1966’nın sonbahar ayları. İTÜ’de 3. sınıfta çok mutsuz ve tatminsiz bir mühendislik öğrencisiyim. TÜBİTAK danışmanım Fikret Kortel “ODTÜ ye git Fizik oku, orada Erdal İnönü, Cahit Arf ve yurt dışından gelip giden Feza Gürsey ve yabancı hocalar var” diyerek bende fitili yaktı. Tam da o günlerde Beyoğlu Devlet Tiyatrosunda Oppenheimer Olayı üzerine bir oyun seyrettim:
ve dünyam allak bullak oldu. Aynı zamanlarda Oktay Sinanoğlu ilk TÜBİTAK Bilim Ödülünü almak için Ankara’ya gelmişti. Kendisiyle de görüşürüm umudu ile Hakiki Kamil Koça atlayıp Ankara’ya gittim. Sinanoğlu’ndan randevu alamadım. ODTÜ yerleşkesine geçtim. İlk defa o mekandayım. Her şey İTÜ den çok farklı. Sanki başka bir planetteyim. Yeter Göksu’nun deyimiyle “sihirli bir dünya” dayım. Öğle vakitleri, şapşal şapşal afallamış bir şekilde etrafta dolaşıyorum. Bir baktım karşıdan geliyor. Yemekhaneden çıkmış olmalı, Dekanlık Ofisine gidiyor. Seneler sonra aynı merdivenlerde resim çektirdiğim tamda şu basamaklarda kendisini durdurdum:
ve dedim ki “ben bir İTÜ mühendislik öğrencisiyim, mutsuzum, tatminsizim, ODTÜ Fiziğe transfer etmek istiyorum”. Hani ben bir “hoş geldin, bu ne güzel bir fikir “ gibi beni yüreklendirecek davranış beklerken Erdal Bey o sakin tavrıyla sadece şunu söyledi: “İngilizce yeterlilik sınavını geçersin, sonra bize katılırsın”. Bu kadar! Çoban Sülü’nün bu videoda Baba İnönü için ettiği şu söz demek ki kalıtımla oğul Erdal Bey’e de geçmiş:
“liyakata önem verir, hatır gönül dinlemezdi…”
Bende İngilizce ne arar, ama Almancam iyi idi, artı önümde iki ay vardı… Yuluğ Tekin Kurat‘ın başkan olduğu jürinin sınavından “fen derslerini takip edecek kadar İngilizcesi var” raporu ile ODTÜ’ye ilk adımımı atmıştım.. Aynı videoda Yeter Göksu da baba-oğuldaki ortak şu özelliğe dikkat etti:
“onu değerlendirmek , anlatmak kolay bir şey değildir…az ve öz konuşurdu..söylediğimiz bir şeye ne tepki verdiğini bilmezdik..”
Zamanlardan Mayıs-Haziran 1969 ayları. Feza Bey’in Gell-Mann’ a yazdığı tavsiye mektubu ile Erdal Beyin okulu Caltech Teorik Fizik Dr a programına kabul edilmişim. Yine Feza Beyin tavsiyesi ile o senenin AID Bursu Rektör Kemal Kurdaş‘ ın odasında bana verilmişti. Gelin görün ki bu burs ABD’ye ayak bastığım anda başlayacak ama bende yol parası ne gezer. Dekan Erdal Beyin odasına gittim ve durumu anlatarak “beni asistan alır ve geri dönüp mecburi hizmet yapmam karşılığında bana okuldan yolluk çıkarabilir misiniz?” demem üzerine “bu çok bürokrasi gerektirir” deyip cebinden çıkardığı parayı bana uzattı ve “al bunu ve bir an önce git” demiştir… Sonradan anladım ki gelmekte olan öğrenci hareketlerini öngörmüştü Erdal Bey. Nitekim kısa bir süre sonra ODTÜ kapandı. Erdal Beyin okulu Caltech e vardığımda bana sorulan ilk soru “ İnönü nasıl? ” idi. Biliyorsunuz Erdal Bey Doktorasını Caltech de İstatistiksel Fizik de yapmış, ardından Princeton a gitmiş ve orada artık bir klasik olan Matematiksel Fizik deki İnönü – Wigner Group Contraction çalışmasıyla bilim tarihine geçmiştir. Kısacası, yukarıda yazılanlar benim bilimsel soyağacımın Türkiye köküdür..
Bu şekilde Caltech de başlayan Amerikan maceram devamla, Stanford üzerinden, Fizikten Matematiğe Berkeley de kararlılığa ulaşması da, AID bursumun transferi için artık rektör olan Erdal Beyin yardımı ile gerçekleşmiştir. Ankara’ya telefon ettim: ” Caltech bana göre değil, Matematik de devam etmeye karar verdim, benim transfer kağıdımı imzalar ve AID bursum için gerekenleri yapar mısınız” demem üzerine, sorgusuz sualsiz Erdal Bey “tamam olur, sen çalışmalarına bak” demiştir. O buhranlı günlerimde (bir de başımda Texsaslı Cindy olayı var ki hiç sormayın…), Erdal Beyin bu anlayışının ve yardımının ne demek olduğunu ve benim için nasıl bir kurtuluş yolu açtığını ben burada sizlere kelimelerle anlatamam… Tabi o arada Yale deki Feza Hocamı çok üzmüştüm ama sonradan onun da gönlünü alabilmiştim… Feza Beyin referansını kirletiyor ve Erdal Beyin okulunu terk ediyordum… Onlara daha kötü ne yapabilirdim? Erdal Beyde ne şikayet vardı ne sitem, yani Feza Bey ne kadar duygusalsa Erdal Bey o kadar gerçekçiydi…
Onları özlememek mümkün değil!
Işıklar içinde uyusunlar…
y.a.
Not 1: 2 sene sonra Ankara’ya anamı ilk ziyarete geldiğimde, direk verirsem almayacağını bildiğimden, o bilet parasını Metin Gürses vasıtasıyla Erdal Beye geri iade ettim.
Not 2: Trabzon’da 1979 Nato Konferansında verdiğim “Expository Lectures on Gauge Theories” notlarını Erdal Bey yazmamı istedi. Bu bana maddi borcumu ödedikten sonra Erdal Beye olan manevi borcumu ödeme fırsatı da yaratıyordu. Erdal Bey farkında olmadan Fizikte ilk Matematiksel Gauge Teorisi makalesinin yazılmasına neden olmuştu… O makalenin hikayesini şuradan okuyabilirsiniz.
Not 3: İsminin anonim kalmasını isteyen mühendis-bilim adamı bir dost benimle aşağıdaki anısını paylaştı, ben de şimdi sizlerle paylaşıyorum:
Sevgili Yılmaz Bey,
“anılarımdaki John David Jackson” yazınız, bana, Erdal İnönü ile olan ilginç bir anımı anımsattı.
Doktora yaparken, bölüm dışı aldığım matematik dersi Fonksiyonel Analiz dersinden FF alarak kalınca, meslek derslerimi ihmal edecek kadar çok çalıştığım bu dersi yeniden alıp notunu yükseltmemin olanaksız olduğunu gördüğümden, yerine, Fizik Bölümünde, Erdal İnönü’nün verdiği, Fizikçiler İçin Matematik dersini almıştım. Aklıma takılan, yanıtlayamadığım bir soruyu, dersten sonra, Erdal Bey’e sormuş; o da, bir sonraki dersten sonra, bana yanıtını vermişti. Bundan sonra yaptığı ilk sınavda, bu soruyu sorunca, kendi kendime, dersine, ilginç bir soru soracak kadar çok ilgi gösterdiğim için, beni ödüllendirdi diye düşünmüştüm. Şimdi ise, ilginç bir soru sorabilmenin, ilginç bir soruyu çözmek kadar önemli olduğuna inandığı için böyle yaptığına inanıyorum. Erdal Bey’in ne düşündüğünü artık bilemeyiz; ancak, çok ender olabilecek bir olayı yaşadığıma eminim:
Girdiğim sınavdaki sorulardan birini ben sordum, yanıtlayamadığım bu soruyu öğretmenim çözdü, notu ben aldım!
En iyi dileklerimle, sevgi ve saygılarımı gönderiyorum.
xxxx 9 Haziran 2016
Not 4: Son olarak, işte Cihan Saçlıoğlu’nun kaleminden Erdal Bey, daha güzel anlatılamazdı.