkep: birleşik. bireşim
mürevviç: bir düşüncenin taraftar
veya taşıyıcısı
müsademe: silahlı iki taraf arası kısa çatışma
müsadere: el koyma
müsait : uygun, elverişli
müsamaha: hoşgörü, tolerans
müsavat: eşitlik, denklik
müsavi : eşit
müspet: kanıtlanmış. olumlu
müstacel: acele, ivedi
müstağni: doygun, isteksiz
müstahak: hak etmiş, layık
müstakar: istikrar bulmuş, durulmuş
müstakil: bağımsız
müstenit: dayanan, yaslanan
müsterih: kaygıdan arınmışlık, rahat
olma
müşahade: görme, gözlem
müşkülât: güçlük, güçlükler
müşterek: ortak, birlik
mütalâa: iyice düşünme, değerlendirme
müteessif: üzülen, acınan, yerinen
müteessir: üzülme, üzgün olma
mütehassıs: uzman
mütemadi: sürekli, aralıksız
müteşekkir: teşekkür eden, teşekkür
borcu olan
mütevazı: alçak gönüllü
müteveccih: karar vermiş, yapmaya
yönelmiş
müyesser: kolay gelen, kolaylıkla
olan
müzaheret: yardım etme, arkalama
nahiye : bucak
namus : ar. temizlik, doğruluk
nasip : paya düşen bölüm. kısmet, talih
nasihat : tavsiye
nazarı dikkat: ilgi, dikkat çekme
nesil : göbek, kuşak
neşir : yayma, dağıtma, yayım
netice : sonuç
nevi : çeşit, cins, tür
nifak : anlaşmazlık, ara bozma, ayırma
nihaî : son/sonal
nihayet: son, sonunda
nimet : iyilik, lütuf, ihsan
nispet : oran
nispî : göreli, bağıntılı, izafi
nizam : düzen
nutuk : söylev
nümayiş: gösteri
otorite : yetke, sulta, velayet
paha : değer
pervasız: çekinmez, sakınmaz, korkusuz
prensip: ilke, umde
program: dizge, işlemler bütünü
radikal : köklü, kesin, kökten/ci
rahne : gedik, yarık, yıkık, bozuk yer
red : yadsıma, olumsuzlama
reis : başkan
rejim : yönetme, düzenleme biçimi, düzen
resmî : devlete ait, devlet ile ilgili
rey : oy
rıza : razı olma, istek.onay
riayet : uyma. saygı, itibar etme, ağırlama
rical : erkekler. üst makamlardaki devlet adamları
rivayet : söylenti
riya : iki yüzlülük, yalandan gösteriş
riyazi : matematik, geometri ile ilgili olan
saadet : mutluluk, ongunluk
sadakat: bağlılık, güçlü dostluk
safha : evre
salâhiyet: yetki
sancak : bayrak, liva. Osmanlı’da illerle ilçeler arasındaki yönetim bölümü
sarih : açık, kolay anlaşılır
sebat : kararlılık
sebep : neden
selâmet: esen, esenlik
sene : yıl
seviye : düzey
sevk : gönderme, aktarım
suiistimal: kötüye kullanma
suikast : gizli hazırlıkla cana kıyma
sulh : barış
suret : görünüş, biçim. yazı resim kopyası
sükûnet: dinginlik, hareketsizlik, sakinlik
sürat : hız, çabukluk
şahit : tanık
şahsî : kişiye ait, kişisel
şahsiyet: kişilik
şâmil : içine alan, kaplayan, kapsayan
şark : doğu
şart : koşul
şayia : yayılmış haber, yaygın söylenti
şefkat : acıyarak ve koruyarak sevme, sevecenlik
şeref : kişisel değer, onur
şiddet : bir gücün yoğunluk derecesi, sertlik kullanımı
şikâyet : hoşnutsuzluk belirtme, yakınma
şıkkı : bir kaç parçaya bölünen bir şeyin her biri, bir parçası
şirret : geçimsiz, kavga çıkarmaktan hoşlanan, edepsiz, yaygaracı
şûra : danışma kurulu, meclis
şuur : anlama, anlayış, bilinç
taalluk : ilgisi olma, ilinti
taayyün: belli olma
taazzuv: organlaşma
tabaka : kat, katman. grup
tâbi : bağlı, bağımlı
tabiat : doğa
tabiî : doğada olan, doğal. olağan
tâbir : deyiş, anlatım
tâdilât : değişiklik, onarım
tafsil : ayrıntılı anlatım, açıklama
tahakkuk: gerçekleşme
tahakküm: baskı, zorbalık, hükmetme
tahammül: dayanma, katlanma
tahdit : sınırlama, çevreleme
tahkim : güçlendirme, sağlamlaştırma
tahlil : çözümleme, analiz
tahmin : yaklaşık olarak değerlendirme, oranlama
tahrik : hareket ettirme, kışkırtma
tahsis : ayırma
takat : güç, derman
takibat : arkasına düşme
takrir : yerleştirme, sağlamlaştırma
tamim : genelge, sirküler
tanzim : sıraya koyma, düzenleme
tariz : kapalı, dolaylı biçimde söz söyleme
tasavvur: göz önüne getirme, hayal
etme, zihinde bir biçim kazandırma
tasfiye : arıtma, ayıklama. kapatma. dışlama. yok etme
tashih : düzeltme
tasmim : tasarlama
tasnif : bölümleme, ayırma
tasrih : açık söyleme, belirtiklik
tasvip : onaylama
tatbik : uygulama, pratik
tatbikat: uygulama, askeri manevra
tavsiye : öğüt, salık verme
tayin : belirleme, kararlaştırma. atama
tayyare: uçak
tazyik : basınç, zorlama
tebliğ : bildiri
tebrik : kutlama
tecavüz: saldırı. başkasının hakkına
el uzatma
tecelli : belirme, görünme, ortaya
çıkma
tecrübe: deneme sınama. deneyim,
görgü
teçhiz : donatma, donatım
tedarik : bulma, sağlama
tedbir : önlem
tedhiş : korku salma, yıldırma, terör
tedricî : derece derece, yavaş yavaş
teessüf: acınma, yazıklanma, yerinme
teessür: üzülme, üzüntü
teessüs: kurulma, ortaya çıkma
teferruat: ayrıntı(lar)
tefrika : basındaki dizi yazılar
tefsir : yorum(lama)
teftiş : denetleme, bakı
tekâmül: olgunluk, olgunlaşma
teklif : öneri
telâkki : buluşma, kavuşma
telâş : acele(cilik)
telkin : aşılama, zihne sokma. öğütleme
temenni: dilek
temin : korku giderme, inanç verme. sağlama, elde etme
teminat: garanti, güvence
tenkid : eleştiri
tensip : uygun görme, yaraştırma
terakki : ilerleme, yükselme, gelişme
tereddüt: kararsızlık, duraksama
terkip : birleşim, birleştirme
tertip : düzenleme, hazırlama.
hile, düzen, komplo
tesadüf: rastlantı(sal)
tesir : etki
tesis : yapma, kurma. kurum, kuruluş
teskin : yatıştırma
teşebbüs: girişim
teşeddüd: daha güçlü ve sert olma
teşhis : tanıma, seçme. tanı
teşkil : oluşum, oluşturma
teşkilât : örgüt, kuruluş
teşvik : özendirme, destekleme
tetkik : araştırma
tevessül: başlama, girişme
teyit : doğrulama, gerçekleme
tezahür: belirme, görünme, ortaya
çıkma
tezahürat: gösteri
tezvir : yalan söyleme. ara bozma
umde : ilke
umumî : genel
umumiyet: genellik
usul : yol, yöntem
ümran : bayındırlık
vahim : ağır, korkulu, çok tehlikeli
vak’a : olay
vakit : zaman
vasıf : nitelik
vâsıl : ulaşan, ulaşma, varma
vasıta : araç
vazife : görev
vaziyet : konum. durum
vefa : sevgide durma, sevgi bağlılığı
vekâlet : yerine bakma. bakan
vekil : yerine bakan. bakan
vesika : belge
vesile : neden, bahane
vicdan : kişisel ahlaki değerler üzerine dolaysız yargılama gücü
vilayet : il
viran : yıkık, harap
vuku : olma, meydana gelme
zaruri : zorunlu
zat : kimse, kişi
zihniyet: düşünüş biçimi
zindan : tutuklu ve hükümlülerin koyulduğu kapalı, karanlık ve güç yer
ziyade : çok, daha çok
ziyan : zarar
zûlüm : kıyım, acımasızlık, haksızlık
* Hazırlayanın notu: Şerafettin Turan: Prof. Dr. ve “İsmet İnönü – Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği” (Kültür Bakanlığı Yayını, Birinci Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi–Ankara, 2000); “Türk Devrim Tarihi” (5 Cilt, 7 Kitap, Bilgi Yayınevi, 19912002), “Türk Kültür Tarihi”, (Bilgi Yayınevi, 3. Baskı, 2000) kitaplarının yazarı.
* Buradaki bilgilere ilişkin arka planın edinilmesinde özel katkıları bulunan Prof. Dr. Sayın Şerafettin Turan ile TBMM Kütüphane Müdürü Sayın Ali Rıza Cihan’a içtenlikle teşekkür ederiz.
* Konuşmaların akışı sırasında farkedileceği gibi, İsmet İnönü, 1946–1950 arasında, 1946 milletvekili genel seçimleri ile 1947–1948–1949 milletvekili ara seçimlerine ilişkin, Cumhurbaşkanı konumunun dışında özel bir konuşma yapmamıştır. 1946–1950 diliminde, İnönü’nün doğrudan CHP adına yalnızca 1950 seçimlerindeki konuşmaları bulunmaktadır. Dolayısıyla İnönü’nün 1950 seçimleri öncesindeki bütün konuşmaları Cumhurbaşkanı konumuna bağlı olarak yapılmıştır. 14 Mayıs 1950 seçimlerinin ardından gerçekleşen bütün yerel, ara ve genel seçimlerdeki konuşmaları ise doğal olarak CHP adına yapılmıştır.
** CHP il–ilçe kongrelerine mesaj gönderme de, yine aynı nedenle, 1950 seçimleri sonrasında fiilen CHP’nin başına geçtikten sonra gündeme girmiştir.
* İsmet İnönü, benzer temalara, 02.03.1939 tarihli İstanbul Üniversitesindeki söylevi ile 24.03.1939 tarihli, seçimler için CHP adaylarını açıkladığı bildiride de değinmiştir. (Bkz.: Der: Kadri Kemal Kop; age, sf. 2735)
* İsmet İnönü’nün isteği üzerine, bu kurultayda yapılan tüzük değişikliğiyle kendisinin “Değişmez Genel Başkan”lığı kaldırılmış, tüzükte “Genel Başkan” olarak anılmaya başlanmış ve genel başkanın 4 yıl süre için partili milletvekilleri arasından seçilmesi benimsenmiştir.
* Makale 1946 seçimleri için yazılmış ancak yayınlanmamıştır. Makalenin tam metni, İsmet İnönü’nün şu ana kadar kitaplaştırılmamış olup 2003 yılı içinde basılacak olan söylev, demeç, makale vb. materyallerin yer alacağı bir dizi kitabın 1944 – 1950 dönemine ilişkin olanında yayınlanacaktır.
* Seçimlere, 5 Haziran'da kabul edilen yeni seçim yasası ile gidildi; tek dereceli seçim ve “açık oy, gizli sayım” esası uygulandı. CHP 396, DP 62 milletvekili çıkardı, 7 milletvekili de bağımsız olarak meclise girdi. Seçim sonuçlarının ilanından sonra DP, seçimlere hile karıştırıldığını iddia etti. Bu tartışma yıllarca sürdü. İsmet İnönü’nün bu kitabın ilerki sayfalarında yer alan bazı konuşmalarında 1946 seçimlerine ilişkin açıklayıcı özel değinileri bulunmaktadır.
* 19 gün süren kurultayda “Genel Başkanlık Divanı” kaldırılarak yerine kurultayca seçilen “Parti Divanı” getirildi. Genel Yönetim Kurulu’nun Parti Divanı üyeleri arasından seçilmesi uygulamasına geçildi. Cumhurbaşkanlığı ile CHP Genel Başkanlığı’nın tek kişi tarafından yürütülmesine tedricen son vermeye yönelik bir kararla, Parti Genel Başkanının, Cumhurbaşkanı olarak kaldığı sürece, parti başkanı olarak bütün yetkilerini, kurultay tarafından seçilen “Genel Başkan Vekili”ne devretmesi hükmü tüzüğe eklendi.
* İsmet İnönü’nun söyleşi sırasında söylediği bu sözlerin daha genişi Ulus Gazetesinde şöyle yer almıştır:
“Ben şimdi muharebe meydanında bulunan bir kumandan gibiyim. O vazife icaplarını yerine getirmek ve bunu vatandaşlarıma anlatmak için canla başla çalışacağım. Bir gün memleketim “artık senin zamanın bitti” dediği zaman ona minnettar olacağım. Ben muharebe meydanında dolaşırken bir arkadaşımı hasta görürsem canım sıkılırdı, çünkü vazifesini yapamıyordu. Zavallı ne yapsın, sıtma tutmuş tir tir titriyordu. Böyle halde dahi vazifesini yapmıyanları ben affetmem. Bütün ömrümüz muharebeyi kazanmak için vazife başında bulunmakla geçmiştir. Bu sebeple ihtiyarımla, memleketimi türlü ihtimaller karşısında bırakıp gitmem. Çekilirim ama, bu defa karşıya geçer, mücadele eder, uğraşırım. Seçmen ne düşünüyor, neye karar verecek belli olmaz. Bu böyledir diye seçmene darılmak da olmaz” Ulus, 5 Mayıs 1950
* Mektup, 14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra yazılmıştır.
** 14 Mayıs 1950 seçimlerinde, DP oyların % 53,3’ü (4.241.393) ile 408 milletvekili kazanarak tek başına iktidara geldi. CHP ise oyların % 39.9’unu (3.176.561) alarak 69 milletvekilliğini kazandı. Ayrıca Millet Partisi 1, bağımsızlar da 9 milletvekilliğini kazandılar.
* İsmet İnönü’nün 14 Mayıs 1950 seçimleri sonucunda Cumhurbaşkanlığından ayrılarak CHP’nin başına fiilen geçmesi üzerine, bu kurultayda parti tüzüğündeki Genel Başkan Vekilliği kaldırılmıştır.
* 16 Eylül 1951 ara seçimlerinde CHP 687. 668 oy ile (% 38.7) 1, DP 937.288 oy ile (% 52.7) 12, bağımsızlar da 5 milletvekilliğini kazandılar.
* Orjinal metinde “maliyetimizi” şeklinde geçmektedir.
* 2 Mayıs 1954 seçimleri sonucunda CHP oyların % 35.11'ini (3.193.471) almasına karşın ancak 31 milletvekili çıkarabildi. 5.513.659 oy alan DP, ise % 58.42 ile 503 milletvekilliğini kazandı. CMP %5.28 ile 5, 2 milletvekilliğini ise ba ğımsızlar kazandı.
* Ancak DP hükümeti muhalefet partilerinin işbirliğini önlemek için, CHP kurultayından iki gün sonra seçim yasasını değiştirdi. İsmet İnönü’nün 19 Eylül 1957 tarihili demeci ile 20 Eylül tarihli basın toplantısı, bu gelişme üzerine CHP’nin seçimlere katılmaya ilişkin kararını açıklayıcı niteliktedir.
* CMP: Cumhuriyetçi Millet Partisi
** HP: Hürriyet Partisi
* Burada köşeli parantez içinde verilen sözcükler alıntı yapılan kaynakta bulunmamakta, bu nedenle de cümlede anlam kayması oluşmaktaydı. 13 Ekim 1957 tarihli Ulus Gazetesi ile tamlama yapılma yoluyla yanlışlık giderilmektedir. Parantez içinde verilen sözcükler Ulus’tan alınmıştır.
* Doğrusu, sitem(ler) olsa gerektir.
* 1957 seçimlerinde DP, oylarının düşmesine karşın, seçim sistemi nedeniyle iktidarını korudu. DP % 47.3 ile 610 milletvekilliğinden 419’unu; CHP ise 1950 ve 1954 seçimlerine göre oylarını artırarak, % 40.6 oy oranı ile 173 milletvekilliği kazandı. 1957 seçimlerinde CHP'nin kazandığı il sayısı 1954 seçimlerine göre artış göstermiş, 1954’de DP’nin kazandığı birçok ilde CHP birinci parti çıkmıştı. Bu seçimlerde CMP 5 7 oy oranı ile 4, HP’de %3.8 ile 4 ve bağımsızlar da 2 milletvekili çıkarmıştı.
** İsmet İnönü’nün TBMM’deki bu konuşması sık müdahaleler ile kesilmiştir. Aktarılan pasajlardaki kesiklikler bu nedenledir.