Filiz (Menteşe) Gencer – 28 Mayıs 2018
Sunuş
1931 yılındaki Bulgaristan’a Hazine-i Evrak’ın bir bölümünün hurda kağıt niyetine satışı olayı, aradan geçen onca yıldan sonra sadece akademik yazılarda değil, günlük gazetelerde de ele alınmaya devam eden bir konu. Bu yazıda, çok büyük kayıplara yol açan bu acı ve talihsiz olay, öncesi ve sonrasıyla, tüm yönleriyle ele alınmaya çalışılmıştır.
Arşivlerin Kısa Tarihçesi (1)
Osmanlı Dönemi
Osmanlı Devleti’nin, kuruluşundan itibaren resmi belgelerin defterlere işlenmesi ve korunması konularında, müsveddelerini dahi saklayacak kadar titiz davrandığı biliniyor. Yine de nice savaş ve doğal afetlerin verdiği zararların yanısıra bilgisizlik, kasıt, ihmal ve saklama koşullarının elverişsizliği gibi nedenlerle pek çok belge yok olmaktan kurtulamamış. Örneğin, Osmanlı’nın ilk başkenti Bursa’daki arşivin Timur’un Anadolu’yu istilası sırasında yok edilmesi nedeniyle Fatih öncesi döneme ait günümüze çok az sayıda belge ulaşabilmiş. Aynı şekilde, Fatih ile Kanunî dönemleri arasındaki yüz yıldan bugüne kalabilen belge ve defter sayısı birkaç yüz ile sınırlı.
İstanbul’un fethinden sonra evrak mahzeni olarak önce Yedikule, ardından Atmeydanı kullanılmış. Sultan III. Ahmed’den sonra padişahların İstanbul’a yerleşmeleriyle Topkapı Sarayı inşa edilince belgeler Hazine-i Âmire ve Enderûn-ı Hümâyûn’a taşınmış. Tanzimata gelindiğinde evrak hazine dairelerine sığmaz olunca, çare olarak Bâb-ı Âlî civarında Sultanahmed Meydanı’ndaki bazı binalar evrak mahzeni niyetine kullanılmış. Savaşlarda yenilgilere paralel gelişen ekonomik daralmalar ve idarî yapıdaki değişiklikler, durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirmiş. Devletin arşivi artık sandık ve torbalar içinde, birbirinden dağınık binalardaki elverişsiz rutubetli mahzenlerde saklanır olmuş.
Merkezi arşivin yok olmaktan kurtarılması Sultan Abdülmecid zamanına rastgeliyor. 1845 yılında önce bir tasnif çalışması yapılarak Osmanlı Devleti’nin merkezi devlet teşkilatına ait Divan-ı Hümayun, Sadrazamlık ve Defterdarlık gibi arşiv malzemesi düzene sokulmuş. Devlet arşivi için bir teşkilatın kurulmasına ve bu arşivin saklanacağı modern bir binanın inşasına karar verildiği yıl 1846. Bu yıl, ülkemizde modern arşivciliğin miladı kabul edilir. Sultan Abdülmecid’in bu yeni teşkiltat için uygun gördüğü ad, Hazine-i Evrak’dır. Bu tarihten yüzyıl önce, ilk kez Sultan III. Mustafa (1757-1774) zamanında Ordu Divan’ında yayınlanan bir fermanda rastlanan merkezi arşiv malzemesi için hazine-i evrak (devletin hazinesi) nitelemesi, bundan böyle arşivin resmi adı olacaktır.(2)
İmparatorluğun tek arşivi Hazine-i Evrak değildi. Devlet, Merkezi yönetimin yanısıra Taşra teşkilatlarından da belgelere aynı özeni göstermelerini talep etmiş; Beylerbeyleri, kadı ve hakimlere defter tutma zorunluluğu getirmiş. Beylerbeyi arşiv sandıklarından Osmanlı Arşivi’ne belge intikal etmemiş ve imparatorluğun dağılması sonrasında kurulan yeni devletlerin elinde kalmıştır. Kadı ve hakimlerin kararlarını defterlere kaydedip bu defterleri bir sonraki görevliye devretmekle yükümlü kılınmaları sayesinde ise günümüz Şer’iyye Sicilleri koleksiyonları ortaya çıkmıştır. Tanzimat sonrasında hazine-i evrak örnek alınarak nezaretler ve bağlı kurumların bünyesinde de ayrı arşivler oluşturulur.
İkinci Meşrutiyet dönemine gelindiğinde, arşiv malzemesinin tarih ve çeşitli bilim dallarının hizmetine de sunulması gerektiği düşüncesiyle Tarîh-i Osmanî Encümeni kurulur ve Tarîh-i Osmanî Mecmuası yayınlanmaya başlanır. Arşivlere tanınan bu yeni işlevlere parallel olarak arşiv malzemesinin tasnifine de hız verilir. Bu dönemde, Topkapı Sarayı ve Sultanahmed civarındaki mahzenlerde kalmış toplam 518 araba yükü arşiv malzemesinin tasnif edilmesi görevi, Tarîh-i Osmanî Encümeni Reisi Abdurrahman Şeref Bey’e verilir. Abdurrahman Şeref Bey başkanlığında kurulan heyetin çalışmaları 1910 yılından 1914’e kadar sürmüş, bu tarihte Abdurahman Şeref Bey’in talebiyle bu görev Hazinei Evrak’a devredilmişti.(3)
Bu döneme ilişkin söz edilmesi gereken önemli bir diğer arşiv, II. Abdülhamit devrinde (1876-1909) Yıldız sarayında oluşturulan arşivdir. II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi üzerine 1911 yılında başlayan Yıldız sarayı arşiv evrakının tetkik ve tasnifi ile birikmiş jurnallerin tasfiyesi işi 1914 yılında tamamlanarak, 800 sandık dolusu evrak Sadâret Hazîne-i Evrak Dairesi’ne devredilmiştir. Bu tasnif çalışması, İbnülemin Mahmud Kemal (İnal)’ın emeğinin ürünüdür.(4)
1914 yılı başlarında Bâb-ı Âlî Hazine-i Evrakı’yla Hariciye, Şûrâ-yı Devlet ve Dahiliye daireleri arşivlerinin birleştirilmesi için çalışmalara başlanırsa da, 1. Dünya Savaşı bu girişime engel olur. Osmanlı Devleti’nin ortadan kalkmasından sonra bu nezaretlerin ve bağlı devlet dairelerinin arşivleri Hazine-i Evrak’a devredilir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında arşivler büyük zarar görür; pek çok belge kaybolur veya satılır, bir kısım arşivler de kullanılamaz hale gelir. Bu dönemde oluşan tahribata ilişkin ibret verici bir anı, 1931 yılındaki hazine evrakının Bulgaristan’a satışını kamuoyuna ilk duyuracak olan İbrahim Hakkı Konyalı’ya ait:
(“..Abdurrahman Şeref Bey’in 518 araba ile Hazine-i Evrak’a naklettirdiği evrak).. bir süre Ayasofya’nın üst galerisinde tasnif edilmeye başlanmıştı. Ancak Alman İmparatoru Wilhelm’in İstanbul’a geleceği ve Ayasofya’yı gezeceği haberi üzerine küreklerle merdiven boşluğuna atılmıştı. Evrak güvercin pislikleri ve yağmur suları altında günlerce kaldıktan sonra..”(5)
Burada İbrahim Hakkı Konyalı’nın sözünü ettiği ziyaret, Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm’in Osmanlı İmparatorluğu’na Sultan Reşat (V. Mehmet) zamanında, 1917 yılında yaptığı üçüncü ziyaret olmalı. (Daha önce 1889 ve 1898 yıllarında iki kez daha gelen Kaiser’in son seyahati, sadece İstanbul ve çevresiyle sınırlı kalmıştı.) Konyalı, anlatısının devamında, bu durumu gören ve evrakı inceleyen bir Bulgar Albay’ın, aradan 14 yıl geçtikten sonra 1931’de hükümetine bu evrakı satın aldırmış olması gibi pek inadırıcı olmayan bir spekülasyonda bulunuyor.
Mütareke sonrasında 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalinden sonra arşivler, müze ve kütüphaneler işgal kuvvetlerinin talanından kurtulamaz. Bu koşullarda dahi Osmanlı Devleti arşiv malzemesinin tasnifi faaliyetlerini devam ettirmeye çalışmış. Bu bağlamda anılması gereken çalışma, Aralık 1920’de Ali Emirî Efendi Başkanlığında başlatılan Bâb-ı Âlî Kütüphanesi’ndeki eski evrakın tanzim ve tasnifi işidir.
Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Dönemi
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları milli mücadeleyi başlatacak olan Amasya Tamimi’ni (Genelgesi) 22 Haziran 1919’da ilan ettiklerinde, Anadolu’ya ayak basalı henüz bir ay olmuştu. Türk ulusuna bağımsızlık ve eğemenlik yolununda çağrı yapan, direnişin ilkelerini bir protokol ve plan çerçevesinde ortaya koyan bu belge, ileride kurulacak Cumhuriyet Arşivi’nin ilk önemli resmi belgesi olsa gerek.
Amasya Tamimi sonrasında Sivas ve Erzurum Kongreleri’nden geçerek güçlenen Kuvay-ı Milliye hareketinin kendi Heyet-i Temsiliye’sini oluşturmasından 23 Nisan 1920 de Büyük Millet Meclisi’nin açılmasına kadar giden mücadele sürecinde pek çok belge daha üretilmiştir. Bu tarihinden itibaren yeni ulus- devlete ait ve Cumhuriyet Arşivine dönüşecek bir arşivcilik dönemi başlamıştır. Bu arşive, Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin kurulmasından saltanatın kaldırılmasına ve 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in ilanına uzanan yolda daha pek çok resmi belge eklenir.
Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Osmanlı arşivlerinin de yeni ulus-devletin hafızası, tarih ve kültür hazinesi olduğunun bilincindedir. Ankara’da kendi arşivini oluşturma sürecine parallel olarak İstanbul’daki Osmanlı arşivini koruyabilmek için de adımlar atacaktır.
Ankara Hükümeti, Cumhuriyeti İlan Etmezden Önce Osmanlı Hazine-i Evrakı’nı Koruyacak Arşiv Teşkilatını Kurmuştur
Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti, saltanatın ilgasından itibaren Osmanlı Arşivlerini koruma çabasına girer. Öncelikli hedefi, Hazine-i Evrak’la birlikte mülga sadâret evrakının ve eşyasının muhafazasıdır. Bunun için Cumhuriyet’in ilanını beklemez ve Lozan Barış görüşmelerinde yeni Türkiye’nin kaderini çizmek için savaştığı bir dönemde harekete geçer.
1 Mart 1923’de Başvekâlet Kalem-i Mahsus Müdüriyeti’ne bağlı Mahzen-i Evrak Mümeyyizliği kurulur. Aynı günün tarihini taşıyan ilk talimatname, “mülgâ kalemlerde kalan evrakın ilgililere buldurularak Mahzen-i Evrak’a konulması ve halen Hazine-i Evrak’ta mevcut bulunan evrakın mükemmel surette tasnif edilerek ehemmiyetle muhafaza edilmesi”ni emreder.(6)
Ankara Hükümeti bununla da yetinmez. Osmanlı Devleti zamanında Hazine-i Evrak Müdürü olan Mahmud Nedim Bey’i ve personelini yeni kurulan Mahzen-i Evrak Mümeyyizliğine tayin eder. Mahmut Nedim Bey emekli olduğu 1931 yılına kadar bu görevi sürdürecektir.
Mahzen-i Evrak Mümeyyizliği, zaman içinde farklı adlar alarak, statüsü ve örgüt yapısı değişerek günümüzü kadar gelmiştir. Bu daireye ilişkin ilk düzenlemeler 1927, 1929 ve 1933 yılarında yapılmış. Bundan sonra daha bir kaç kez daha statü ve yapı değişiklikliği geçirecek ve bugünkü yasal statüsüne 1984 yılında kavuşacaktır. Bu yıla kadar birbirinden bağımsız çalışan İstanbul’daki “Osmanlı Arşiv” Dairesi ile Ankara’daki “Cumhuriyet Arşivi” Daire Başkanlıkları,1984 yılından itibaren oluşturulan Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü çatısı altında biraraya gelmiştir.
Cumhuriyet yönetimi, kuruluşunun ilk yıllarında Osmanlı Devleti’nden miras kalan arşiv malzemesi dışında özel arşiv, müze ve kütüphanelerdeki kültür mirasını da korumak için adımlar atmış. Müze ve kütüphanelerin İstanbul’un işgali sırasında gördüğü zararlar ve onun da öncesinde XIX. Yüzyılın sonlarından itibaren bazı değerli yazmaların ve eserlerin yabancılara satılmış olması hafızalarda tazeydi. Cumhuriyet Hükümeti, 2 Temmuz 1924, 26 Ağustos 1925 ve 11 Ekim 1925’te tarihlerinde yayınladığı kararnamelerle, tarihi ve etnografik değer taşıyan malzemenin yurt dışına çıkarılması ve yabancılara satılmasını kesinlikle yasaklar. Bu kararnameler,Türkiye’de özel arşiv ve kütüphaneler ile ilgili yapılan ilk düzenlemeler. (7)
1931 Yılına Kadar Cumhuriyet Dönemi Tasnif Çalışmaları
Osmanlı döneminde Aralık 1920’de Ali Emirî Efendi Başkanlığında başlatılan Bâb-ı Âlî Kütüphanesi’ndeki eski evrakın tanzim ve tasnifi işi, Saltanat kaldırıldıktan sonra da, Cumhuriyetin ilk yılında da devam ettirilir. Nisan 1924’e kadar sürdürülen bu çalışmada beylikler döneminden Sultan Abdülmecid zamanına kadar olan süreyi içeren 180.000 civarında belge, padişahların saltanat süreleri esas alınarak tasnif edilmiştir.
Tasnif çalışmaları, Mayıs 1924’ten sonra yeni kurulan Vesâik-i Târîhiyye Tasnif Heyeti eliyle sürdürülür. Cumhuriyet yönetiminin bu Heyet’in başkanlığına getirdiği kişi, 1910- 1914 yılları arasında Yıldız Sarayı arşiv evrakının tasnifini yapan İbnülemin’in Mahmut Kemal. Mayıs 1926’ya kadar süren bu çalışmada Ali Emîrî Efendi’nin padişahlara göre yaptığı tasnif biçimi yerine, belgeleri konularına göre ayıran ve her konunun kendi içinde kronolojik bir sıra izlediği bir tasnif biçimi benimsenmiş (adliye, askeriye, bahriye, dahiliye, maliye, vs. gibi). Bu tasnifin, 1425-1873 yılları arasına ait 47 bin adet belgeyi içeren 29 ciltlik Osmanlıca kataloğu mevcut.(8)
1926 yılından – 1931 yılına kadar olan zaman diliminde tasnif işleri Hazine-i Evrak’ın az sayıdaki personeli ile Maarif Vekaleti’nden görevlendirilen personel eliyle yürütülmüştür.
1931: Bulgaristan’a Satılan Osmanlı Evrakı Olayı
Olayın Kısa Öyküsü:
Döneme ait gazeteler, anılar ve Başbakanlık Arşivler Genel Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmalar incelendiğinde, olayın oluş biçimi kısaca şöyle özetlenebilir:
1931 yılındaki olayı başlatan, bundan iki yıl önce Maliye Vekâleti’nden Defterdarlığa lüzumsuz evrakın satılması için gelen bir emir. Bunun üzerine Sultanahmet’te Bizans döneminden kalma ve Tanzimat’tan bu yana kullanılan evrak mahzeninde saklanan belgeler, konu ile ilgisi olmayan iki tapu memuru eliyle üstünkörü incelenir. “Yetkili, konuyu bilen ve belgelerin değerini takdir edebilecek hiçbir şahıs veya müesseseye danışılmadan” yapılan bu tasnif sonucunda, bir kısım belge için “günün maliye işleri ile ilgili olmayıp bir değer taşımadıklarına, hükümlerinin geçmiş olduğuna”, diğer bir kısmının da “boş kâğıt parçaları” olduğuna karar verilir. Çoğunluğu Maliye’ye ait evrak arasında askerî, malî, ticarî, siyasî, hukukî, edebî, sanayi, denizcilik ve bilim tarihine ait kıymetli pek çok belge olmasına karşın, 30 ila 50 ton evrak, değersiz kağıt niyetine okkası üç kuruş on paradan, fabrikalarında hamur haline getirilmek üzere Bulgaristan’a satılır. Balyalar halinde Sirkeci’de vagonlara yüklenirken dökülen evrakın bir bölümü daha sonra bunları toplayan çocuklardan satın alınınca olay duyulur. Osmanlı dönemi evrakının Bulgaristan’a hurda kâğıt olarak satılması ülkede büyük bir tepkiye neden olur. Saruhan Mebusu Refik Şevket (İnce) T.B.M.M.’nde soru önergesi verir. Maliye Vekili Mustafa Abdülhâlik (Renda)’nın açıklamaları kamuoyunu tatmin etmez. Gazetelerde büyük bir kampanya başlatılır. Basında ihmal suçlamalarının yanısıra bu işin bir tertip sonucu meydana geldiği çok yazılır çizilir. Söylentiler, 1929’da İstanbul’a gelip arşiv ve kütüphanelerde araştırmalar yapmış, eski Osmanlı Mebusu, Bulgar Panço Doref üzerinde toplanır. Doref’in, söz konusu evrakları görüp Bulgar hükümetine satın aldırttığı iddia edilir. Bulgaristan hükümeti uyarılıp evrakın hamur haline getirilmesi önlenir, iki yıl sonra 54 çuval kadar belge geri alınabilir.
1931 yılında yaşanan vahim olaya ilişkin bazı noktalara açıklık getirmek ve kaybedilen evraka ulaşmak ancak 1993 yılında mümkün olabilecektir. Bu tarihte Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü ile Bulgaristan Cumhuriyeti Bakanlar Konseyi Arşiv Genel Müdürlüğü arasında bir İşbirliği Protokolü imzalanır. Sonrasında Türk yetkililerinin Bulgaristan’da yaptıkları araştırma ve incelemeler, Bulgaristan’a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşivcilik Çalışmaları adıyla kitaplaştırılmıştır. Burada 1931’de yaşanan olaylar, öncesi ve sonrasıyla, en ufak ayrıntısına kadar verilmektedir. Yine aynı kurum tarafından 1994 yılında yayınlanan Bulgaristan’daki Osmanlı Evrakı adlı çalışma ise Bulgaristan’a intikal eden arşiv malzemesi üzerinde yapılan tasnif çalışmalarını, belgeler ve defterler bazında, Türkçeleştirilmiş fihrist ve kataloglar halinde araştırmacıların bilgisine sunmaktadır. (10)
Tarihi belgelerin Bulgaristan’a satılmasını “Şahıslardan kaynaklanan sorumsuzluk ve dikkatsizliğin veya iş bilmeyen ehliyetsiz kişilerin nasıl büyük kayıplara yol açabileceğini en kötü örneği” olarak kabul eden bu iki rapora göre, evrakın Bulgaristan ucundaki öyküsü şöyle:
1. 1931 yılında hurda kâğıt niyetiyle satışa çıkarılan belgeleri satın alan Bulgaristan hükûmeti değil, Bulgaristan’da Sofya yakınlarında Kostaneç kasabasındaki kağıt fabrikasının sahipleri İsviçreli Berger ailesidir.
2. 1929’da İstanbul’a gelen, arşiv ve kütüphanelerde araştırmalar yapan, Türkçeyi ve Osmanlı Türkçesini çok iyi bilen Panço Doref’in, bu olayda parmağı olup olmadığı konusunda birşey söylemek mümkün değil. Türk yetkililerinin Bulgaristan’da bu konuda yaptıkları incelemelere göre, olay sırasında Türkiye’de bulunan Panço Doref, satışla ilgili Türk gazetelerinde çıkan haberler üzerine “gelen malzemenin hurda kâğıt olmayıp, tarihî kıymeti hâiz Osmanlı belgeleri olduğu” konusunda kendi hükûmetini telgrafla uyarmıştı. Bulgar yetkililerince Türkiye’den kâğıt hamuru yapılmak üzere Berger firmasınca satın alınan belgelere Sofya tren garında el konması bu bilgi üzerine idi.
3. Bulgar hükümeti, söz konusu malzemenin tarihî belgeler olduğunu Viyana’da kanıtlattıktan sonra kâğıt fabrikasından satın alarak Cyril ve Methodius Kütüphanesi’nin Şarkiyat şubesinde muhafaza altına almıştı. Türk yetkililerinin bu belgeleri almak için girişimleri sonucu, evrakın bir bölümü 2 yıl sonra Türkiye’ye iade edilmiştir.
4. Belgeler, 1931yılından itibaren tasnif edilmeye başlanmış, öncelikle defter ve belge olarak ayrılmış, 1931-1939 yılları arasında sicillerin kataloğu hazırlanmış. 2. Dünya Savaşı sırasında Sofya dışına taşınmış ve savaştan sonra tekrar Cyril ve Methodius Kütüphanesine getirilerek şimdiki yerine konulmuştu.
5. Tamamı 1,5 milyon civarında olan belge ve defterlerin 21140 sayfa tutan 113 defterin mikro filmi temin edilerek Başbakanlık Devlet Arşivlerine kazandırılmıştır. Kalan belgelerin mikro filimlerinin temini için çalışılmalar sürmektedir.
Olayın Türk Kamuoyuna Duyuruluşu
1931 yılında Bulgaristan’a evrak satışının kamuoyuna nasıl duyurulduğu ve bu olayı duyuran kişiler açısından sonrasında ne gibi gelişmeler yaşandığı hakkında temel başvuru kaynağı, Türkiye’de çağdaş belediyecilik çalışmalarını başlatan, şehir tarihçisi ve İstanbul Şehremâneti arşivinin kurucusu Osman Nuri Ergin’in 1937 yılında kaleme aldığı “M. Cevdet’in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi” adlı çalışma.(11)
Osman N. Ergin’in anlatımına göre, İstanbul Belediyesi’ndeki odasında gazeteciler bulunduğu sırada, konu İstanbul Defterdarlığı’nın Maliye evrak hazinesini okkası üç kuruş on paradan Bulgaristan’a satmasına ilişkin duyumlara gelir. Bunun gazetelere yansımadığı yakınmaları karşısında odada bulunan Son Posta gazetesinin yazarı, tarihçi ve gazeteci İbrahim Hakkı (Konyalı), olayı inceleyip yazmaya karar verir.
4 Mayıs 1931 günü, Posta Gazetesi’nde İbrahim Hakkı imzalı “Okka ile satılan kıymetli evrak meselesi” başlıklı yazı Türk kamuoyunu ayağa kaldırır. Evrak mahzenden çıkarıldığı sırada olaya şahit olduğunu söyleyen İbrahim Hakkı’nın anlatımı şöyle:
“Oradaki koridor harman halinde dökülmüş kâğıtlarla dolu idi. Çenberliyorlardı. Arkada yüzlerce torba kâğıt yığılmıştı. O suretle ki içeri girmek mümkün değildi…Burada lâalettayin aldığım kâğıtların içinde altın yaldızlı mecmua parçaları, Silistre, Varna, Tuna vilayetlerine ait kalelerin tamirine zeamet, tımar vesikalarına, ulufenamelere, mutbak masraflarına, vakıflara ait birçok tarihî mülknameler vardı. Bunlar değersiz kâğıt parçaları değil, onbinlerce kuruş ve lira sarfiyle bile yerlerine konması mümkün olmayan vesikalardı.” (12)
Osman N. Ergin’inden olanları öğrenip, hemen Sultanahmet’e giden bir diğer kişi de eğitimci, tarihçi ve arşivci Muallim M. Cevdet (İnançalp)’dir. Muallim Cevdet, o sıralarda sağlık sorunları yüzünden Türkçe öğretmenliği görevinden 2 yıldır raporludur. Olayın gazeteler aracılığıyla sorumlu makamlara duyuruluyor olmasıyla yetinmek istemez ve doğrudan Başvekil İsmet Paşa’ya ulaşmaya karar verir. Başvekil’e hitaben 17 Mayıs 1931 tarihli, saygılı ama sözünü sakınmayan uzun bir mektup yazar:
“Askerî, Bahrî, Malî, Fennî, Ticarî, Siyasî, Hukukî, Sınaî, Edebî tarihimizin vesikalarını asırlardan beri saklıyan 25 kubbeli Sultan Ahmet hazinei evrakı faciasını gazetelerde okumuşsunuzdur. Me’mur komisyonunun Defterdar Beyde mahfuz teskeresine göre lüzumsuz zannedilen vesikalar satılığa çıkarılmış ve daha birçok defterlerin de imhasında mahzur olmadığı dercedilmiştir. Komisyon ilmi, medeni, harsi noktai nazardan değil, (muamelei resmiyeye yaramak ve yaramamak itibariyle) evrakı faideli ve faidesiz diye ayırmıştır. Rivayete göre dört yüze karip sandık ve balya dolusu vesikaları okkası üç kuruştan Bulgaristana satmıştır.Demek ki Türkiye’nin en zengin hazinei evrakının nısfı imha edilmiştir. Devletin koskoca müze idaresi, tarih encümeni ve sekiz on tarih ve arşiv mütehassısı olduğu halde kimsenin reyi sorulmamıştır..” (13)
Muallim Cevdet, mektubunun devamında Bulgarlara satılırken yere düşen ve kendisinin sokak çocuklarından 20 kuruşa satın aldığı vesikaları sıralar ve “Paşam elime geçen vesikaların yalnız unvanları hamiyetli yüreğinizi tutuşturmağa kâfidir” diye sürdürdür ve bu olayın zararlarından dönülmesi için Başvekil’den taleplerini sıralar.
Muallim Cevdet’in yazdığı mektubu bizzat elden teslim etmeyi İstanbul Mebusu Halil Etem Eldem üstlenir ve öncesinde Başvekil’e bir de telgraf gönderir:
“İstanbul’daki maliye hazine-i evrakından yüzlerce sandık vesika satılmıştır. Taşınırken sokaklardan toplanan ve çocukların ellerinden üçer, beşer kuruşa alınan vesikaların nümunelerini getiriyorum. Bu faciayı durdurmak için lazımgelen emrin müsareaten ita buyurulmasını ilim ve medeniyet namına ehemmiyetle rica ederim efendim” (14)
Bulgaristan’a evrak satışının gündeme düştüğü sıralarda, Başvekil İsmet İnönü çok yoğun bir çalışma içindedir. Görevinin olağan iş temposuna ilave olarak 10- 18 Mayıs 1931 tarihlerinde CHP’nin Üçüncü Büyük Kongresi toplanmıştı. CHP tarihinin en önemli kongrelerinden biri olan bu kongrede Devletçilik konusunun ele alınacak olması İnönü için ayrıca önemlidir. Yaklaşık 9 ay önce, 30 Ağustos 1930 tarihinde, Kayseri-Sivas demiryolunu hizmete açışında yaptığı konuşmada “mutedil devletçilik” deyimini kullanarak devletçilik kavramını ilk kez partinin gündemine getiren kendisi olmuştu. Çok uzun tartışmalardans sonra bu kongre, devletçiliği partinin altıncı ilkesi olarak kabul edecekti.
Muallim Cevdet’in mektubununu ulaştırmak için Ankara’ya giden Halil Etem Eldem’i bekleyen, işte bu yoğun tempo içindeki Başvekil’di. Sonraki gelişmeleri, Halil Etem Eldem’in Ankara’dan Muallim Cevdet’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz:
“Fazıl Azizim Cevdet Beyfendi;
Başvekil Paşa Hazretlerini Mecliste şöyle ayakta görebildim. Vesikaları takdim edeceğimi söyledim. Kendisi de benim telgrafımın Maliye Vekâletine verildiğini beyan etti. Fakat şimdi o kadar işi çok ki makamında rasgetirmek ve görmek kabil olmayacağını anladıktan sonra müsteşar Kemal Beye gittim ve vesikaları birer birer gösterdim, hâli anlattım. Paşa Hazretlerine takdim edecektir. Bunların iadesini rica ettiğinizi de söyledim. Pek iyi dedi.. Mamaafih bu işe İstanbul’da müfettişlerin vaziyet ettiklerini haber aldım. Belki bu cinayet devam etmez artık.“(15)
Bu cinayetin devam etmesi, çok kısa bir süre sonra Başvekil İsmet İnönü’nün kamu kurum ve kuruluşlara gönderdiği bir genelge ile engellenir:(16)
Ahiren İstanbul Defterdarlığında eski ve lüzumsuz diye satılan evrak arasında çok kıymatli bazı tarihî vesikalar bulunduğu anlaşılmıştır. Bilumum daireler evrak mahzenlerinde de bir çok kıymetli vesaik bulunacağı şüphesiz ve bunun takdiri ihtisas erbabına ait bulunduğundan gerek merkezde ve gerek Vilâyetlerdeki evrak mahzenlerinde bulunan muamelesi hitam bulmuş eski ve yeni bilcümle evrakın hiç bir bahane ile ve hiçbir suretle ziyaa uğramalarına meydan verilmemesi, bilâkis muhafazalarına itina edilmesi için icap edenlere tamimen emir ve tebliğ buyurulmasını ehemmiyetle rica ederim Efendim.
10/6/931
Başvekil İsmet
Başvekil İnönü’ye Yazdığı Mektup Sonrasında Muallim Cevdet’in Öyküsü
“Ben bu cesaretin neticesinde hükümetten bir tokat bekliyordum. Lakin..“
Muallim Cevdet’in Başvekil İnönü’ye yazdığı mektupta sıraladığı talepler arasında “tarihî evrak ve defter satışının men” edilmesi de vardı. Başvekil’in evrak satışını ve imhasını durduran 10 Haziran tarihli genelgesi, M. Cevdet’in mektubuna verdiği ilk yanıt sayılabilir.
İsmet Paşa’ya yazdığı mektuptan 17 ay sonra, Muallim Cevdet’in hiç ummadığı bir gelişme yaşanır. Bakanlar Kurulu’nun 8 Ekim 1932 tarihli kararıyla Başbakanlığa bağlı “Târihî Evrâk Tedkîk Heyeti” kurulur ve başkanlığına M. Cevdet getirilir. M. Cevdet’in bu atamaya ilişkin duygularını, Osman N. Ergin onun ağzından şöyle aktarmış:
“..evrakı resmiyei kadimenin Bulgaristana satılmasından dolayı, biliyorsunuz ya ben İsmet Paşa’ya telgraf çekmiştim.. Ben hükümetin icraatına karşı gelmiş ve adeta onları protesto etmiş oldum. Ben bu cesaretin neticesinde hükümetten bir tokat bekliyordum. Lakin hükümetin hüsnüniyetli ali cenaplığı, vatanperverliği ceza değil beni mükâfatlandırmakla taltif ediyor, doğrusu bu hale çok müteşekkirim ve istikbal için bende çok güzel ümitler uyandırdı.” (17)
Osman N. Ergin’in bu gelişme hakkındaki düşüncesi de şöyle:
“Fakat bu işde asıl büyük hizmeti İsmet Paşa hükümeti yapmış, hiç olmazsa kalan evrakı kurtarmış ve tasnif ederek ilim aleminin ve tarihçilerin istifadelerine arzetmek için 8/11/1932 tarihli İcra vekilleri kararı ile bir “Resmi ve tarihi evrak tasnif heyeti teşkil edilerek Cevdet de iş başına getirilmiştir.” (18)
Osman N. Ergin, “Bu heyeti teşkil etmekle ve tarihi evrakın ezeli aşıkı ve müdafili olan Cevdet’i bu işin başına getirmekle Cumhuriyet Hükümetinin ne büyük bir iş yapmış olduğunu” Cevdetin çalışma şekli hakkında verdiği talimat ve hatıra defterlerinden toplayarak ortaya koyduğu bilgilerin açıkca gösterdiğini anlatır.(19)
8 Ekim 1932’de tasnif heyetindeki görevine başlayan Muallim Cevdet, 1935 yılında sağlığı bozulunca istifa eder. Onun istifasından sonra da tasnif çalışmaları 1937 yılına kadar devam eder. “Cevdet Tasnifi” olarak bilinen bu çalışmada tasnif edilen belge sayısı 218.833.(20)
Cumhuriyet yönetimi, istifasından üç ay sonra onu bu kez “İstanbul Kütüphaneleri Tasnif Heyeti” başkanlığına tayin eder. Birkaç ay hasta olarak devam ettiği bu işe hastalığının artması nedeniyle gidemez ve Aralık 1935 de 52 yaşında hayata veda eder.
Bulgaristan’a Evrak Satışı Sonrasında İnönü Hükümet’ince Alınan Önlemler (1931-1937)
Cumhuriyeti kurmazdan önce ve kuruluşunun ilk fırtınalı yıllarında dahi Osmanlı arşivini korumak için gayret sarfeden Cumhuriyet yönetimi, karşılaştığı bu vahim ve talihsiz olaydan gerekli dersleri alıp arşiv malzemesinin korunması meselesini devletin en üst düzeyinde yeniden ele alacaktır.
Bu amaçla atılan adımlar, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün çalışmalarına dayanarak şöyle özetlenebilir: (21)
1. Olayın hemen ertesinde Bulgaristan hükümeti uyarılmış ve satılan evrakın kağıt hamuru olması engellenmiş; belgelerin geri alınması için diplomatik girişimler başlatılmıştır. Bu girişimler sonucu, iki yıl sonra bir miktar belge Türkiye’ye iade edilmiştir.
2. Tarihî arşiv evrakının değerinin takdiri işinin uzmanlarınca yapılmasını, hiçbir nedenle ve biçimde mevcut evrakın kaybına sebebiyet verilmemesini öngören 10.6.1931 tarihli genelgenin, “en yetkili Makamca tamim edilmiş olması“, evrak imhasının ve satışının önüne geçilmesini sağlamıştır.
3. Bu olaydan sonra Ayasofya civarındaki depolarda korumasız ve elverişsiz koşullarda saklanan evrak olduğu öğrenilmiş, Başvekalet’in Maliye Bakanlığı’na 18 Ağustos 1931 tarihli yazısı ile bu evrak Topkapı Sarayı’na taşınarak daha iyi şartlarda koruma altına alınmıştır.
4. Bâb-ı Âlî’deki Sadâret evrakının tasnifi konusu yeniden gündeme gelmiştir. 8 Ekim 1932 Başbakanlığa bağlı “Târihî Evrâk Tedkîk Heyeti” kurulup, başkanlığına M. Cevdet getirilmiştir.
5. Kurumların ellerindeki belgelerin ayıklama ve imha işlemlerini düzenlemek ve muhafaza edilmesi gerekenlerin “Umumi Arşive” devredilmesini sağlamak üzere yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bunlardan ilki, 19 Eylül 1934 tarihli “Resmi Evrak ve Defterlerden Lüzumsuz Olanlarının Yok Edilme Tarzı Hakkında Nizamname’dir. Bu yönetmelik 1937 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.
6. 12 Ocak 1935 tarihli bir kararname ile devlet arşivi kurulması, binaların inşası ve arşivci yetiştirmek üzere Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi öngörülmüş, ancak çeşitli nedenlerle hayata geçirilememiştir. Buna rağmen, Devlet Arşivi kurulması konusunun devletin politikası haline getirilmiş olması, en büyük kazanım olarak görülmektedir.
7. Macar Arşivist Fekete, 1936-1937 yıllarında Türkiye’ye getirilerek, ülkemiz çağdaş arşivcilik kavramı ve uygulamaları ile tanıştırılmıştır. Önemi nedeniyle bu konu aşağıda daha ayrıntılı ele alınmıştır.
Macar Arşivist Lajos Fekete’nin Türkiye’ye Getirilmesi: Çağdaş arşivcilik anlayışının ve Provenans tasnif sisteminin benimsenmesi
1936 yılında Macar arşiv uzmanı ve Osmanlı tarihçisi Dr. Lajos Fekete Türkiye’ye davet edilir. Başbakanlık Arşivler Genel Müdürlüğü’nün 1994’de yayınlanan bir çalışmasında, bu davetin nedeni şöyle açıklanıyor:
“..iyi bir tarihçinin iyi bir arşivist olabileceği düşüncesiyle..her biri kendi dalında alim olan” Ali Emirî, İbnülemin Mahmut (İnal) , M. Cevdet (İnançalp) gibi kişiler Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerinde tasnif heyetleri başkanlığına getirilmişler, ancak bu kişiler “bütün gayretlerine ve iyi niyetlerine rağmen Osmanlı Arşivi’nin ilmi bir yaklaşımla ve arşivcilik prensiplerine uygun olarak tasnifi ve arşiv malzemesinin de düzenli olarak istifadeye verilmesi konusunda netice verici bir çalışma yapmaya maalesef muvaffak olamamışlardır.” (22)
1936-1937 yılları arasında Osmanlı Arşivi ile TopkapıSarayı Müzesi Arşivi düzenlemesi işlerinde görevlendirilen Fekete, eski tasnif usullerini tümüyle terkeder. Belgelerin arşivlenmesi ve kodlanmasında getirdiği yeni uygulama, bütün çağdaş arşivlerde kullanılan Provenans tasnif sistemidir. Bu sistem, arşiv malzemelerinin işlem gördükleri tarihlerdeki aslî düzeni içerisinde fonların parçalanmadan korunup tasnif edilmesi esasına dayanmaktadır. Osmanlı Arşivi’nde Feteke Tasnifi olarak bilinen bu çalışmada 4.642 adet belge tasnif edilerek kataloğu hazırlanmıştır. Günümüzde de kullanılmakta olan Provenans sisteminin tüm arşivlerimize yaygınlaştırılması ancak 1956 yılında gerçekleşebilmişti.
Dr. Lajos Feteke’nin Türk arşivciliğine hizmeti bu kadarla sınırlı değil. Osmanlı arşiv belgeleri, belgelerin yayınlanması ve diğer arşivcilik konularında konferanslar vermiş, yazılar yazmış. Ayrıca “Arşiv Tasnif Talimatnamesi” hazırlayarak, bu talimatnameye uygun bir de örnek katalog hazırlamış. 1937 yılında, Feteke’nin Türkiye’de yaptığı çalışmalara ilişkin hazırladığı “Türk Arşiv İşleri”, “Bulgaristan’daki Türk Vesikaları”, “Arşiv Neşriyatının Ehemmiyeti ve Arşivlerin İdaresi” ve diğer makaleler yurt dışında yayınlanmış, daha sonra bunlar Türkçe’ye tercüme edilip 1939 yılında “Arşiv Meseleleri” adı altında kitaplaştırılmış.(23)
Sonuç Yerine
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşanan büyük kayıplara karşın, sadece günümüz Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde gelecek nesillere ulaşmış belge sayısının 150 milyondan fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bu arşiv, sadece Türkiye Cumhuriyeti için değil aynı zamanda geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nun egemen olduğu topraklarda bugün varlığını sürdüren kırka yakın ülkenin tarihleri için de en zengin kaynaktır.
Bu arşivin sağlıklı bir biçimde korunması ve gelecek nesillere aktarılmasında İsmet İnönü Hükümeti’nin bu talihsiz olaydan aldığı dersler sonrasında attığı adımların öneminin yadsınmaması ve takdir edilmesi gerekir. Bir felaket şansa dönüştürülmüş, arşivlerin korunması işi gerekli yasal düzenlemelerle desteklenen bir devlet politikası biçiminde ele alınmıştır. Günümüzde de kullanılmakta olan çağdaş arşivciliğin temelleri o yıllarda atılmıştır.
Bütün bu süreçte, Bulgaristan’a evrak satışı olayını kamuoyuna duyuran kişiler dışlanmamış, tam tersine göreve davet edilerek arşivlerin düzenlenmesi ve korunması işlerinde kendilerinden sorumlu mevkilerde yararlanılmıştır.
DİPNOTLAR:
(1) Bu bölümde aşağıdaki çalışmalardan yararlanılmıştır:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, T.C Başbakanlık Devlet Aşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı, Yayın No: 108, Başbakanlık Basımevi, İstanbul, 2010;
Bulgaristan’daki Osmanlı Evrakı, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı, Yayın Nu: 17, Ankara 1994
Bulgaristan’a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşivcilik Çalışmaları, Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Yayın No: 19, 1993;
İsmet Binark, Cumhuriyet Döneminde Arşivlerin Geliştirilmesi Konusunda Yapılmış Çalışmalar ve Cumhuriyet Arşivi, T.C., Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Arşivi Dairesi Başkanlığı, Yayın No.11, Ankara 1991;
İsmet Binark, Türk Arşivlerinin Kısa Tarihçesi, Önem ve Değeri, Arşiv Hizmetlerinin Geliştirilmesi Konusunda Yapılmış Çalışmalar, T.C., Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Md Cumhuriyet Arşivi Dairesi Başkanlığı, Yayın No.14, Ankara 1991
(2) Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, a.e., Yayın No: 108, s. XXVII-XXVIII
(3) Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, a.e., Yayın No: 108, s. XXXIX-XL
(4) İslam Ansiklopedesi, İbnülemin Mahmut Kemal maddesi: (https://islamansiklopedisi.org.tr/ibnulemin-mahmud-kemal)
(5) Erdem Yücel, İbrahim Hakkı Konyalı (Atis); Şehirlerin Sevdalısı İbrahim Hakkı Konyalı Armağanı, Selçuk Ünversitesi Türkiyat Enstütüsü Yayınları, Konya 2015 içinde, s. 111.
(6) Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Yayın No: 108, Başbakanlık Basımevi, İstanbul 2010, s. XXXVI
(7) Hakan Anameriç, Fatih Rukanc, “Bulgaristan a Satılan Evrak ve Özel Arşivlerin Ülke Tarihindeki Önemi“, 2008, Balkan Ülkeleri Kütüphaneler Arası Bilgi-Belge Yönetimi ve İşbirliği Sempozyumu, Edirne, içinde s. 110
(8) Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Yayın No: 108, s. XLI; İslam Ansiklopedesi, İbnülemin Mahmut Kemal maddesi, (https://islamansiklopedisi.org.tr/ibnulemin-mahmud-kemal)
(9) Bulgaristan’a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşivcilik Çalışmaları, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın Nu: 19, Ankara 1993
(10) Bulgaristan’daki Osmanlı Evrakı, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşiv Daire Başkanlığı, Yayın Nu: 17, Ankara 1994
(11) Osman N. Ergin, Muallim M. Cevdetin Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi, Bozkurt Basımevi, İstanbul 1937. Osman N. Ergin için bkz: A. Süheyl Ünver, “Osman Nuri Ergin Çalışma Hayatı ve Eserleri: 1883- 1961“, TTK Belleten, XXVI/101(ayrı basım), 1962 s. 163-179:Müslim Yılmaz, Osman Nuri Ergin: Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri (1883-1961), Türkiyat Mecmuası, C.23/Bahar, 2013
(12) Osman N. Ergin, a.ge.112-112. Ergin, Son Posta’daki bu yazının tarihini 4 Haziran olarak veriyor. Bu maddi bir hata olmalı çünkü olayların dizilişi incelendiğinde bu tarihin 4 Haziran değil 4 Mayıs olması gerektiği anlaşılıyor.
(13) Mektubun tam metni için bakınız: Osman N. Ergin, a.g.e., s.115-119 ve “Kıymetli Bir Vesika“, Türk Kütüphaneciliği Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, s-48-52, 1953
(14) Osman N. Ergin, a.g.e., s.113
(15) Osman N. Ergin, a.g.e., s.119
(16) Osman N. Ergin, a.g.e., s.119
(17) Osman N. Ergin, a.g.e., s.572
(18) Osman N. Ergin, a.g.e., s.134
(19) Osman N. Ergin, a.g.e., s.134
(20) Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, a.e.,Yayın No: 108, s. XLII
(21)Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, a.e., Yayın No: 108, s. XLI-XLII; Bulgaristan’a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşivcilik Çalışmaları, a.e., Yayın Nu: 19; Bulgaristan’daki Osmanlı Evrakı, a.e., Yayın Nu: 17, s. XVII-XVIII
(22) “Macar Asıllı Türk Tarihçisi ve Arşivist Lajost Fekete’nin Arşivciliğimizdeki Yeri“, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Cumhuriyet Arşivi Dairesi Başkanlığı, Yayın Nu.20, Ankara 1994, s.VII
(23) “Macar Asıllı Türk Tarihçisi ve Arşivist Lajost Fekete’nin Arşivciliğimizdeki Yeri“, a.e., s.IX