İsmet İnönü
ve
Lozan Barış Konferansı
Hazırlayan: İlhan Turan
Lozan’ın 80. Yıldönümü Nedeniyle
İnönü Vakfı
Nisan 2003
İnönü Vakfı
Şehit Ersan Caddesi
Pembe Köşk Konut Sitesi
B – 1 Blok, Daire: 2
06550 Çankaya – Ankara
Web Site: www.ismetinonu.org.tr
Bu yıl Lozan Barış Antlaşması’nın 80. yıldönümünü kutlayacağız.
Bu antlaşma ile “yeni bir Türkiye” kuruluyor ve Kurtuluş Savaşının cephelerdeki başarıları üzerine ekonomik, siyasi, adli, hukuki bağımsızlığımız sağlanıyor ve bunlar antlaşma hükümleriyle kayıt altına alınıyordu.
Atatürk, 1927 yılındaki ünlü Söylev’inde bu antlaşma için: “Lozan Barış Antlaşması’nın içerdiği esasları, diğer barış teklifleriyle karşılaştırmaya yer olmadığı fikrindeyim. Bu antlaşma, Türk ulusu aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasî zafer eseridir.” diyordu.
İsmet İnönü, bir çok konuşmasında değindiği Lozan ile ilgili bir ana temayı, 1952’de “Lozan Günü”nde kendisini ziyaret eden gençlere yönelik olarak şöyle yinelemiştir: “Lozan, temel fikir olarak ulusal devletin kurulmasını, bağımsızlığı, uluslararası hak ve hukuk eşitliği kavramlarını amaç olarak benimsemiş bir konferanstır. Aydınlarımız ve gençlerimiz bu düşünüş biçimiyle antlaşmayı değerlendirirlerse, siyasî tarihimizin geçirdiği başlı başına birçok değişiklikleri çok iyi kavrarlar.” Biz de, İnönü Vakfı olarak, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı kapsayan bir aylık zaman dilimi boyunca Lozan Konferansı ile ilgili bir sergi düzenleyerek ve bu kitapçığı özellikle çocuklarımıza, gençlerimize sunarak İsmet İnönü’nün bu çabasının sürekli kılınmasını amaçladık.
İsmet İnönü’nün yaşamı boyunca Lozan Konferansı ile ilgili yaptığı konuşma ve yazışmalarından bir derlemeyi ise Lozan Konferansı’nın 80. yıldönümü olan 24 Temmuz 2003 tarihine yetiştireceğimizi bu arada belirtmek istiyorum.
Çocuklarımıza, gençlerimize ve Kurtuluş Savaşı ile Lozan’ı bilen ve öğrenmek isteyen herkese sevgilerimi sunuyorum.
Özden TOKER
İnönü Vakfı Başkanı
Kurtuluş Savaşını zorunlu kılan koşullara baktığımızda başlıca iki neden bulabiliriz. İlki Osmanlı’nın çözülüşü, ikincisi de Birinci Dünya Savaşından yenik çıkılmasıdır. Osmanlı’nın çözülme sürecinden çıkış bulmaya çalışan ve daha sonra Kurtuluş Savaşının önder kadrosunda yer alanlar, önce Yemen’den Balkanlar’a kadar 9 ayrı cephede savaşarak çözülüşü durdurma çabasını gösterdiler. Ancak Birinci Dünya Savaşından Osmanlı’nın yenik çıkması ve çözülme sürecinin sonuçlarının yurtsever güçler tarafından katlanılamaz duruma gelmesi ile Kurtuluş Savaşı başlamıştır.
Birbirinin devamı olan Mondros Ateşkes Anlaşması ile Sevres (Sevr) Anlaşması sürecinde Kurtuluş Savaşının çeşitli evreleri ete kemiğe bürünmüş, Osmanlı’nın çözülüşüne yanıt, Lozan Barış Konferansı ve Antlaşması ile verilmiştir. Böylece Ankara’daki “Büyük Millet Meclisi Hükümeti” ile İstanbul’daki “Saltanat Hükümeti” şeklindeki “ikili iktidar” durumuna son verilmiş ve Lozan Barış Antlaşması’nın sağladığı olanaklar üzerinde genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
Birbirinin devamı olarak nitelediğimiz Mondros ve Sevres Anlaşmalarıyla, Türkiye tam bir işgal ve paylaşım alanı olmuştu. 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Anlaşması İstanbul hükümeti tarafından imzalanmış, onun ardından 18–26 Nisan 1920 San Remo Konferansı kararları doğrultusunda gerçekleşen Paris Konferansı, ve en sonunda 10 Ağustos 1920’de Sevres ile Türkiye emperyal güçlerin bizzat kendi işgalleri ve onların istekleri doğrultusunda daha geniş bir toprak paylaşımına maruz kalıyordu. (23 Nisan 1920’de, önceki hazırlıklar doğrultusunda Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğunu ve Sevres’in 13 Bölüm ve 433 maddeden oluşan hükümlerini geçersiz sayarak, kendisini bir iktidar odağı ve cumhuriyetin nüvesi olarak dünyaya ilan ettiğini bu arada belirtmek gerek.)
Ali Naci Karacan, Sevres Antlaşmasının öngördüğü bu işgal altındaki Türkiye’yi şöyle anlatır:
“Trakya Yunanistan’ın olacaktı; İstanbul uluslararası olacaktı; Batı Anadolu Yunan sömürgesi olacaktı; Doğu Anadolu Ermenistan olacaktı; Adana Fransız sömürgesi olacaktı; Antalya İtalyan sömürgesi olacaktı; ordumuz olmayacaktı; donanmamız olmayacaktı; saray, büyük küçük bütün devletlerin denetiminde ve Orta Anadolu’da bir iki il bu sarayın çiftliği hükmünde kalacaktı. Maliyemiz, adliyemiz, bayındırlığımız, harbiyemiz, denizciliğimiz, kara sınırlarımız, Boğazlarımız doğrudan doğruya, eğitimimiz ve bütün diğer müesseselerimiz sarayın esir hükümetleri vasıtasıyla yabancı kontrolü altında bulunacaktı.”
Lozan’a Giden Yol: Kurtuluş Savaşı
İşte Kurtuluş Savaşı; Mondros ve Sevres ile dayatılan bu karanlık tablonun aşılmasını gerçekleştirir ve Lozan Konferansının yolu açılır.. Ancak bu evreye varmadan, bir dizi cephe savaşı ile Mudanya Konferansı başarısı yaşanır.
Bu noktada, Mudanya Konferansı’nın (3–11 Ekim 1922) Kurtuluş Savaşı’nın sonuçlarını toplamaya başlama işlevinin yanısıra, İsmet Paşa açısından taşıdığı önemi de belirtmek gerekir. “Tek Adam” ve “İkinci Adam” kitaplarının yazarı Şevket Süreyya Aydemir, “Mudanya’nın ardından İsmet Paşa, memleketin hayatında bir siyasi şahsiyet olarak belirecekti. Nitekim Mudanya’dan sonra askerlik ve kumandanlık artık arkada kaldı ve İsmet Paşa Türkiye’nin kaderine bir siyasi şahsiyet ve bir İkinci Adam olarak karıştı.” der. Mudanya, Lozan ve sonra Atatürk ile İsmet Paşa’nın yaptıkları bir gece görüşmesinin ardından 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin kuruluşu ile sonrasında yaşananlar, Şevket Süreyya’nın bu saptamasını doğrulamaktadır.
Erdal İnönü, “Üçyüz Yıllık Gecikme” adlı kitabında yer alan “Lozan Telgrafları” konulu konuşma metninde Lozan Konferansına giden süreci şöyle özetler:
“Dumlupınar’da zaferin kazanılmasıyla birlikte Atatürk’ün ve arkadaşlarının ne büyük özlemle barış arayışına girdiklerini babamın hatıralarında okuyabilirsiniz. 9 Eylül’de İzmir kurtarılıyor. 11 Ekim’de Mudanya mütarekesi imzalanarak, Trakya hiç silah atılmaksızın, düşman işgalinden arındırılıyor. Müttefikler, 27 Ekim 1922’de verdikleri nota ile T.B.M.M. hükümetini 13 Kasımda Lozan’da toplanacak barış konferansına çağırıyorlar. 3 Kasım’da Meclis Lozan’a gidecek heyetin başındaki delegeleri belirliyor. Dış işleri bakanı İsmet Paşa baş delege (baş murahhas), Maliye bakanı Hasan Saka ikinci delege, Sağlık bakanı Dr. Rıza Nur, üçüncü delege oluyor.”
İsmet Paşa da, konferanstan sonra İstanbul Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında Lozan’a hangi koşullarda ve ne amaçla gidildiğini şöyle anlatır:
“Millî Mücadele devri, geçirdiğimiz ilk ağır imtihandı. Bu, davet edildiğimiz bir imtihandı. Cemiyet-i beşeriye, haksız olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne hükmettiği zaman, haksız olarak Türk milletinin de çöküşüne hükmetmiştir. Bu imtihandan başarıyla çıktıktan sonra konferansa gittik. Bu da bir imtihandı. Bütün milletlerin ortasında davamızı izaha davet edilmiştik. Konferansa büyük zorluklara rağmen açık ve belli bir vaziyette girdik. Ne istiyorduk? Haksız olarak yaşama hakkımızı reddetmişlerdi. Yaşamaya muktedir olduğumuzu ifadeye gitmiştik. Sade bunu istiyorduk. Bunun için en kuvvetli vaziyetteydik. Sonuna kadar bu hedefi takip ettik.”
Konferansın Açılışı ve İsmet Paşa’nın Tutumu
Konferansın açılışında önce İsviçre Cumhurbaşkanı bir açılış konuşması yapar. Sonra da İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon konuşur. Tam bu noktada, Konferansı izleyen Türk gazetecisi Ali Naci Karacan’ın “Lozan Konferansı ve İsmet Paşa” adlı kitabında konferansın açılış oturumuna ilişkin belirttiklerine bakarak İsmet Paşa’nın duyarlılıklarını izleyelim:
“Herkes Lord Curzon’un nutku ile törenin biteceğini zannederken, onun arkasından, derhal İsmet Paşa kalktı, kürsüye doğru yürüdü ve reis tarafından:
“İsmet Paşa!”
diye salona takdim edildikten sonra, Türkiye başdelegesi de elinde tuttuğu bir nutku okumaya başladı. Bu olay bütün salon için tamamen bir sürpriz teşkil ediyordu.
“Sonradan anlaşıldı ki, konferansın açılacağı 20 Kasım sabahı Lord Curzon’un bir nutuk söyleyeceğini İsmet Paşa haber almış ve bunun üzerine: “O halde ben de nutuk söyleyeceğim!” kararını vermişti. Lord Curzon konferans adına konuşacağına göre İsmet Paşa ikinci planda kalmak istemiyor ve bu fırsattan istifade ederek daha ilk gün Türk davasını bütün dünyanın gözü önüne yaymak maksadını güdüyordu. İsmet Paşa’nın bir nutuk söyleyeceğini duyan Poincaré bundan vazgeçmesini rica etmiş, fakat Türkiye başdelegesinin cevabı:
“Lord Curzon vazgeçsin, o zaman ben de vazgeçerim!”den ibaret olmuştu. İsmet Paşa konferansta kimseye üstünlük vermek, ya da kimseden aşağı kalmak istemiyordu. Bunun üzerine Poincaré nutku görmek istemiş, bazı düzeltmeler rica etmiş, fakat İsmet Paşa yalnız bir kelimeyi değiştirerek nutku olduğu gibi muhafaza etmişti. Bu bir nutuk değil, Türkiye’nin çektiği ıstıraplardan doğan bir iddianame idi.”
İsmet Paşa işte bu konuşmasında Türk ulusunun içinde bulunduğu durumu resmeder:
“Barışın nimetlerinden her zaman yoksun kalan Türk ulusu, o tarihten bu yana, hak ve adalet elde etmek için ara vermeden yaptığı barış girişimlerinin yetersizliğini ve hiç bir şeye yaramadığını görerek ve artık hiç bir kurtuluş umudu kalmadığını anlıyarak, varlığını korumayı ve maddi ve manevî kendi kaynaklarıyla bağımsızlığını kazanmayı başarmıştır. Türk ulusu, bu yolda, pek çok acılara katlanmış, sayısız fedakârlıklara rıza göstermiştir.”
Ardından İsmet Paşa, Lozan’dan sonra da yıllar boyunca dile getirdiği ilkeleri, konferansa ve uluslararası ilişkilere dair beklentisini dile getirir:
“Son yılların olayları insanlığın vicdanında genel barış ve huzurun, Devletlerce, birbirlerinin haklarına, özgürlüklerine ve bağımsızlıklarına karşılıklı olarak saygı gösterilmedikçe gerçekleşemeyeceği gerçeğini bir inanç ilkesi halinde yerleştirmiş bulunduğundan, bu olayların anısı, gelecek için bir barış ve huzur güvencesi olur umudundayım.”
ABD Delegesi John Grew’un, “Atatürk ve İnönü – İlk ABD Büyükelçisinin Türkiye Hatıraları” adı ile Türkçeleştirilen ve bir kısmı Grew’un Lozan günlüklerini kapsayan notlarında konferansa ilişkin ayrıntılı anlatımlar bulunmaktadır. Grew bu notlarında, konferansın bütün katılımcıları açısından geçerli olan gerilim ve sıkışma anları ile işgalci güçlerin özellikle de İngiltere Dışişleri Bakanı Curzon’un İsmet Paşa’ya yönelik tutumunu ve İsmet Paşa’nın direnişini de yansıtmaktadır. Aşağıdaki alıntılar, Grew’un bu günlüğünden aktarılmaktadır.
28 Aralık 1922
“ (…) Toplantıda İsmet önceden de sanıldığı gibi uzlaşmaya hiç yanaşmayan bir tutum takındı. Curzon, Barreré, Garroni, Hayashi ve Bombard kapitülasyonların kaldırılması yolunda şimdiye dek Müttefiklerce verilen ödünlere karşı Paşa’nın böyle bir tavır takınmasını şiddetli deyimlerle protesto ettiler. Curzon’un konuşması alışılmış tonunu korumakla birlikte çok zayıftı. Türklerin “mahkemelerine yabancı yargıçlar kabul ederlerse milli egemenliklerinin baltalanmış olacağı” yolundaki şikayetlerine karşı Curzon, “milli egemenlik” deyiminin Türklerin kafasında değişmez fikir durumuna gelmiş olduğunu, ne zaman bir imtiyaz [ayrıcalık] söz konusu olsa hemen milli egemenliklerinin tehlikeye düştüğü sanısına kapıldıklarını, fakat bu garip fikrin hiç kimsenin zihninde var olmadığını söyledi. Curzon alay etmek istiyordu, ama bu kere pek beceremiyordu.”
28 Aralık 1922
“Bugün kapitülasyonlar sorunundaki o gergin toplantıdan sonra akşam yemeğini Curzon’un odasında yedik. Son günlerin ezici etkilerini üzerinden attığı belliydi, neşesi yerinde ve son derece konuksever. Fakat konferansın sonu hakkında kötümser olduğunu saklamıyor. İsmet Paşa ile yaptığı görüşmeleri anlattı. Belli ki ona toy bir okul çocuğu gibi muamele etmekten hoşlanıyor. Bir keresinde ona şöyle demiş: “İsmet, sen bana tıpkı laternayı hatırlatıyorsun. Bizi bıktırıp usandırana kadar hep aynı havayı çalıyorsun: Milli egemenlik, milli egemenlik, milli egemenlik. Bu sözü duymaktan hepimize gına geldi.”
14 Ocak 1922
“(…) İsmet Paşa’dan randevu alarak saat 22’de kendisini ziyarete gittim, yarım saat yanında kaldım. Konuşmamız derhal gösterdi ki, kendisi şimdiye dek gördüğümden çok inatçı ve uzlaşıcı olmaktan pek uzak ruh hali içerisindedir. En önemli sorunları teker teker önüme serdi: (…) ve açıkça anlattı ki Türklerin görüşleri kabul edilmedikçe bu sorunlarda anlaşmak olanaksızdır.
15 Ocak 1923
“Konferansın görünüşü herkesin canını sıkıyor, bütün delegelerde bir kötümserlik, ruh perişanlığı var.
“(…) Child, İsmet ve Curzon bütün gece konuştular ve hiç bir sonuca varamadılar. Child İsmet’in de, Curzon’un da aynı derecede hem aslan terbiyecisi, hem hanımeli yetiştiricisinin özelliklerine sahip olduklarını söylüyor.
17 Ocak 1923
“Türkiye’nin yararı bakımından ise, kapitülasyonları kaldırarak kesin bağımsızlığa kavuşmanın ve ne reform yapmak için her hangi bir geçiş rejimine, ne de kapitülasyonların yerine geçecek yeni bir rejime, hiç başvurmamanın Türkiye için öteki bütün görüşlerden daha yararlı olacağı kanısında bulunduğunu söyledi. Türkiye’nin içişlerine yabancılar tarafından hiçbir müdahaleye olanak vermeyen mutlak bağımsızlık sorununun şimdi ve ebediyen çözülmesi, Türk halkının kesin isteğidir. İsmet Paşa, her şeyi göze alarak ve doğacak bütün sonuçları kabullenerek bu konudaki tavrını ve görüşünü asla değiştirmeyeceğini mümkün olduğu kadar açık şekilde belirtti. Paşa ile görüşmelerimizde hiçbir sonuca varamadık.”
3 Şubat 1923
“(…) Curzon bugün İsmet’e, yarın öğleden sonra antlaşma metninin masaya konulacağını, eğer isterse gelip imzalamasını, bunun kendisine verilmiş son şans olduğunu söylemiş. Curzon, Bombard ve Garroni [İngiltere, Fransa, İtalya temsilcileri] ile birlikte yaptıkları toplantıda Müttefiklerin son fedakârlıklarını da içine alan kesin antlaşma hükümleri İsmet Paşa’ya verildi.
“Böylece, bekledik ve her an antlaşmanın imza törenini görmek için davet edilmeyi umduk. Ansızın saat tam 20’de yukarıda bir kapının açıldığı duyuldu. Herkes kalktı ve merdivene doğru ilerledi. Bir an içinde Paşa göründü, arkasında delege arkadaşları olduğu halde merdivenden inmeye başladı.
“Son basamaklara gelince melon şapkasını çıkardı, neşeli bir insan tavrı ile gülerek ve başını sağa sola çevirerek, nezaketle salondaki kalabalığı selamladı ve otelden çıkıp gitti. Bu sahneyi ömrüm oldukça unutmayacağım. Konferans bitmişti. Hiçbir imzalama olmayacaktı. Bir saat önce Bentinck’in telefonla verdiği haber üzerine böyle bir sonuçla karşılaşacağımızı hatıra bile getirmiyorduk. Child ve Bristol ile birlikte hemen Curzon’un odasına gittik. “Herkes dışarı çıkmıştı. Bir anda Curzon göründü, kızgın bir boğa gibi odaya hücum etti, bizlere baktı, parmağını havada dalgalandırarak aşağı yukarı yürümeye başladı. Durmadan ter döküyor ve içeridekilerin yüzüne bakıyordu. Birden bağırdı: “Dört korkunç saatten beri burada oturduk ve İsmet her sözümüze şu bayat ve adi kelimelerle cevap verdi: ‘Bağımsız[lık] ve ulusal egemenlik.’ Biz elimizden geleni yaptık. Hatta Bombard bile masayı yumrukladı ve İsmet’i savaş kundakçılığı ile suçladı. Şimdiye dek kendisinden duyduğum en kuvvetli konuşmayı yaptı.
“Her şey bitmişti. Curzon ızdırap ve korku içinde idi.”
Lozan Konferansındaki bu tıkanmayı Erdal İnönü “Lozan Telgrafları”nda şöyle anlatır:
“Şubat başında Lord Curzon’un önderlik ettiği müttefik devlet delegeleri kendi isteklerine göre hazırladıkları bir antlaşma taslağını İsmet Paşa’nın önüne koyup imzalamasını öneriyor, aksi halde Konferansın dağılacağını söylüyorlar. Kapitülasyonları kaldırmayan, yeni Türkiye devletinin öteki bağımsız devletlerle eşit haklara sahip olmasını kabul etmeyen bu oldu bitti’ye babam boyun eğmiyor ve delegeler bir sonuca varmadan Lozan’dan ayrılıyorlar.”
Ali Naci Karacan da bu ayrılışın arka planına ilişkin, Curzon’un “Türkiye’nin imza edeceği en iyi antlaşma budur. Eğer imza etmezse, Türkiye düşünsün! Asya’nın görünmez derinliklerinde kaybolur!” sözlerine karşılık İsmet Paşa’nın:
“Memleketimi esarete mahkum eden bir vesikaya [belgeye] imza koyamam!” diyerek, Lozan’dan ayrıldığını aktarmaktadır.
İsmet Paşa Başkanlığındaki Lozan Heyeti Türkiye’ye dönerken, Gazi Mustafa Kemal de, İzmir’de Lozan heyetinin tutumunu destekleyen şu konuşmayı yapıyordu: “Biz memleketimizi esirler ülkesi yapamayız. Lozan Konferansının son müzakeresi bu nokta ile ilgilidir. (…) Ordularımız en büyük bir zaferi kazanmışlardı. Kendilerini durduracak hiç bir engel yoktu. Böyle bir zamanda İtilaf devletleri haklarımızı görüşmeler ile onaylayacaklarını söylediler ve bizi konferansa davet ettiler. Barış taraftarı olduğumuz için ordularımızı durdurduk, delegasyonumuzu Lozan’a gönderdik. Aylardan beri, görüşmeler, tartışmalar cereyan etti. Fakat muhataplarımız bizimle üç dört senelik bir hesap görmüyorlar. Üç dört yüz senelik bir hesabı görmeye başlıyorlar. Hâlâ muhataplarımız, eski Osmanlı devletinin tarihe mal olduğunu ve bugün yeni bir Türkiye devletinin kurulduğunu ve bu yeni Türkiye devletini kuran milletin çok azimkâr bulunduğunu ve artık bu milletin tam bağımsızlığından ve ulusal egemenliğinden zerre kadar fedakârlık yapamayacağını anlamamışlardır. (…) Arkadaşlar, ulus kesin kararını vermiştir; bu ulus için tereddüt devirleri çoktan geçmiştir. (…) Ancak bütün ulus ve bütün dünya bilsin ki en nihayet ve en nihayet bu millet tam bağımsızlığın sağlandığını görmedikçe yürümeye başladığı yolda bir an durmayacaktır.
Lozan Konferansının ikinci evresi de çetin tartışma ve mücadeleler içinde geçiyor ve uzuyordu. Konferansın uzaması ve niçin bir an önce barışın elde edilemediğini soran Londra’ya, İngiliz Baş Delegesi Sir Horace George Montagu Rumbold’ın gönderdiği raporda bunun nedenleri şöyle açıklanıyordu:
“Uğranılan güçlükleri tamamen anlayabilmek için 1918 mütareke ateşkes senesinden beri meydana gelen olayların tarihini tekrar etmek gerekir. Bir fikir edinebilmek için, müttefiklerin bugün Lozan’da yeni ortaya çıkmış fakat ulusal egemenlik ile değer ve onur bahsinde gayet hassas, Yunanistan ile giriştiği son savaştan galip çıkmış, bundan dolayı müttefiklerin 1918’deki galibiyetini unutmaya yatkın, herhalde yapılan bütün görüşmelere diğer devletlerle tam bir eşitlik dairesinde katılan bir heyetle görüşme yapmakta olduklarını söylemek yeterli olur. Uyuşmanın, antlaşmanın her maddesi hakkında sabırlı görüşmeler sonucunda sağlanması gereklidir. Her iki tarafta barış istiyor; fakat herkesin arzu ettiği amacı zor ile sağlamak söz konusu değildir.”
Gündüzleri uzun oturumlar, geceleri bir araya gelip yapılan ara tartışmalarda İsmet Paşa, zorlu bir uğraş veriyordu. John Grew, konferansın sonlarına ilişkin bu bağlamdaki bir gözlemini şöyle aktarır:
“İsmet Paşa’ya ecel terleri döktürüyorlardı. Gözlerinin altında derin halkalar belirmiş, saçları dimdik olmuş, tüm gücü tükenmişti, fakat bütün saldırılara rağmen ayakta durma ve karşı koymaya devam ediyordu. Sonuç sabaha karşı saat 3’de geldi. Anlaşıldı ki Müttefikler son bir saldırıdan sonra silahlarını bırakmış ve (…) kabullenmişlerdi. Ertesi sabah Paşa’yı gördüm, on yıl yaşlanmış görünüyordu.”
Ancak bu uğraşların sonunda İsmet Paşa ve Türkiye bir zafer kazanacak ve imza törenine geçilecekti.
İsmet Paşa, Lozan dönüşünde İstanbul Üniversitesinde kendisine “Hukuk Fahri Profesörlüğü” verilmesi dolayısıyla düzenlenen törende sıcağı sıcağına yaptığı konuşmada, Lozan Barış antlaşması ile ilgili şunları belirtir:
“Antlaşma, birçok noktalardan mühim bir belgedir. Başlıca noktalarını aydınlatacağım. Bu, savaştan sonra yapılan antlaşmalar ile karşılaştırılamaz. Almanya ve Bulgaristan ile yapılan antlaşmalar ile karşılaştırmak olanaklı değildir. Onların esası; sınır konularından uzak daimi bir malî yükümlülük; tamirat [savaş tazminatı anlamında kullanılmaktadır] adı altında ulusu sürekli bir zorunluluk altında bulundurmak. Sonra askerî sınırlamalar adı altında ulusu silahsız bulundurmak ve daha sonra, çeşitli bahanelerle bir takım denetim heyetleri kurmak. Bir de iktisadî ve malî işlerde bazı kısıtlamalar ve zorluklar. İşte felâkete uğrayan uluslar bu ağır prensipler altında ezilmektedir.
Devamlı denetim, silahsızlık, savunma hakkından yoksunluk, başkalarının kendi işine karışması, iktisadî ve ticarî sınırlamalar, işte diğer antlaşmalardaki esaslar.
Bizim memleketimiz bu noktalardan hiç birisine yakından ve uzaktan temas edemez. Ulusun ayaklanma sebebi de zaten bu idi. Kimsenin bunu kabule takati yoktu. Onun için antlaşmayı çeşitli devletlerle zor şartlar içinde uzun mücadeleler ile yapılmış bir antlaşma esasları içinde bulacaksınız.”
Antlaşmanın imza törenini izleyen Ali Naci Karacan’ın o anlara ilişkin tasviri oldukça ayrıntılıdır:
“İsmet Paşa her zamanki vakur, ciddi duruşu ile istediğini yapmış, hakkını almış bir insan sükunet ve soğukkanlılığıyla bekliyordu. Yüzündeki daimi aydınlık, gözlerinin her zamanki siyah ve zeki parlayışı, bugün daha çok dikkate çarpıyordu.
“(…) Saat üçü beş geçe, İsviçre hükümeti adına Konfederasyon Reisi [Başkanı] Mösyö Scheurer, reis vekili [başkan yardımcısı] sıfatıyla Mösyö Şvarts ve Mösyö Chultess, önlerinde beyaz mantolu, elinde, içine kalem konmuş hokka taşıyan bir tören hademesi, içeri girdiler. Ayağa kalkıldı. Bu üç kişi kürsünün önüne geldiler ve oradaki üç koltuğa yerleştiler.
“(…) Reisin imzaya daveti üzerine, konferans genel sekreteri Mösyö Massigli yerinden kalkarak İsmet Paşa’ya doğru geldi, kendisini selamladı ve:
“Buyurunuz, evvela zatı devletiniz imza edeceksiniz” dedi.
“Bu ilk imza devletler tarafından Türkiye’ye karşı bir şeref olarak takdim edilmekte idi.
“Türkiye devleti başdelegesi İsmet Paşa, yerinden kalktı, oradaki masaya doğru yürüdü ve masanın tam ortasına gelince durdu. Sağ elini “Jaguette a taille”ının [gündüzleri giyilen resmi giysinin] iç cebine götürerek oradan renkli bir mahfaza çıkardı, açtı, içinden bir altın kalem aldı ve Gazi Mustafa Kemal’in, vatanın kurtarıcısı Büyük Ata’nın antlaşmayı imzalamak üzere kendisine gönderdiği tarihi kalemle, ayakta, biraz eğilerek, genel sekreter Massigli’nin önüne koyduğu antlaşmaya, 24 Temmuz 1923 tam saat üçü dokuz geçe imzasını attı.
“Tarihi an, işte o andı. İşte o andı ki, 24 Temmuz 1923 yılı Salı günü saat tam üçü dokuz geçe, İsmet Paşa’nın attığı bu imza ile, Osmanlı İmparatorluğu tasfiye edilmiş ve yeni Türkiye devleti kurulmuş oluyordu! Aynı zamanda 9 yıllık genel Avrupa savaşı, o imzanın atıldığı anda, 24 Temmuz 1923 Salı günü saat tam üçü dokuz geçe bitiyordu.
“Herkes meraklı gözlerle İsmet Paşa’nın imza atışını takip ediyor. Salonda çıt yok. Sol taraftakiler sükunetle, Türk delegeler heyetinin antlaşmayı, sözleşmeleri, beyannameleri imzalayıp bitirmesini ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar.
“(…) Türk heyetinin anlaşma ile eklerini, protokollerini imzalaması yedi dakika sürdü.”
Lozan’da ilk imza İsmet Paşa tarafından saat 15.09’da atılıyor ve aynı gün saat 17’den itibaren Türkiye’de Ankara, İstanbul, İzmit, Diyarbakır, Sarıkamış, Erzurum ve Adana’da 101 pare top atışı ile Türkiye’nin ulusal bağımsızlığı kutlanıyordu.
Ali Naci Karacan, Konferansa katılan Fransız Baş Delegesi General Maurice Pellé’nin İsmet Paşa’ya ilişkin sözlerini şöyle aktarıyor:
“İkinci konferansta İsmet Paşa ile en çok mücadeleye mecbur kalan General Pellé olmuştu. Buna rağmen Fransız generali Türk generaline hayrandı:
“Mükemmel bir asker olduğu kadar, mükemmel bir diplomat! Az söylüyor, fakat özlü söylüyor. Bir şeye ‘olmaz!’ dediği zaman biliyorsunuz ki o şey ‘olmaz’dır. Artık onu yaptırmamaya uğraşacaktır. Onun için görüşmelerde ‘Peki, kabul ediyorum’ dediği zaman rahatlık duyardım. ‘Hayır…’ dediği zaman ise büyük bir mücadelenin başlamak üzere olduğunu anlardık.”
Ali Naci Karacan, İtalyan Baş Delegesi Marki Camille Garroni’nin İsmet Paşa’ya ilişkin sözlerini de şöyle aktarır:
“İtalyan başdelegesinin fikri de şu idi:
“Lozan Konferansında Türk delegasyon heyetinin üstünlüğü kesin idi. İsmet Paşa her itibarla konferansa hakimdi. Görüşmeleri daima iyi idare etti. Karşısındakilerin zayıf noktalarını buldu. Bilgi ile, anlayışlılık ile, zeka ile mücadeleden yılmayarak uğraştı. İsmet Paşa, büyük askeri başarısından sonra Türk tarihinde örneği olmayan bir siyasi zafer kazandı. Yalnız mükemmel bir asker değil, mükemmel bir diplomat olduğunu da gösterdi. Ben şahsen onun bu konferansta oynadığı büyük siyasi role hayranım.”
Ali Naci Karacan, Lozan Konferansı’nı izleyen yabancı basının konferans ve Türkiye değerlendirmelerini ise şöyle aktarır:
“Nihayet Paris ve Londra gazeteleri Lozan’a geldiler. Hepsi “Türkler büyük bir siyasal zafer kazandılar” başlıklarıyla donanmışlardı. Bir takım Fransız gazeteleri antlaşmayı Fransa için bir yenilgi olarak düşünüyorlar ve “Türk heyeti diğer heyetlere üstün ve konferansa hakimdi” sonucunu çıkarıyorlardı. İngiliz gazetelerinin hepsi Türk heyetinin başarılarını anlatan makalelere boğulmuşlardı.
Yunan basını,
“Türkler Mondros Anlaşmasını yırttılar ve müttefikleri hezimete uğrattılar” diyorlardı.
18 Temmuz 1923 tarihli “Times” Gazetesinin Başmakalesinde ise şu çarpıcı saptamalar dile getiriliyordu:
“Yapılan barışın genel çehresi meydana çıkmıştır: Batı ile Türkiye arasında yeni bir ilişki şekli ortaya çıkmaktadır. Artık eski günler geçmiştir. Türk memleketlerinde Avrupa devletleri tarafından iddia ve temin edilen ayrıcalıklarla hükümdarlık yönetimi ve sultanlar devri kapanmış, Türklerin batı devletlerine ait rekabetler arasında garip ve belirsiz bir varlık olduğu günler maziye [geçmişe] karışmıştır. Genç Türkler tarafından vaktiyle uygulanan Meşrutiyet [hükümdar yönetimindeki parlamento sistemi], bu konumlarda pek az değişiklik yapmıştı. Şimdi meydana gelen değişiklik ise çok büyüktür. Lozan Konferansında cereyan eden durumlarla, davranışlarla Türkiye büyük devletlerle aynı ayak üzerinde konuşmuştur.
“Bu konferansta Türkiye tam egemenlik ve bağımsızlık noktasında ısrar etmiştir. Artık bu devlet kendi başına yürümek istemektedir. O derece ki, hatta bütün çağdaş uluslar arasında bağımsızlığın bir diğerine bağlılığı zorunluluğunu bile tanımak istememektedir. Kapitülasyonlar artık maziye karışmıştır. (…)
“Maziyi arayabiliriz, fakat onu iade edemeyiz.”
Konferansın bitiminden bir ay sonra İsviçre’de İnterlaken’de toplanan Amerikan Konsolosluk memurlarına yaptığı konuşmada John Grew, konferansın ikinci evresinin başlıca olaylarını anlatırken, İsmet Paşa ve Türkiye’nin başarısına yol açan etkenleri şöyle sıralıyor:
“Basın haberlerinden hepiniz öğrenmiş bulunuyorsunuz ki İsmet Paşa Lozan’da büyük bir diplomatik zafer kazanmıştır. Bütün Müttefik diplomatların sırtını yere getirmiştir. Bu olayı inkar etmenin yararı yoktur. Bu tamamen doğrudur ve kolaylıkla açıklanması mümkündür. Belki bu, tarihte kazanılmış en büyük zaferdir ve daha başlangıçta İsmet Paşa’nın bütün kozları elinde bulundurmasıyla sağlanmıştır. Daha işe başlarken elinde dört as vardı ve bunlar anlaşmayı sağlayan yararlı temeller oldu. Birincisi, arkasında zaferden yeni çıkmış bir ordu bulunuyordu ve bu, Sevr Anlaşması sırasındaki Türk ordusundan daha başkaydı.
“İkincisi, ordu çok iyi denebilecek bir durumda ve her an savaşa girmeye istekli bir halde idi. Üçüncüsü, büyük ülkelerden hiçbirisi savaş istemiyor, İsmet Paşa’da bunu biliyordu. Dördüncüsü, Müttefikler diplomatik görüşmelerde bile sıkı ve bileşik bir cephe kuramıyorlardı. Daha çok çıkar elde etmeye çalışacak yerde, her devlet her şeyden önce kendi yanındakinden kuşkulanıyordu, hiçbiri genel ve ortak bir plan hazırlayıp bunu her güçlüğe göğüs gererek gerçekleştirmeye yanaşmıyordu.”
Lozan Konferansına ilişkin bir çok değerlendirme yapılabilir ve yapılmıştır. Bu değerlendirmelerden Erdal İnönü’nün saptamalarını izleyelim:
“Önce çıkarılacak dersler konusunda hemen akla gelen bir iki değerlendirme yapayım:
Babam, Curzon’un bu uyarısını hiç unutmadığını ve Atatürk’ün yanında geçen tüm başbakanlık döneminde batının zengin ülkelerinden borç istememeye özen gösterdiğini anlatırdı.
c) Başka bir önemli ders var. Lozan antlaşması, cephede kazanılan bir savaş sonrasında bir yıl içinde kalıcı barış getiren nadir antlaşmalardan biridir. İkinci dünya savaşından sonra anlaşmalı bir barışa varmak için ne kadar zaman beklemek gerektiğini gördük. İsrail–Filistin anlaşmazlığı, Irak–ABD savaşı, Kıbrıs anlaşmazlığı, yıllardır uğraşılmasına karşın tarafların anlaştığı bir ortama hâlâ erişemedi.
Kuşkusuz, barışı elde etmek için iki tarafın kesin iradelerini ortaya koymaları gereklidir. Bununla birlikte uygun ortam ve fırsatı kaçırmamak da önemlidir. Lozan Konferansı sırasında heyetimiz, karşımızdaki tüm ülke temsilcileriyle çetin müzakereler yapmış, haklı isteklerimizi kabul ettirmek için sonuna kadar uğraşmış, ama barışa erişmek için gereken esnekliği göstermekten de çekinmemiş ve bir uzlaşmaya zamanında varmıştır.”
19 Aralık 1922
Aziz kahramanım, reisim ve kardeşim.
Özlemimin derecesini ifade edemem. Anadolu’da aylarca görüşemediğimiz zamanlar olmuştu. Ama kendimi bu kadar uzak ve istediğim zaman hemen sizi bulamaz görememiştim. İstediği zaman sizinle konuşmak ve buluşmak ihtimali bile biz insanların en büyük kuvveti olduğunu bir daha tecrübe ediyorum.
Konferansın çalışma özelliklerini 10 Aralık’a kadar takdim ediyorum. Bu çalışmaya hazırlanmak için çok çalışılıyor. Şimdi ben 15 Aralık akşam raporunu bitirdim. Bu mektubu yazıyorum ki saat sabahın dördü oluyor. En uzun çalışmak yorgunluğunda senin bir hâtıranı anlatmak yeni bir hayat kudretindeki tesiri yapıyor. Benim güzel paşam, bilmezsin bu anda ne kadar özlemim ve üzüntüm vardır.
(…)
Kelimeler çok eksik ve içim hiç tatmin edilmemiştir.
İsmet
Bu mesaja Gazi Mustafa Kemal’in bir hafta sonra verdiği yanıt:
Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan
Lozan’da İsmet Paşa Hazretlerine
26 Aralık 1922
Mektubunu derin bir özlemle okudum. Kuryeyi kaçırmış idim. Ayrıntılı bir mektupla cevap verecektim. Kalbimde yankılarını duydukça ne kadar mutlu oluyorum: Aynı özlem derecesiyle seni ne kadar göreceğim geldiğini bilmem tahmin edebilir misin? Parlak bir başarılı sonuçla şerefli dönüşünüzü düşünerek avunuyorum. Orada kazandığın saygın konumu ve dünyaya gösterdiğin kudret, zekâ ve yaraşırlığı mutlulukla izliyorum.
(…) Betimleyemeyeceğim bir aşkla ve hasretle gözlerinden öperim çok sevgili kardeşim İsmet.
Başkumandan Mustafa Kemal
Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan
Lozan’da İsmet Paşa Hazretlerine.
26 Aralık 1922
1-Garroni’nin gala ziyafetine aid ayrıntıları büyük haz ve iftiharla okudum. Eyidir. Bu neticeyi alan zekâ ve [ulusumuzu başkalarıyla] bir ve denk tutan tutumunuzu bu münasebetle takdir ve tebrik ederim.
(…) Hasretle gözlerinden öperim kardeşim. 26/12/38
Başkumandan
Mustafa Kemal
Başkumandan Gazi Mustafa Kemal’den
Lozan’da İsmet Paşa Hazretlerine
Ankara, 14 Ocak 1923
5 Kasım tarihli mektubunu aldım. Yazıların beni çok duygulandırıyor. Kalbimde her gün derinleşen muhabbetini betimlemek için kelime yoktur. Hasretle, aşkla gözlerinden öperim. Görüşeceğiz hem mesut günlerde. Onu da sen temin edeceksin. Yarın orduları teftişe çıkıyorum. Aynı zamanda bu seyahati siyasi dahi kılacağım. Halkla yakından ayrıntılı görüşeceğim. Mecliste durum şimdilik sağlamlaştırılmıştır. Beni özel bir şekilde bir tatil yaparak aydınlat güzel, sıcak kardeşim.
M. KEMAL
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması üzerine Gazi Mustafa Kemal’in İsmet Paşa’ya gönderdiği mesaj:
Lozan Türk Delegasyonu Başkanı ve Dışişleri Bakanı
İsmet Paşa Hazretlerine
Ankara, 24 Temmuz 1923
İvedidir
Ulus ve hükümetin Zât-ı devletlerine verdiği yeni görevi başarıyla tamamladınız. Memlekete bir dizi yararlı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu def’a da tarihi bir başarıyla taçlandırdınız. Uzun mücadeleden sonra vatanımızın barış ve bağımsızlığa kavuştuğu bugünde parlak hizmetlerden dolayı Zât-ı devletlerinizi, muhterem arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve çalışmanızda size yardım eden bütün heyet delegelerini teşekkür borcumla tebrik ederim.
Gazi Mustafa Kemal
Gençliğin gösterisinden pek memnun oldum. Lozan Antlaşması imzası gününün ulusal bayram sayılmasında isabet vardır. Lozan Barışı Türk tarihinin bir dönüm noktasıdır. Türk ulusu için siyasî bir zafer teşkil eden bu antlaşmanın Osmanlı tarihinde benzeri yoktur. Ulusumuz bununla haklı olarak övünebilir ve Türk ulusunun yüksek bir eseri olan bu antlaşmanın yüksek değerini takdir etmesi gereken gençliğin bunu geçmişte imzalanmış antlaşmalarla karşılaştırması etmesi gerekir.
Bu münasebetle Lozan görüşmelerinde her türlü siyasi mücadelelere göğüs gererek sonucu almada büyük bir beceriklilik göstermiş olan İsmet Paşa Hazretlerini saygıyla anmak görevimdir.
25.7.938
D.Bahçe
saat 17.
“[Atatürk]Bugün kendine gelince:
“Lozan günü idi; Kendisini büyük takdirle, muhabbetle düşünüyorum. Tebrik ederim. O da ben de rahatsız, fena günler geçiriyoruz. O günü hatırlayorum. Karşılık vermeye kalkışmasın, yorulmasın. Vedit arzetsin.”
Bu mesaja yanıt olarak Atatürk’e gönderilen mektup:
Büyük Sevgili Atatürk
Lozan günü vesilesi ile iltifatınızı söyletmek lütfunda bulundunuz. Kendi ızdırabınızı unutarak bana yeniden sağlık, mutluluk verdiniz. Teşekkür ve gönül borcumu kabul buyurunuz.
Velinimetim Atatürk.
Katiyen eminim ki bu hastalık günlerini geçireceğiz. Siz, bütün afiyet ve neşenizle ve şerefle daha çok uzun seneler ulus ve memleketi idare buyuracaksınız.
Derin saygıyla ve dayanılmaz bir özleyişle, ellerinizden öperim velinimetim…
26.7.1938
* Gerek Lozan (Lausanne) gerekse önceki konferanslarda Türkiye’nin muhatabı olan “müttefik devletler” esasen İngiltere, Fransa ve İtalya ve bu ülkelerin güdümündeki Yunanistan’dır. Özel olarak Lozan Barış Antlaşmasını imzalayan ülkeler ise, Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ve Romanya’dır. Ek sözleşme ve protokollerde imzası bulunan ülkeler ise SSCB, Belçika, Portekiz ve Bulgaristan’dır. Lozan Konferansının bitiminden sonra, yine Lozan’da Türkiye ile ABD arasında da bir antlaşma imzalanmış ancak ABD Kongresi bu antlaşmayı onaylamamıştı.
* Erdal İnönü, Lozan Konferansında İsmet Paşa’nın yazışmalarına ilişkin şu açıklayıcı bilgileri aktarıyor: “(…) Kimi zaman günde 10–15 telgraf Lozan’la Ankara arasında gidip gelmiştir. Konferansın 77 gün süren birinci döneminde (20 Kasım 1922–4 Şubat 1923), İsmet Paşa’dan Ankara’ya 320 telgraf, Başbakan Hüseyin Rauf Beyden İsmet Paşa’ya 388 telgraf çekilmiştir. 23 Nisan’dan 24 Temmuz’a [1923] kadar süren ikinci dönemde de İsmet Paşa’dan Başbakanlığa 354, Başbakan’dan İsmet Paşa’ya 395 telgraf gönderilmiştir.
Konferans sürerken, her akşam yemekten sonra İsmet Paşa oteldeki odasına çekilip günün olay ve müzakerelerini anlatan telgrafını yazmış, sonra gece telgraf metni şifrelenip Ankara’da, başbakan adresine çekilmiştir. İsmet Paşa’nın haberleşmesi hemen tamamen başbakan Rauf Beyle olmuş, Meclis başkanı Atatürk’e başbakan sürekli bilgi vermiştir. Birkaç istisnai halde İsmet Paşa doğrudan doğruya Atatürk’le haberleşmiştir.”